1. lise2 de din öğretmenime bu soruyu sormuştum o da bana cevap olarak "yesil mi daha yesil yoksa sari mi daha sari sorusu ne kadar mantiksizsa bu soruda o kadar mantiksiz"demisti
  2. tanrı istifa etti ^:swh^
  3. Okuduğumda, sorulma nedeninin, her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi bir varlığın kendini yok etmesi kudreti dahilinde değilse, o halde her şeye gücü yetmesi durumunun gerçek olmadığı vurgusunu içinde barındırdığını gördüğüm sorudur.

    Bazı sorular vardır insanın iç huzursuzluğundan gelir. Aslında sorulmadan önce cevapsız kalacağından çok emin olmanın verdiği his, sorunun kökündeki anlamı çürütmüştür çoktan.
    Bu soru da böyle.

    Yıllardır, bu soruyu soran kimseyi tatmin edebilecek bir cevap duymadım. Ya da bana ulaşmadı... ya da ben ulaşamadım.

    Bu soruya alternatif bir soru daha var.
    Tanrı kendinden daha büyük bir taş yaratabilir mi?
    Daha açıklayıcı olmak ve anlaşılır kılmak (veya daha üst aşamaya taşımak) adına: "Tanrı, kendinden daha kudretli bir varlık yaratabilir mi?" sorusu da sorulabiliyor… Aman Allah' ım!

    *

    Bu fikri tartışmadan önce, bazı şeylere bakış açımın nasıl olduğundan bahsetmek gerek diye düşündüm ve ara başlıklar halinde konuya dahil ettim.

    *

    Algı...

    Sanırım algı varlığımızın tek gerçeği.
    Perpektifle ilgili bazı nüanslar vardır. Uzayıp giden demiryolları uzak bir noktada birleşiyor gibi görünür. Ya da aslında zeminden yukarı baktığınızda binalar (dikdörtgen yapılar) üçgen bir forma dönüşür. Göğe uzanan kenarları sanki açı yapıyor ve birbirlerine yaklaşıyor gibi... Buna ben algı diyorum. Çünkü, binaların bu kısımlarının değişmediğini veya tren raylarının birleşmediğini biliyorum!

    Mimari çekim için tasarlanmış objektifler vardır. Yerden bir noktadan 15-20 katlı bir binayı, kısa bir mesafeden düşey kenarlarının dikliğini koruyarak fotoğraflayabileceğiniz objektiflerdir bunlar. örnek

    Algıyı değiştiren bir sistemdir bu objektifler. Daha doğrusu aslında değişmemiş olan algınıza bir sunum hazırlayan ve görünenin boyutlarını düzgün gösteren bir sistemdir.
    Bu sistemi yapan insandır. Bir bakıma, kendinden (daha doğrusu görme yetisinden) daha üstün bir şey yapmıştır. Küçük ve tek bir özelliğe bağlı bir üstünlüktür bu.
    İnsan görmek istediği şekli kendisinin aşamadığı algısıyla görmeyi başaramadığı durumu görmek için yapmıştır bu sistemi(üstünlüğü)

    Perpektif çizimler yaparız. Bilmeyene, ilk bakana garip gelen çizimler çıkar ortaya. Bu çizimlerde öyle kesişimler vardır ki, aslında 90 derece olduğunu bilirsiniz ama çizimde bunlar dar veya geniş açıya dönüşmüştür artık.
    Ama düşeyler her zaman diktir. Bu mimari objektifler için de geçerlidir. Düşeyleri çözersiniz ama yataylar sizi şaşırtır. Çünkü bu sistem ne yaparsa yapsın gücünü, istemediğiniz algınızdan alır. Yani, tren raylarının sonsuzda birleşiyormuş izleniminin varlığı perpektif esaslarını belirler. Çünkü, düşeyleri düzgün görmek isteyen insan yaptığı bu sistemle veya perpektif esaslarıyla, çıplak gözle düzgün gördüğümüz yatayları bozar.
    İstemediğimiz şeyi, o istemediğimiz şey ile tölere etmeye çalışmak, sanırım evrenin kanunu.

