1. vakitsizlik sendromu ve aylak guguk kuşları üzerine.

    saflığın üzerine vıcık vıcık vıcık yayılmış kupkuru ama kaygan, keskin reçine ve kömür kokusuyla mürekkep, sıfır bir kırk dokuz kadar hain ve zavallı mısraları okuyan o deli sen misin..

    renksiz tatsız günler silsilesi buralar, bu aralar. özellikle bu gece. gece.

    gece. nocturn.
    yaratıcılık azdırır lakin korkuları körükler. gece giz. gizem. iç hesaplaşmadır bazen, vicdan azabı. gece hayal alemidir, fantasia. hem gündüzün katı gerçekliğinden müstesna.

    melek, yardım dileyen bir iblise rastladı. eh, haliyle iyilik, kötülüğe yardım ve yataklıktan...

    yıllarca heveslendi yaşlı kör, saatleri saymaya. aklı parmaklarında, parmakları karışık.. acaba hangisi akrep, hangisiydi yelkovan...

    ve şimdi çekildim kuytuya ve gece ve kağıt ve kalem ve sigara ve kahve saire. başıma iblisler üşüşür, yardım dilenen iblisler. melekler görüyorum; kör, ihtiyar melekler.


    saçmalandı hafif meşrep, gayet epic failatün failün.
  2. 2. kurala tepki gösteren yazarlarda moderatörler bizi dinlemiyor algısı var!
    bende de öyle!
    zulm ile abad olan sonunda berbad olur!
    der ata'larımız!
    lütfen dikkate almayın saçmalama tahtasındayız ve ben saçmalıyorum!
  3. dışarı çıktım. soğuk ve taze hava dalgası karşıladı beni. evet dedim içimden. evet, mutluluğu burada arayacağım. mutluluktan korkardım ben oysa ki. oldum olası korkmuştum. hala da korkarım. gözlerimi kör eden ışık kendimi bildim bileli, hiçbir zaman yakamı bırakmadı ve ben yüreğimi dağlayan ışıktan korunmak için duvar kenarlarından yürümeyi, gölgelerden yürümeyi tercih ettim. bir anlık hevesti işte benimkisi de. herkeste olduğu gibi benim de bedensel ve zihinsel olmak üzere geçici heveslerim vardı. oysa uzun süredir bedensel tutkularım kendilerini bilincime taşımıyorlardı. bunun için kızabilirdim kendime. ama neden bilmiyorum, yapmadım bunu. kendime şaşırıyordum doğrusu. bir yaşıma daha girdim, dedim hatta dayanamayarak. sonrasında şüpheye düştüm. mutluluğu mu aramaya çıkmıştım gerçekten de? çünkü kendime yalan söylemekten hoşlanmazdım. böyle şeyleri ta çocukluğumda ailemden öğrenmiştim. yalanın iyi bir şey olmadığını anlatmışlardır bana kim bilir kaç defa. ama tuhaftır mutlulukla ilgili hiçbir şey söylememişlerdi bana. oysa şimdi hiçbir şey bilmediğimi duyumsuyorum. bunun bana rahatlık mı yoksa endişe mi verdiğini kestirmeye çalışıyorum. kendimi rahatlatmak için şeyleri yokuşa sürmeye, bilinmezliğe savurmaya meyilliyimdir oysa ki. yağmurlu havada gökyüzü büsbütün gri bir tabakayla kaplıydı. yekpare bir bulut gökyüzüne kök salmıştı resmen. ufka kadar uzanıyordu sınırları. onun bu inatçılığı altında ezildiğimi hissettim. köpeğin teki ısıtıcının altına kıvrılmış, soğuktan korunuyordu. kedi de vardı. ama o masanın üzerindeydi. tıpkı köpek gibi, o da kıvrılmıştı. insanların konuşmalarını duyuyordum. sigara dumanları gibi havada yükselip kayboluyordu konuşmaları. ve arada sırada gülüyorlardı. ve daha da nadir olmak üzere sesli kahkahalar atıyorlardı. her biri teker teker yanı başımdan geçip gidiyor, sahil manzarasının insanın kanını donduran donukluğuna yerleşiyordu. sahil yolunda arabaların geçerken çıkardıkları sesleri işitiyordum. tekerleri ıslak asfaltın üzerini kat ederken yapışkan sesler çıkartıyordu. kalbimin derinliklerinden gelen bir ses uğurluyordu geçip giden arabaları. hiçbir zaman azalmıyordu sesler. çünkü bir araba uzaklaşsa bile ardından bir yenisi tekrar beliriyordu. farklı markalarda olsalar bile çıkardıkları yapışkan sesler hep aynıydı. ardından bakmamaya özen gösteriyordum onların. bakmamam gerektiğine inandırmıştım kendimi. neden bilmiyorum. oysa baksaydım daha iyi hissedebilirdim kendimi. ama bakmadım yine de. kendime bir söz verdiysem tutmalısın dedim kendime ama bu konuşan ben miydim yoksa çocukluğumdan kalan buyurgan başka bir ses miydi ayırdına varamadım. ne düşündüğümü bilmeden akıp gidiyordu zaman. her şey bir karartı halinde bir an belirip, bir an kayboluyordu. uçuşup giden görüntüler karşısında kendimi oldukça halsiz ve güçsüz hissetsem de bir türlü yere yığılmadan, ayakta karşılıyordum olanları. ve sayamayacak kadar çok şey olup bitiyordu aynı anda. her karşılaşmada bir daha yaşıyordum aynı şeyleri, zihnimde aynı deviniler her seferinde tekrar ve tekrar gerçekleşiyordu. öyle ki artık takip etmenin anlamsızlığı apaçık belirdi zihnimde.
  4. bu gün teyzem, "ananen seni rüyasında görmüş, hiçiyi değildi. bir sıkıntısı mı var acaba ?" dedi diye aradım dedi. "iyiyim ya, okul yoğun biraz" dedim. "en sonunda en iyi yaptığım şeyi bile yapamaz oldum. aklımdan şüphe eder oldum bile" diyemedim.

