1. kimse yalnız olmayı sevmez. yalnızlığa alışan veya mecbur kalan insanlar bir müddet sonra onu sevdiği iddiasında bulunur ve yaşadığı yaşamı daha çekilir hale getirir. bir nevi geçiştirme aracı olarak kullanılan bu yalnızlık sevdalısı olma durumu kalabalık arasında dolanırken ne kadar kendine uymayacağını hatta istemeyeceğini düşünen,kendine söyleyen ve söylenen insanın gözlerinde görülebilir.
    ancak önceden bir şeyler yaşamış ve şimdi isteksiz ya da böyle daha iyi olduğunu iddia eden yalnızlar için ise iki durum söz konusudur. ilki geçmişe duyulan özlem ve hâlâ onunla yaşama arzusunu gizleme, ikincisi ise kişinin kendisine uygun insan bulamaması ve şayet arayışta ise arayış inancının tükenmesi ve kendini dünyada teklestirme ile ortaya çıkar.
    insan tabiatı ya da dünyada yapılacak pek bir şeyin olmaması sonucu belki, ne yazık ki bilemiyoruz ama hissedilen ve görülen insanın yalnız olmayı tercih etmediği ve bunu birlikte olduğu kişilerin ilgisini çekmek için ara ara arzuladığı görülmektedir.
  2. yalnızlık bile tanımlara ve kitaplara girebilirmiş arkadaşlar. onu da bir sisteme koyup içini boşaltmak istiyoruz herhalde. ben sadece mantıklı bulduğum sistemleri, okuduğum kitaplardan alarak paylaşmak isteyen bir adamım. haberiniz ola.

    iki tür yalnızlık vardır ; alelade ve varoluşsal yalnızlık.

    alelade yalnızlık ; insanların arasında yaşanan yalnızlıktır. başka insanlardan tecrit edilme sonucunda elde edilen yalnızlıktır. bu tecrit edilme ; yalnızlık korkusu, reddedilme korkusu, utanç ve sevilmeme hissiyle ilgilidir.

    ayrıca yalnızlık ölüm acısını da büyük ölçüde arttırır. ve kültürümüz genellikle ölümün etrafında bir sessizlik ve tecrit perdesi oluşturur. ölümün varlığında kelimelerin etkisizliğini fark eden insan ne diyeceğini bilemez ve ölen kişiyi üzmekten korkarlar - mümkünmüş gibi - . aynı zamanda kendi ölümleriyle karşılaşmaları da onları konudan uzaklaştıran temel sebeplerden biridir. ölüm anında bu alelade tecrit iki türlü işler : sağlıklılar ölmekte olandan kaçar, ölmekte olan da genellikle onların tecridine uyar. onları kendi korkunç, karamsar zihinlerine çekmemek için sessizliği kabul eder.

    varoluşsal yalnızlık ise daha derindir ve kişiyle diğer insanlar arasında kapanmayan boşluktan doğar. bu boşluk ; her bir insanın varoluşa tak başına atılması ve her birinin tamamen yalnızca kendi tarafından bilinen bir dünyada yaşadığı gerçeğinin ortaya çıkardığı boşluktur.

    - ''yalnızca kendi tarafından bilinen dünya'' ; 18yy'da immanuel kant hepimizin tamamlanmış, iyi yapılandırılmış bir dünyada yaşadığımız şeklindeki sağduyulu düşünceyi çürütmüştür. nörolojik çalışmalar sonucunda her insanın kendi gerçekliğini yaratma da büyük rol oynadığını belirtmiştir. -

    bu yüzden varoluşsal tecrit insanın biyolojik hayatın kaybının yanında, başkasının zihninde aynı şekilde var olmayan insanın ayrıntılı dünyasının kaybını da ifade eder.

    her insan hayat çemberinin içinde çeşitli şekillerde alelade yalnızlık yaşayabilir ama varoluşsal yalnızlık çoğunlukla yaşlandıkça, ölüme yaklaştıkça yaşanır. dünyanın bir gün yok olacağının ve bu kasvetli yolculukta kimsenin insana eşlik edemeyeceğini farkına varması ile hissedilir. bir nevi insanın düşündüğünden daha yalnız olduğu gerçeği ile karşılaşmasıdır.