    Algı kavramını daha metaryalist, daha bariz ve net anlatmak adına şu örneği de analiz etmek iyi olur. Günlük hayatımızın bir parçası aslında.

    bluetooth yardımı ile çevredeki telefonları görüp, veri aktarımı için bağlanırsınız.
    Bu özellikle ilgili olarak apple ürünlerinde, özellikte iphone cihazında bir istisna var.
    Ben iphone' u veya apple' ın ürünlerinin kendinden başka bir marka cihaz ile bluetooth teknolojisi ile bağlanmadığını biliyorum. (artık bağlanıyor mu bilmiyorum. halen bağlanmadığını düşünerek devam ediyorum.)

    Cihazınız karşıdaki telefonu görür (algılar) ve onu fark ettiğini size bildirir. (Siz de) seçeneklerin(iz)e göre karşı telefonla iletişime geçer(siniz).
    Basitçe ifade etmek gerekirse, cihazınız, kendisine benzeyeni bulmasını sağlayan özellikleri ile (diğer cihazı) bulan bir varlık. Bu arama ve bulma özelliği bluetooth diye isimlendirilmekte.
    bluetooth, iletişim sistemi olmasının yanında algılamasını da sağlayan bir özellik. cihazın bu özelliği konusunda insandan farkı, özgür iradesinin olmayışı. Algısı, etrafta başka marka/model cihazlar olsa da onları görmesini engelliyor ve böylelikle iletişimin de önüne geçmeyi sağlıyor. Cihaz, bu algı sistemi ile diğer cihazın varlığından haberdar olmadığı için algılayamadığı cihazı yok sayacaktır.
    Halbuki, özgür bir iradeye sahip olsa, karşı cihaza bağlanıp bağlanmamaya dair kendi isteği olacak. Bazı cihazlara bağlanmaması ya da o cihazları görmemesi gerektiği onun benliğine kodlanmış olsa da riskleri göze alacak veya bilinmezliğin verdiği bir merakı hissedeceği için bazı cihazlar hata yapıp(ya da iyi yapıp) o cihaza bağlanacak. Ama böyle bir özelliği olmadığı için bu cihazı, yapamadığı ya da yaptığı hiçbir şey için sorumlu tutamazsınız. Çünkü kararı veren, sınırlarını değiştiren o değil.
    İphone' un bu özelliği algı sınırıdır. Aynı masa da yanyana duran bir başka cihazın varlığını, siz onun algılama sistemini değiştirmediğiniz sürece göremeyecektir. Bu durumu değiştiren cihazlar ya da yine iphone içinde "kapılar" diyebileceğimiz özel yazılımlar olacaktır. Bu yazılımlar, cihazın algısını ortadan mı kaldırıyor yoksa değiştiriyor mu? Bu tartışmaya açık bir soru. Çünkü, bir yazılım uzmanı, bunlara nazaran farklı bakabilir olaya. Ama olayı çok derin bir teknikle ele almamak da fayda var.
    Diğer taraftan, buletooth ile aynı masadaki cihazı görüp, yine bu algı sisteminin (bluetooth' un) izin verdiği cihazla bağlanma koşulları da söz konusu ise, cihaz her varlığını hissettiği cihazla iletişime geçemeyecektir.

    Velhasıl, bu örnek "bir şeyi fark edememek ya da algılayamamak onun olmadığı anlamına gelmez" sözünün asıl aktörünün algı olduğunu göstermektedir.

    Bu cihaza, masa da olduğu halde algılayamadığı diğer cihazın varlığını sorabildiğimizi düşünelim... cevabı; elbette ki, "yok bence" olacaktır. Diğer taraftan varlığını fark ettiği halde iletişime geçemeyen ise çok daha farklı hisler içinde farklı cevaplar verecektir.

