• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.79)
kürk mantolu madonna - sabahattin ali
"her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "kürk mantolu madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. kollarıyla bizi sarar. sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran sabahattin ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.


  1. popülizme kurban gitmiş kitaplardan biridir. oysa ne derin anlam çıkartılan bir kitap ve kesinlikle "bende okudum" demek için okunacak bir kitap değil. "okumuş olmak için okumak" gibi bir saygısızlığı haketmeyen bir yazarın eseri olandır.
  2. insanlara güvenini kaybetmek sevgiye inanamamayi ve kitaptaki trajedinin esas temelini oluşturuyor, insanlara güvenmekse hayattaki trajedinin. .
  3. cok sevdiğim kitaplardan biridir,uykusuz dergisindeki karikatüründe muhteşem bir tespit yapılmıştır.

    -kürk mantolu madonna ne kadardı acaba?
    +kitabı 20 lira kahve ile çekilmiş fotoğrafı 5 lira..hangisini istersen?
    -fotoğrafı alayım ben direkt!
    +ben de öyle düşünmüştüm!
  4. tek kelime ile muhteşem bir kitabdır. yoruma gerek yok okuyun ve üzerine günlerce düşünün. hatta arada aklınıza gelsin gene okuyun.
  5. okuyalı hayli zaman oldu ama geriye dönüp baktığımda aklımda kalan raif'in müzede tabloyu izlerken yanına gelen kadın... sonradan kadını tanısak da o sahnenin verdiği duygu diğer sayfalardan ağır basmıştır benim için. sahneleri zihinde resmetmek ve zaman ilerlese bile hatırlayabilmek her kitabın sunabildiği bir zevk değil.
  6. "unutursak kalbimiz kurusun" sözüne benzedi bu kitap. benzettiler. söz de güzel kitap da ama bir şeyler çirkin.
  7. kesinlikle mükemmel bir kitap şuan okumaya devam ediyorum sanırım bitirince bir daha bu kitabı okuyacağım. betimleme tekniği harika. insan bu kitabı okurken her şey gözünün önünde beliriyor. raif efendi merak uyandıran bir kişilik ve ailesi beni benden alıyor resmen o aileyi bir kaşık suda boğmak istiyorum ama belki ilerleyen kısımlarda olaylar değişecek hiçbir fikrim yok şuan ama harika bir kitap.
  8. kürk mantolu madonna, roman görünümlü şiirdir bence. bir aşkın imkânsızlığını, önemsiz teferruatların hayatımızın seyrine etkisini kulağımıza fısıldar.

    evet, bugün herkesin dilinde ama anlayanların yüreğinde. ne güzeldir birinin diğerini "deli gibi değil, gayet aklı başında" olarak sevmesi. deli gibi olsa belki aklı başına gelince geçer. kim bilir?

    kitap, aşktan çok "insan"ı anlatır. kitabın başındaki hamdi'nin parayı görünce değişmiş olması (evine gelen misafire nasıl davranması gerektiğini dahi unutması), anlatıcının ve diğer insanların raif efendi hakkındaki önyargısı, maria puder'in insanlara güvenememesi, hayatımızın aslında hiç de önemi olmayan şeyler uğruna feda edilmesi...

    anlatıcı, hamdi'nin tavrı karşısında şunu söyler: "insanları kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve salahiyetlerlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır?" hamdi'nin anlatıcıya da raif efendi'ye de davranışı insana yaraşır şekilde değildir. insan paranın sahtesini yapar, para insanın derler ya, hamdi de öyle. her dönem geçerli insan modeli.

    raif efendi, içi derya deniz, dışı çaresiz bir adamdır. anlatıcı, raif'i ilk gördüğünde onun "acaba bunlar neden yaşıyor? " dediği insanlardan biri olduğunu düşünür. onu tanımaya, hele defterini okumaya başlayınca bambaşka bir raif'le ve kendi önyargısıyla karşılaşır.

    raif efendi evinde mutlu değildir. raif efendi'nin aile bireyleri için tespiti pek çok insan için geçerlidir sanırım: " senelerden beri aynı evde beraber yaşadık... bu adam kimdir diye merak etmediler... şimdi çekilip gideceğimden korkuyorlar..."

    almanya'ya sabun yapımını öğrenmeye giden "bütün dünyada yalnız" raif efendi, "boğulacak kadar yalnız" ve erkeklere güvenmeyen maria puder'e âşık olur. zamanla raif onu aşkına inandırır ama bu sefer de bir telgraf bu büyüyü bozar. telgrafın ardından raif efendi'nin şu sözleri okuyucuyu kendi hayatı hakkında düşündürür: "hayatımızın birtakım ehemmiyetsiz teferruatın oyuncağı olduğunu çünkü asıl hayatın teferruattan ibaret bulunduğunu görüyordum."

    kitabın en sevdiğim şu cümleleri bu aşka bir ağıt niteliğindedir: "ah maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz. niçin rüzgârlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?"

    ben de diyorum ki ah raif efendi ah! bu kadar edilgen olmasaydın, en azından kızının saçını okşasaydın!
  9. sinemasal bir anlatımı olan, "iç dünya çözümlemeleriyle" "ben ve öteki" kavramına yaptığı açılımlarla, müthiş karakter analizleriyle baş döndüren,

    yoğun psikanaliz içeren,

    dili çok düzgün, sade, basit ve çok yerinde kullanan,

    çarpıcı tasvirleriyle o anı o ruh halinde yaşatabilen,

    hayata ve insana dair tahlilleriyle insanın içini çoğaltan, genişleten,

    çekingen, sığ, sıradan görünen, kendini ifade edemeyen ya da etmeye gerek duymayan bir insanın içinde binlerce katman olabileceği hatta her insanın içinde kocaman bir dünya barındırdığını gösteren,

    italyanca, ispanyolca, fransızca, almanca, hırvatça, arnavutça, arapça ve rusça'ya çevrilen ve
    ingilizlerin prestijli yayınevi penguin’in "modern klasikler" dizisine alınan başyapıt.

    - spoiler-
    altını çift çizdiklerim:

    sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
    "berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
    "ne gibi?"
    "yani... yalnız işte... kimsesiz... ruhen yalnız... nasıl söyleyeyim... öyle bir haliniz var ki..."
    "anlıyorum, anlıyorum... tamamen yalnızım... ama berlin'de değil... bütün dünyada yalnızım... küçükten beri..."
    "ben de yalnızım..." dedi. bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "hasta bir köpek kadar yalnız..."

    "insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar...’’

    muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gideceklerdi. bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu"

    raif efendi maria’ya:
    ‘’ikimiz de birer insan arıyoruz, kendi insanımızı.’’

    "yıl başının sence bir hususiyeti yok mudur?" diye sordum.
    "hayır" dedi, "senenin diğer günlerinden ne farkı var sanki? tabiat onu herhangi bir şekilde ayırmış mı? ömrümüzden bir sene geçtiğini göstermesi bile o kadar mühim değil; çünkü ömrümüzü senelere ayırmak da insanların uydurması... insan ömrü doğumdan ölüme uzanan tek bir yoldan ibarettir ve bunun üzerinde yapılan her türlü taksimat sunidir."
    -spoiler-
  10. her ne kadar popüler kültüre yenik düşmüş olsa da sevdiğim kitaplardan biridir.