1. portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe, iki kedi de bulanınca, kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini aglamışım oracıkta.
  2. angie, angie... şu parça da resmen kalibrasyonumu bozuyor. zaten bozuk olduğundan iyice kirişi dağıtmama sebep oluyor da olabilir. önemsiz. kirişi dağıtmak da ne demekse. bu deyimde aklımın tavanı üstüme mi çöküyor acaba. öyleyse çöktüğü yerden kalkmalı mı, yatmalı mı? bence artık bir karar versen iyi olacak çünkü sürünüyorsun. demeyim demeyim diyordum da işte bunlar hep açlık. demiyordun aslında çünkü öyle olsa bilirdin. kimi kandırıyorum. yahu gece gece karnabahar da ne güzel gitti; eline sağlık annem benim. canımsın! ayrı evde yaşasam da anne yemeğine geri dönüş yapmanın haklı gururunu yaşıyorum. pardon da yayına mı verecektin? yok böyle bir şey... sefer tası taşır gibi taşıyorum yemekleri ama olsun. bir de bakır cezvede kahve kaynattım mı sabahlar olmasın deriz artık. yani şimdi biz ayrılmayı hangi yüzden seçmiştik? vallahi hanginize sorduğumu ben de çıkaramadım bir anda. o değil de gecenin bu saatinde ne sebepten çalışıyorum ben? he canım. çalışmaya bak. ne yapıyorsun sen sözlükte be adam! çalışsana! lafa bakma, söyleyeni görme, geyik hortlatma sakın. tut kendini. öhöm. fincan kahvem hatırına çalış; neyin var ki işten gari... tamam la bebe dramatize etme çalışıyoruz zaten; iki dakika tahtaya kalktık. başlarım şimdi sana da işine de ha... deprem oluyor bazı kanallarda. sus artık. bir de cezveyi hemen yıka çünkü telve zor çıkıyor. lütfen. hadi bakalım...
  3. ne sebeple var olduğunu bilmeyen milyarlarca insan var. ne sebeple var olduğunu bilen var mı tam olarak ? varlığına bir sebep bulma gayreti neden? sebepsizce gülüyorum bazen. bazen ağlıyorum. sebep ?
  4. 90lar esprisi : saç malanmaz taranır.

    ölün e mi!
  5. :d
  6. biraz da yiyelim. gastronomi yüz bir.

    bu gün yumurtalı kavurma yedim ımh etkisi yaratmadı bende malesef. dünkü nohut pilav üzeri tavuk da ımh yapamadı. yarın ne yesem?. affedersin "yarak ye imagine" diyecek olanlar yazmasın onun sırası var. bu arada dünkü irmik helvası da bok gibiydi. insan biraz fazla kavurur, sapsarı getirdiler koydular önümüze.

    nevermind, all i need is just a little lahmacun. fındık lahmacun. yanında ayran, şey ayranı böyle köyde teyzelerin yaptığından. sonra antep katmeri ımh tabi ki zekeriya usta şeysinden yemeli. katmer dedim de şey geldi aklıma, künefe de geldi de neyse. sarımsaklı yoğurt soslu yumurtalı ıspanak.

    mersinde atom vardı. biri benim için içsin ondan. atom yoğurtlu tantuni atom üçlüsü, metin ali feyyazdan bile iyi bi üçlüdür benim için.

    bu arada pastırmanın kilosu 100 tela olmuş. şu kayseri'de okuyan bebelerden pastırma istemeyi bi bırakın ya da parasını verin yahu ayıptır.

    künefe demiş miydim?

    çiğ köfte olmalı şimdi. a bele bele sıkılmış, marul arasında, urfa usulü haa öyle komagene falan değil. neyse limon sıkıyorsun üzerine. ısırıyorsun, o reklamlardaki magnum sesi yok mu? bu arada ben hala magnum almıyorum.

    magnum dedik de geçenlerde çikolatalı gofretin bitter çikolatalısı çıkmış.

    bitter dedim de nerde o eski yayla çorbaları? yok ondan değil sen pirinçli olanı diyosun. o değil. içinde nohut olacak, çok az fasulye az bi pirinç, bol miktarda buğday (yarma derler bizim orada), üzerine de nane yakıyorsun ımh. pul biberi unutmayn.

    pul biber demişken, waffle abi. üzerine nutellayı sürüyosun. sonra bi tık beyaz çikolata sosu gezdiriyorsun. sonra meyve tabi. muz, kivi, çilek. meyvelerin üzerine bi tık tahin, biraz bal gerisini sütlü çikolata sosuna bırakın o halleder.