    *

    Uzaylılar var mı?

    insana genetik olarak %99 oranında yakındır maymunlar.
    aramızdaki bu gözle görülür fark %1 lik kısmı oluşturuyor.
    … ve biz, bunu öngörmeden uzaylı arayışına çıktık.

    maymunlarla aramızdaki %1 lik farktan kaynaklı bu çeşitlilik, bizi dünyanın hakimi yapmasının yanında, sosyal yaşam kavramında da sayılmayacak üstünlükte ayrıcalıkları kendiliğinden vermektedir.

    bu ayrıcalıklar, bizi çok üstün yapsa da iletişim konusunda başarıyı sağlayamamıştır. yani, %1 fark onları anlamamızı engellemekte bir yerde. dünyalarımızı, mekansal olarak değiştirmese de, bilinçsel olarak ayırmakta.

    velhasıl; henüz bu zekayla evrenin çok ama çok küçük bir bölümünü görebiliyorken, buraya kadar gelip, bizi izledikleri söylenen uzaylılar yanında, en iyi ihtimalle maymundan, en kötü ihtimalle de karıncadan farkımız olmayacaktır.

    "karıncadan" diyorum dikkat... yani uzaylılar buraya gelirse bizimle ilgilenecekler sanıyoruz. siz karıncalara nasıl davranıyorsunuz? marsta, bakteri arıyoruz yaşam var mı diye. bakteri bulduğumuzda evet burada yaşam var diyeceğiz. bu düşünce, mars ile dünya arasını aşacak kadar gücü olan biz insanoğlunun bakış açısı... yıldızlararasından gelecek olan bir varlığın dünyada sizle ilgileneceğini, iletişim kuracağını düşünmek insanı da fikrini de ezer geçer.


    marsta bakteri bulursak onunla iletişim kurma niyetimiz mi var?


    diyeceğim o ki; maymunlarla aramızdaki %1 lik fark bu kadar ulaşılmaz bir çeşitliliğe sebep oluyorsa, evrenin ulaşamadığımız yerlerinden gelen varlıklarla aramızda nasıl bir fark olur acaba?
  4. sonsuz, paradoksal bir kavramdır. tanrı sonsuz bir varlık olarak ele alınıyorsa, bu soru dolayısıyla saçmadır. "sonsuzdan sonsuz çıkarsa kaç kalır"dan ne farkı var tanrı paradokslarının? (bkz: tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi)

    vaktinde çok eğlenceli, zihin açıcı, ufku genişletici bir eylem gibi geliyordu böyle sorular. sonrasında "sonsuz", "mükemmel" vb. kavramları aslında insan zihninin doğadan görmeksizin düşlediğini, tek kaynağının bu düşler ve dolayısıyla beyni olduğunu, bu beynin de pekala bozuk algılara veya yorumlamalara gebe olduğunu fark ediveriyor insan. belki de sonsuzluk yoktur?
  5. kimseyi kırmak, incitmek istemem ama ateizm daha doğrusu yaradan, inanç konuları, tartışmaları artık özgür irade; eğer varsa özgür iradeye özgür irademizle yani kendi seçimimizle, isteğimizle sahip olmadığımız gibi daha mantık üzerinden, daha nesnel, matematiksel konular üzerinden yapılıyor dünyada bir süredir. bununla bağlantılı ve bunun üzerinden bilinç, farkındalık, algı, ahlaki sorumluluk vb. kavramlar sorgulanıyor.

    türkiye’de de evrim ağacı yavaş yavaş o topa yani özgür irade konusuna girmeye başladı. bu konuda seminer duyuruları yayınlıyorlar vs vs...devamı da gelecektir. şempanzeden nükleotid bazında % 1,23 farklıyız, havucun insandan fazla geni varla en azından sadece konuşulacak bir konu değil bu tabii ki. ama tahminim bu iş biraz türk işi olacaktır her işimiz gibi.