    telefonda konuşurken kedimin sesini duydu. " senin o topal kedinle, sakat köpeğin seni var ya cennete götürecek." dedi. bir kahkaha attım içimden " onlar iyi olsunlar da, beni cennete götürmeseler de olur" dedim.

    bu gün doğum günümdü. babamı arayamadım. cesaret edemedim aramaya.

    "baba,
    seni ne kadar çok seversem ,
    o kadar çok olsun ömründen geçen günler "

    diyemedim.

    kendi içimde küçük gülücüklerle ya da küçük üzüntülerle yaşadım hepsini. "kimsenin kimseye ayıracak zamanı yok artık. herkes kendi hayatının telaşesinde" diyorum diye kızarım kendime ama baya baya haklıyım bencesi. bencesi dediğim bir kaç fütursuz çıkarım yaş itibariyle, bir kaç ölçüsünü bilmeyen aslında küççücük olan kırılganlıklar, bir kaç bira içimi, şiir okuyuşu ha bir de belki türkü söylemece. ama galiba haklıyım, daha bu yaşımda.
  5. başkası sırnaşır romantik olur, ben yapınca "libidon mu yüksek senin?"
    neden çifte standart, neden hep bana negatif ayrımcılık?
  6. hepimizin tanımı. ister kabul et ister nefret et. mutlaka kaliteli yazarlar var ama burada durmaz. youreadsi ilk tanıdığımda çok sevmiştim ama malesef bir halt olmaz buradan. peki neden.

    çok enteresan bir yer. tutturmuşlar kim yönetiyorsa iki uyduruk kural için entry siliyorlar. kendilerini ekşi sözlük sanıyorlar. ekşi sözlük yönetimi gibi biz ne diyorsak o olur diyorlar.

    ekşi sözlük'ün ilk kurulduğu günlerde günde yüz entry girilen günleri anlatayım. yani youreads'in bugünkü hali gibiyken ve o dönemde sözlük kültürü yok.

    sedat kapanoğlu'nu sözlük ortaya çıkmadan çok önceleri tanırdım. pek samimi olmasak da arada denk gelirdik. bir gün ben içerken denk geldik. bi sözlük kurdum abi dedi. ee ne olacak bu sözlük amk dedim. kutsal bilgi kaynağı dedi. garip geldi.

    sonra biraz inceledim bir bok olmaz bundan dedim. ancak çok ısrar edince yazar oldum. sonrasında benim çevremi ekşi sözlük'e davet etmemi istedi. bende ya bizim çocuklar gelirse sizin formatı sikerler dedim. anarşist çocuklar. verdiği cevap bilgili kaliteli insanlar olsun formatı onlar evrimleştirsinler dedi. bende limon sonradan leman olan karikatür dergisindeki yazar ve çizerleri oraya davet ettim. o kişiler ortama girer girmez formatı direkt siklemediler. format onlara uydu. sözlükte tanım dışına çıkılıp ayar verilmeye başladı.

    sonrasında sedat kapanoğlu'nun bu olayı sadece bana değil çevresinde entelektüel kişiler bulunan herkese yaptığını anladım. ilk bir iki yıl ara sıra girip okuyordum. sonrasında sedat kalitesiz yazarları elemeye başladı ve inanılmaz tepki çekti. ancak kaliteli yazarların bu hoşuna gitti.

