1. sessizliğin çığlığı gibi.
    birçok şey anlatır fakat tek hamlede bitirir
  2. akliniza geldiği zaman sizi kendinize getiren bir eylem.
  3. dondurmam gaymak'ın arif dayısı yılların filozoflarının façasını sıyırmıştır aha da bu lafla:

    "ölüm nasıl olsa gelcek. gacış yok. ni acelen vaa. dünya bir penceredir, sırası gelen bakaa geçer. kesin olanın deil de ihtimali olanın arkasına düş. ölüm kesin, hayatsa ihtimal.."
    oz
  4. sonsuzluğu anlatan şeydir ölüm. çünkü ölüm görünürde bir yok oluştur ve ancak sonlu bir yaşam sonsuz bir var oluşu açıklayabilir. ölüm ve sonsuzluk bu yüzden, anlaşılabilirlik için yan yana yürümek zorundadır.
    ölüm siyahsa, sonsuz yaşam beyazdır. bizler beyaz sayfalardaki siyah, başı ve sonu olan kelimeleriz. tıpkı zaman gibi, tıpkı sayılar gibi.
  5. ''ölümden kaçmak için attığımız her adım, bizi meğer ölüme götürürmüş anladım.''
    demokritos

    ''ölümün son iyiliği, bir daha ölümün olmamasıdır.''
    friedrich nietzsche

    ''ölümü özüne sevdir, nasıl olsa gelecek.''
    hz. ebubekir (r.a.)

    ''ölümden ne korkarsın, korkma, ebedi varsın.''
    yunus emre

    ''nice sultanları tahttan indirdi

    nicesinin gül benzini soldurdu

    nicelerin gelmez yola gönderdi

    bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.''
    karacaoğlan
  6. az önce camdan dışarıyı seyrederken ölü bir kedi yavrusu gördüm. başta ölmüş olduğunu kabullenemedim. tüm küçük canlılar gibi, melek gibi uzanıyordu benim gözümde. yine de içimi kemiren ölüm fikrine karşı bir şeyler yapmalıydım. birkaç ses çıkardım ve tepkisizliğine karşı, eve girip gözüme ilişen ilk kağıt parçasını yuvarlayıp onun yakınına doğru attım. kedileri biraz olsun tanıyorsam bu hareketime karşı zıplayarak uyanacaktı. uyanmadı. ölmüştü.

    bir süre felç geçirmiş gibi ne yerimden kıpırdayabildim, ne de gözlerimi ayırabildim bu cansız bedenden. hemen bir sigara yakmak istedim. biz insanlar ne kadar aciziz ki; durumları hafifleteceğine, belki de yok sayabileceğine inandığımız onca sebep üretmişiz kafamızdan. oysa gerçek oradaydı, üç kat aşağıda açık seçik yatıyordu. yakmadım.

    yaşadığım felç boyunca beynime eziyet edecek yüzlerce fikir geçti zihnimden. nasıl ölmüştü? annesini suçladım. belki girdiği yerden çıkamamasına sebep olmuş bu beton yığınını suçladım, insanları, diğer kedileri, hatta kendimi bile suçladım.

    en sonunda durumu kabullenip çaresizce içeri geçtim. belki bir saat geçmeden acımasızca normal hayatıma dönmüştüm.

    bu süre zarfında oluduğum kitapta, sebepsiz iradesizliğim yüzünden ana karakterin öleceği konusunda bir spoiler yiyince yine keyfim kaçtı ve camın önüne acizlik sigaramı içmeye gittim.

    ve gerçek hala aşağıda yatıyordu. anladım, bugün ölümden kaçamayacağım. ve kendimi bu düşünceye teslim ettim.

    ne kadar süre o cansız bedene diktim gözlerimi bilmiyorum ama dikkatimi dağıtan, başka bir kedinin huzursuz kıpırdanmaları oldu. bu aşinası olduğum bir durum değildi. izlemeye devam ettim.

    kedi bir şeylerin kokusunu alıyordu. en sonunda sanki bu gerçekten olabildiğince kaçmak ister gibi, ama yine de yolunu uzatabildiği kadar uzatarak esas gerçeğe doğru ağır adımlarla ilerlemeye başladı. tedbirli bir mesafeden kafasını uzatıp ölü yavrunun cansız bedenini kokladı. (bir an korkmadım değil. acaba yer miydi? doğa bu kadar acımasız mıydı?) ama beni hayrete düşürecek bir biçimde geriye doğru sıçradı ve bir saat önce yaşadığım aynı felci yaşadı.

    gırtlağından ağlarmışçasına bir inleme duyuldu. hala şaşkındım. kendini toparlamaya çalışarak saçma sapan deliklere girip çıkamadı. uzunca bir süre orada hareketsizce durduktan sonra var gücüyle oradan uzaklaştı. bir daha da gelmedi.

    ne düşüneceğimi bilemiyorum. her gece mahallemizin kedilerinin fütursuzca çiftleştiği bu açıklık yer bu saat oldu hala boş. yakınlardan tek bir ses bile gelmiyor. kendilerince yas mı tutuyorlar? ölü arkadaşlarına saygı mı gösteriyorlar? yoksa hepsi bir tesadüf mü? beynim bana oyun mu oynuyor?

    peki ben uyuduğunu düşündüğüm bir canlıya gönül rahatlığıyla kağıt buruşturup atabiliyorum da, cansız olduğunu anlayınca nasıl da derin bir pişmanlık ve utanç içinde olabiliyorum? yaşam ve ölüm hayatın içinde bu kadar paralel anlamlar içindeyken nasıl oluyor da kabul etmesi hem bu kadar kolay, hem de o kadar zor olabiliyor? görmek, kabul etmek istemediğim bir ölüm fikrine neden böylesine bir iştahla gözlerimi ayırmadan bakmak istiyorum? ve bir yandan hiç görmemiş olmayı dileyebiliyorum?

    durmadan "ölüm de hayatın bir gerçeği" diyip duruyoruz birbirimize. gerçekten hiç başka şey düşünmek istemiyor gibiyiz. çok garip değil mi?
  7. küçükken etrafımdaki insanlar ölümün bile hayırlısı derlerdi. bu söze bir türlü anlam veremezdim ancak büyüdükçe, ülkemde,dünyamda vahşice katledilen insanları gördükçe bu sözü çok iyi anladım.

    ölümün bile hayırlısı
  8. ''ölüm; gerçekte dirilik,
    görünüşte yokluk,
    hakikatte ebediliktir.''

    necip fazıl kısakürek
  9. civcivin yumurtayı kırmasıdır.
  10. “ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.”

    (bkz: franz kafka)