    matematikçi filozof ve mantıkçı raymond smullyan ve onun gibi isimlerin tezleri, görüşleri onlardan hiç bahsetmeden kendilerince düşünülmüş gibi yer yer yanlış anlaşılarak ve saçmalanarak anlatılacaktır birilerince.

    yavaş yavaş bu son olumsuz ihtimalin örneklerini sosyal medyada görmeye başladım. ve korkarım kaynakları o isimler bile değil. kullandıkları ağır dili anlayacak ingilizce ve tanesi bilmem kaç bin liralık kitaplarına ayıracak kaynak nerede onlarda.

    kaynakları onlardan kaynak göstermeksizin bir şeyler apartan ve bağlamdan, bütünlükten kopartanlar.

    ekleme: maymunlarla değil şempanzelerle genetik olarak %1,23 farklıyız. şempanze monkey değil tıpkı bizim gibi apes'in bir üyesidir. apesler maymun değildir. ape maymun demek değildir. tek insan homo sapiens değildir. homo neanderthalensis, homo erectus, homo naledi vs de insandır. çiftleştiklerinde verimli döl veren homo sapiens (yani biz) ve homo neanderthalensis (o da biz oran çok düşük) arasında ki fark %0,12'dir. maymunlar kuyrukludur. yine bizim ve her apes gibi kuyruksuz olan goriller ve orangutanlar bize maymunlardan daha yakındır.

    neresinden tutacağımı şaşırıyorum. yeterli ingilizceniz ve biyoloji özelinde pozitif bilimlerde eğitiminiz yoksa temkinli girin bu toplara.
  6. tanrının kendini öldürebilmesi için önce kendinden nefret etmesi gerek. simon critchley intihar üzerine notlar adlı kitabında kişinin kendisine duyduğu sevgi sebebiyle intihar edemeyeceğini söyler, kendimizi nefret ettiğimiz bir şeye dönüştürürüz ve onu yok etmek isteriz. şayet tanrı varsa şimdiye çoktan intihar etmiş olması gerek; çünkü kanaatimce dünyayı yaratma eyleminden sonra bunca zulüm, katliam, yıkım içinde insana bu kadar şans vermesi yeterli bir intihar, yani kendinden nefret etme sebebidir.
  7. gelin de şu başlığı böyle düşünmeyelim. inançlı bir kişi bu paradoksu görmeden önce "sonsuz güçlü bir varlık aynı zamanda ölümsüz olabilir mi?" şeklinde bir soru ile karşılaşsaydı ve bunu inandığı tanrı ile özdeşleştirmeseydi, "öyle saçmalık mı olur canım? o zaman kendini de öldüremez, ölümsüz olmaz" gibi bir düşünceye sahip olacaktı ve cevabı net bir "hayır" olacaktı. ama işin içine kafasına fabrika ayarı olarak yerleştirilmiş ve küçücük yaşta hakkında düşünemeden sorgusuz sualsiz varlığını kabul ettiği "tanrı" figürü karışınca karşımıza "sadece lise çağındaki bir çocuğun hayır cevabını verebileceği bir paradoks" çıkıveriyor.

    not: bu entry, ilgili paradoks için bir cevap teşkil etmemekte ve olaya başka bir açıdan yaklaşmayı öğütlemekten ileri gitmemektedir.
  8. totolojik bir paradoks değildir.
  9. tanrı kendini öldürebilirmiş gibi geliyor peki ama tanrı kendini öldürse onun parçaları olan biz yaşamaya devam edebilir miyiz?ya da onun parçaları mıyız gerçekten de?
  10. kendisinin de cevabını bilmediğini düşündüğüm soru. eğer tanrı varsa bile insanı yaratarak bir intihar girişiminde bulunmuştur zaten ama bu intihar girişimi tanrıyı ölümden çok arafa sürüklemiş gibi geliyor bana.
    zizz