    gelelim tatlılara. tahinli kadayıf tatlısı. kadayıfın güzelse bir de. ımh diyorum gerisini hayal edin artık.

    aklıma geldikçe editlerim. ya da ben bi çiğköfte yeyim de öyle editleyim.

    muzlu süt!!11!1!
  7. dinler ister gerçek ister uyduruk olsun, insanlık tarihi ve daha önemlisi insanlık denen topluluğun düşünce tarihi hakkında çok güzel veriler sunuyor bence. atıyorum 100 tane din olsa bunlardan en fazla 1 tanesi hakiki din olsa (hakiki afyon sucuğu der gibi oldu) geriye kalan 99'u için "ulan kafaya bak be" diyeceğiniz kadar yaratıcı. yani bu 99 dindeki 99 ayrı hikaye tamamen insan beyninin ürünü. westeros'ta yok böyle hikayeler.
    bi de şu var tabi. milenyum insanı fazla realistik. yani herşey gerçeğin kuralları ile sınırlı. gidip de birine "gerçek olan 7 tanrı var ve ben onların 7 peygamberinden biriyim" desen hayatta mürit toplayamazsın. ama eskiler öyle mi? kafalar hep bi fantastik hep bi orta dünyalı.
    düşünsene bundan 3000 yıl önce insanlar evreni bilimin kuralları ile değil kendi uydurdukları hikayelerle anlamaya çalışmışlar. yani bu gerçekten çok yaratıcı değil mi? yepisyeni bir evren yazmışlar kendilerince (tolkien utansın).
    onların dünyasında herşey mümkün olabilir. çünkü henüz imkansızlıklar keşfedilmemiş. bilim "wowowowow haram" dememiş. her zaman daha fazla seçenek var. birşeyin uçmaması gibi bi durum yok. simyayla ne biliyim büyüyle... uçabilir. zamanda geriye niye gidilmesin? gidilebilir.
    keşke öyle mi kalsaydık deyiverdim içimden sadece bir an. yanardağlar tanrılar bize kızdığı için patladı demek en azından tanrıların suça tepki vermesi açısından güzel bi umut değil mi?
    ay aman neyse iyi saçmaladım. daldan dala saçmaladım fakat güzel saçmaladım.
  8. tehlike arttıkça ve zaman daraldıkça aldığımız keyif de artmalı. rüyalardan bunu öğrendim.
  9. alpay özalan.

    bakın çok ilginç bir insan. tarihlerde hatalar olabilir, affola.

    2006 dünya kupasına katılmak için tek engelimiz olan isviçre maçı. milli marşlar okunuyor, kamera alpay'a odaklandı, alpay ejdarha gibi her hücresine adrenalin bulaşmış şekilde söylüyor.

    "baba bu adamın kırmızısı var."

    "yok oğlum, o kadar da değil, mühim maç, gaza gelmiş biraz."

    maç başladı henüz daha ilk dakikalar tak, penaltı, kırmızı kart. faili alpay özalan. takım 10 kişi 0-1 yenik başladık maça tabi sonu hüsran.

    oysa 10 yıl öncesinde euro 1996 son dakikalar, hırvatistan kontra atağı, ceza sahasına 20 m var, bu durumda takımın gruptan çıkabilmesinin tek çaresi bariz gole giden hırvat futbolcuya sonu kırmızı kart olsa da alpay'ın faul yapıp atağı durdurması. alpay yapmadı, fair play ödülü aldı. elendik.

    alpay'ın eşine küfrettiler, alpay daha da burada durmam diyerek ingiltere'de oynamaya başladı.

    türkiye- ingiltere maçında penaltı kaçıran beckham'a "n'oldu len gevşek, hak oğlum işte, hak yiyen b.k yer" diyerekten kafa attı. ingiltere'den kovuldu.

    geçenlerde güzel bir maç vardı. göztepe- eskişehir, ikisi de 1.lig içerisinde iddialı takımlar. bizim alpay, es es'in teknik direktörü. son dakikalar maç 1-1, es es tartışmalı bir pozisyon sonrasında gol yedi, 2-1 göz göz öne geçti. deli oğlan iş başındaydı, takımı maçtan çekti. sonuç; eskişehirspor'a para, hükmen mağlubiyet ve 3 puan silme cezası verildi.