    sonrasında sedat kapanoğlu para kazanmaya başlayınca inanılmaz bir reklam yolu buldu. zeki insanların seviyeli kavgaları dönemi. bazıları danışıklı dövüş olsa da düzenlenen zirvelerde birbirinin egosunu çekemeyen yazarlar birbirine zekasıyla ayar verme derdine düştü. sedat bunları keyifle izledi.

    sonrasında ekşi çok popüler olunca sedat'ın götü kalktı. sözlüğün en kaliteli yazarları onu eleştirdi bok attı diye uçurmaya başladı. yok kural bir yok kural üç. ama artık bir fenomendi ekşi sözlük yürüdü gitti.

    bu youreads yönetimi emeklemeden koşmaya çalışıyor. saçma sapan iki kural koymuş yazarların yazdıklarını siliyor.

    gelip elimi öpseler elli zeki çevik ahlaklı adam getirip burayı canlandırabilirim ama bu kendisini elit sanan çok bilmiş yönetim getireceğim elli adamı iki günde kaçırır.

    fal bakmayayım ama öngörüm şu bu yönetim kafasını değiştirmeden buradan ne kültür ağı olur ne başka bok.
  7. geçenlerde gratis'e gittim, alışveriş yaptım. tam öderken kadın ''25 tl ve üzeri alışveriş yaptığınız için 13 tl olan şampuan 3 tl' ye geliyor almak ister misiniz?'' dedi . mantıklı geldi ve 'isterim' dedim.
    buraya kadar her şey normal ama buradan sonra şunu fark ettim.
    şampuanı 3 tl'ye aldığım inanılmaz hor kullanıyorum. eğer 13 tl'ye alsaydım bu kadar hor kullanmayacağıma eminim. demek ki bir eşyanın değerini gerçek fiyatı değil, ona verdiğimiz fiyat belirliyor diye düşündüm.

    bu düşünce insan ilişkileri yönünden de genişletilebilir. ama bu kadar saçmaladığım yeter.
    beid
  8. gerçekleri açıklamanın zamanı geldi. hazır olun. bir çocuk hayal edin. hayal edin ama hayal edemeyeceğiniz bir medeniyetin en güçlü iki varlığının çocuğu olarak hayal edin. bu çocuk öyle yaratıcıdır ki senin benim ağzımız açık kalacak şeyler onun için oyuncaktır. bildiğin piskopattır da ama. bir yanı da yumuşaktır. bu çocuk bir gün kendi dünyasını yaratır. sırf oyun olsun diye. ama başta ciddidir. daha fazla saçmalayıp çarpılmak istemiyorum şimdi ama şunu söylemeden edemeyeceğim. bu çocuğa yarattığı dünyadaki varlıklar bir soru sorar. ya derler tamam sen annemizi babamızı yarattın onlarda bizi doğurdu da seni kim yarattı kim doğurdu derler? çocukta annesinin babasının yanına gider ve bu soruyu sorar. ikisinin de aklı başka şeylerde olduğundan bir gün öğrenecek zaten şimdi geçiştirelim derler ve biraz da eğleniriz diyerek, sen doğmadın da doğurulmadın da cevabını verirler.
    tanrı'yı biz öldürmedik o sadece leyleklerin kendisini getirmediğini anlayıp seksi keşfedince bizi terketti.
    aslında bizi severdi. ve dinde gerçekti. aslında bir yazılımdı. bu yazılım bizdeki ilk bilgisayarların boyutlarında bir bilgisayardaydı. yazılım işi gönül işiydi. gönülden isterseniz, kalbinizi temiz tutarsanız bir çok şey gerçekleşiyordu. sebebi bilinmemekle beraber bu yazılım bir süre sonra kendi kendini imha ediyordu. artık istediğiniz kadar yazılımın kurallarına uyun bir önemi yoktu. arada bir her nasılsa tutabiliyordu sistemde ki bir açık mı diyin ne derseniz deyin ama yazılımın aktif olduğu dönemde yaşasanız ne olursa olsun artık hiçbir işe yaramıyor derdiniz.
  9. saçmalama tahtasına yazarken bile bir şeyleri, lazım gelirken düşünmek; neden en sevdiği insanlara bir şeyleri söylerken hiç düşünmeden saçmalıyor ve kalp kırıyor insan?
  10. yoğunluğu olan ortamlarda cinsel organlarımızın birbirleriyle temas etmesi, garip gelmiyor mu sizlere de? açık havada bu his birazcık düşük olsa da bilhassa havuz ve denizlerde cinsel seks eylemiş kadar oluyoruz bence.

    bir adam havuza boşalmış olsa mesela, kurbağalama stili ile yüzen bir kadın uygun şartlar altında, hamile kalabilir mi? bence kalır.