• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.03)
Yazar orhan pamuk
kırmızı saçlı kadın - orhan pamuk
ilk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?

orhan pamuk, yapı kredi yayınları'ndan çıkan yeni romanı kırmızı saçlı kadın'da bizi otuz yıl önce istanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.

(kitap bilgisi idefix'ten alınmıştır.)


  1. orhan pamuk'un bugün ön satışa çıkan romanı.
    (şubat ayı okuma listesinde olsa ne güzel olur diye düşünmeden edemedim.)
  2. orhan pamuk'a pek yakıştıramadığım ama yazarından bağımsız düşününce pek de kötü bulmadığım roman. kara kitap, beyaz kale, benim adım kırmızı gibi romanların yanına öteki renkler'den biri gibi eklenebilir yine de.

    "babasız büyüyen babamın oğulsuzluğuna dokunurdum." der kemal varol o çok sevdiğim şiiri küfran'da. "her baba aslında bir imâdır oğluna." diye bir dize geçer yine aynı şiirde. kırmızı saçlı kadın'ı okuyunca bu iki dize geldi aklıma nedense.

    babalar ve oğullar arasındaki ilişki/sizlik edebiyatta çok konu edilmiştir. sevgili jale parla tanzimat romanının babasız büyüyen kahramanlarını babanın kaybı ile devlet otoritesinin kaybını bağdaştırarak uzun uzun anlatır babalar ve oğullar'ında. devletin çökmekte olması babanın kaybıyla sembolize edilir. bu sembolleştirme sadece türk edebiyatında da görülmez üstelik. çehov mesela, üç kız kardeş oyununda babayı öldürür çünkü kardeşler çökmekte olan çarlık rusya'sında otoriteden yoksun bırakılmak istenir. baba otoritesinin varlığının da yokluğunun da kahramanlar üzerindeki etkisi bu noktada ana konulardan biri olarak görülebilir.

    orhan pamuk da bu romanında bir aşk hikâyesi anlatacakmış gibi yapıp baba - oğul ilişkisi konusuna odaklanmış ama kendi okur kitlesini biraz hafife almış gibi geldi bana. babasını bilmeden öldüren oidipus'un, oğlunu bilmeden öldüren rüstem'in hikâyesini pamuk okurları zaten sular seller gibi biliyordur diye düşünüyorum. oidipus ve rüstem üzerinden yapılan doğu-batı karşılaştırması ve tartışması da iyi edebiyat okurları için artık yeni bir şey söylemez duruma geldiğinden, o bölümlerde biraz sıkıldığımı söyleyebilirim. yine de oidipus'un ve rüstem'in cem'in kişiliğinde birleşmesi hoşuma gitti. baba yerine koyduğu mahmut usta'yı kuyunun dibinde ölüme terk etmesi, babasının sevgilisiyle birlikte olması ve gözünden vurulup yani önce kör olup öldürülmesi onu oidipus'a, oğlu enver'le ölümüne bir çatışmaya girmesi ise rüstem'e yaklaştırıyor bence. yine de oğul tarafından öldürüldüğünden, kaderi daha çok oidipus'un kaderine yakın görünüyor. son bölümde kırmızı saçlı kadın'ın oğlu enver'le ilişkisini anlatırken kullandığı  ifadeler ve imâ edilen erotizm, sadece oidipus ve rüstem'in değil, laios'un da cem'in kişiliğinde birleştiğini düşündürüyor. "cem" sözcüğünün "toplama, bir araya getirme" anlamına geldiği göz önüne alındığında cem'in kişiliğinde doğu'nun ve batı'nın bir araya getirilmeye çalışıldığı da söylenebilir. orhan pamuk'un -okurunu pek de şaşırtmayacak biçimde- cem'i oidipal ağırlıklı bir karakter haline getirmeye çalışması hangi tarafa ağırlık verdiğini de sezdiriyor bence.

    romanda bir de suç ve ceza meselesi var. camus'nün yabancı'sındaki bay meursault gibi sürekli kendini suçlayacaklarını düşünen bir kahraman cem. "beni suçluyor sandım.", "bunda benim bir suçum yok." cümleleri meursault'nun dilinden düşmediği gibi cem'in dilinden de düşmüyor. her iki romanda da kahramanlar birinci bölümde suçu arıyor, ikinci bölümde cezayı buluyor. bu metinlerarası bağlantı açısından da ilginçti roman benim için.

    karakter çizimine, kuyuculuk mesleğini anlatmasına, kurduğu cümlelerdeki bozukluklara, noktalama işaretlerini yanlış kullanmasına, kuyuya atılan yusuf ve ağlamaktan gözleri kör olan yakup'a yapılan göndermelere falan girmeden kendim için aldığım notu buraya da iliştireyim. belki bir işe yarar.