    duygusal, fanatik, sinirlerine hakim olamayan, mevki/makamı yaptığı işin ya da tercihinin önemi ne olursa olsun anlık duygularıyla sonunu düşünmeden karar veren alpay.

    toplumdaki alpay'ı çözersek, takım tutar -10 yese de amatöre de düşse yalnız bırakmam- havasındaki siyasi fanatizmi, özeleştiriden yoksun getirilen eleştiriye - sanki herkes/her şey kusursuzmuş gibi- "bizimkiler ettiyse vardır mantığı, ama onlar hep böyle namıssız" demeyi, anlık hissiyatımızdan öte az biraz soğukkanlı olabilmeyi başarabiliriz gibime geliyor. gerçi, bunu fazlasıyla yapamayan güruha hitap edemeyecek ama saçmaladık işte.

    düzeltme : kupa/tarih düzeltmesi.^:rikitk'e teşekkürler^
  10. şehre, ve onun önünde serili bekleyen okyanusa geriden ve yüksekten bakan, sırtını ise karanlık ormanların sessiz tekinsizliğine vermiş, tepelik bir bölgenin uç kısmında yaşayan mahalle, yoğun sis ve çiseleyen yağmur damlalarıyla bir olmuş sokak lambalarının cılız ve sararmış ışığı altında beni de kendine hapsetti.

    tam da bu esnada, sabit bakışlarım ayaklarımın altından ses çıkarmadan akarken, yapayalnız sokakta neredeyse hiçlikten çıkagelen ergen irisi şişko bir bisikletlinin üzerime sıçrattığı çamur, yeryüzündeki bütün köhnelikleri zihnimden silip attı. bilinçsiz adımlarım aniden durdu. istemsizce kollarımı iki yana açıp pantolonuma baktım. bisikletli ise benden hemen sonra ancak durabildi. pantolonumu hayretle inceleyip berbatlığını onayladıktan sonra soran gözlerle bisikletliye baktım. ifadesiz suratıyla olanların hala gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. ilk olarak suratı sivilceden geçilmiyordu. kıvırcık saçları, ezelden beri aralıkmış gibi duran kalın ve küçük dudakları, var ile yok arasındaki burnu ve yuvarlak çehresiyle bir insan ancak bu kadar alık bir ifadeye sahip olabilirdi. anın şaşkınlığıyla aklıma düşen ilk cümleyi sivilceli embesile savuşturdum.

    -bunu neden yaptın?

    birkaç saniye suratıma bakmaya devam etti. kendine gelince bana dönük olan suratını gideceği yöne doğru çevirdi ve sarı ışık huzmeleriyle boyalı sokağın bitimine doğru hasretle baktı. oysa mahcup salak, erindiği manzaranın bir parçası olmak için cennetini bile satardı. onun yerine kaderine boyun eğerek tekrar bana döndü ve tutuk bir şekilde cevap verdi.

    -bilmiyorum bayım. özür dilerim.

    anlam yoksunu bir soruya, anlam yoksunu bir cevap... pekala makul... cevabını kabul etmekten başka çarem kalmadı. kızgınlığımı aktardığımdan emin olana dek ısrarla ona bakmaya devam etmek niyetindeydim. sokakta, ikimizden başka, atmosfere hapsolmuş yoğun sessizliğe tanıklık eden tek şey, sokak köpeklerinin belli belirsiz, uzak bağırtılarıydı. isterdim ki gelişi güzel, ağız dolusu, hacimli laflar sıralayayım. oysa dudaklarımdan tek bir kelime bile dökülmedi. çocuğun üzerine nişan aldığım bakışlarımın istikrarından emin olunca yavaşça önüme döndüm ve adımlarım tekrar çalışmaya başladı. yürümeye koyulduktan birkaç metre sonra merakla tekrar arkama baktım. bisikletine binip olay mahallinden uzaklaşırken, benim ona baktığım gibi, o da kafasını çevirmiş bana bakıyordu. karşılıklı bakışarak birbirimizden uzaklaştık ve donuk sisin derinliklerine doğru birbirimizi yitirdik.

    etkisi azalan yağmur tamamıyla durdu. yerini nefes nefese esen soğuk rüzgar ve rüzgar şiddetini arttırdıkça beni daha da ürküten yabanıl uğultular aldı. öte sokaklardan kulağıma uzanan köpek bağırtıları ise artık duyulmuyordu. rüzgarın şiddeti en olası düşüncelere bile yer bırakmadı.