1. ilkokulda 4. ya da 5. sınıftayken ingilizce dersindeydim. bir gün ne olduysa en ön sıradayken (normalde en arkada otururdum) "öğretmeniim 1997 diyebilir misiniz??" demiştim. ama nasıl heyecanlıyım. ingilizcede 100'den sonrasını bilmiyorum. acaba nasıl bir şey diye 1 hafta bu soru kafamın etini yemişti. hatta sırf bu soruyu sormak için oraya oturmuş olabilirim hatırlamıyorum o kadarını.

    öğretmen beni çok yanlış anlayıp "diyebiliyorum tabi kaç sene okulunu okudum ben bunun" dedi. oysa ben "can/can't" manasında sormamıştım, rica etmek anlamında öyle kurmuştum cümleyi :(. yoksa biliyordum tabiki söyleyebilirdi... ondan da "tabii ki lelouch, söylerim" deyip söylemesini bekliyordum. içinden de "vay be ne nazik çocuk" diyecekti tabi.

    hiç öyle olmadı... söylemedi de zaten 1997 nasıl söyleniyor ingilizcede...

    o gün bugündür aklıma gelir bu olay. cümle kurmadan 2 defa düşünürüm. kibarlığın dozunu ayarlarım.

    :(

    not: one thousand nine hundreds ninety seven
    not2: nineteen ninety seven
  2. neden yanımızda olması gereken insanlar bize en uzak yerde oluyorlar?
  3. Öncelikle ben İnönü stadında yeni açık tribünden demir korkulukları tırmanıp kapalı tribüne geçmiş bir çocuktum bunun altını çizmek isterim. Hayır yeni açığa da çift turnikeden beleş giriyordum, bu kadar yüzsüzüm. Ulu manitu beni affetsin.
    Maç sırasında ben büyükleri izlerdim insan denen canlının kendisini bir şeye yüzde yüz odaklaması ne kadar ilginç olabilir, işte stad da ki abilerimiz bunu bana çok güzel gösterdi. Arkamda ki abi aynı takoz recep'e benziyor hakemin düdüğü ile beraber başladı ama abi işi biliyor önce ön sevişme tarzı ufak sitemler kör müsün? Allah cezanı versin vs. Sonra dakikalar ilerliyor ibre yukarı doğru hareketlenmeye başlıyor, ritim hızlanıyor, ulan adamın ağzında küfür evrim geçiriyor, anlaşılmaz bir hal alıyor, sonra elinde ki tesbih ve kaçak soktuğu çakmak bir anda yabancı madde oluyor, yalnız küfür konusunda çok bonkör herkese ediyor hiç adam ayırmıyor yani o sırada babası arasa ona da eder, orada bulunma amacı. Bir de alkolü çok fazla, baya fazla kaçıranlar var, onlar her şeyi kaçırıyor, çok güzel frikik golünü, son dakika golünü. Kaçırmayı hayat felsefesi yapmış netekim altına bile kaçırdı.
  4. sanki beynimizin kalkanıyız. tüm vücudumuz yani beynimiz ve beynimizden çıkan sinirlerimiz dışındaki tüm vücudumuz beyni var etmeye çalışan bir yapı ve korumaya çalışan bi kalkan. beynin içine yerleşmiş o bilinç halini bazen kişiliğimden yani kendim olan o bireyden ayrı tutuyorum. sanki ben- yani bombadil- beynimde yatan ve hiç iletişim kuramadığım o varlığa hizmet eden bir köleyim. bütün insanlık hatta hayvanlar için de böyle düşünüyorum. beyin çevreyi tanımak,kendini beslemek ve kendini geliştirebilmek için kendine bir vücut yaratmış ve tüm bu işleri kolaylaştırmak için yani sosyal bir varlık olup ihtiyaç alışverişi yapabilmemiz için kişiliği oluşturmuş gibi. o kişilik de mesela bombadil olmuş. bu varlık vücudu oyalayabilmek için kişiliği oluşturmuş, kişiliğimi bir arayüz olarak kullanmış gibi.
    "ben" diye bahsettiğimiz şeyin beden değil de kişiliğimiz olduğunu artık kabulleniyoruz zaten. bu yüzden beyin nakli değil de beden nakli aslında yapılacak olan ameliyat ama aslında birer "ben" değilsek? yani bilinmez varlıklar düşünün, ihtiyaçları olan tek şey bilmek olan. ama bilmek biraz da keşfetmek ve etkileşmekten gelir. keşfetmek için kendilerine birer beden yaratıyorlar. ama sadece bu şekilde bilgiye ulaşamayacaklarının farkındalar, ayrıca yarattıkları bedenlerin ihtiyaçlarını da karşılamaları gerekiyor. bu farkındalıkla etkileşmek gerektiğini anlıyorlar ve bu yüzden "birey"i yapan, kişiliği oluşturan nöronlar ve bağlantıları meydana getiriyorlar. ve işte insan! yarattıkları bu algılayıcı sistem kendi ihtiyacını karşılarken bir yandan da bu bilinmez varlığa gereksinim duyduğu bilgiyi kazandırıyor. ama biz sanıyoruz bizler yani insanlar kendi sahip oldukları bedenleri ve oluşan kişilikleri-benlikleri ile birer özgür varlık. halbuki bizler aslında o bilinmez varlıkların, keşfetme ve etkileşme mekanizması ile bilgi arayan makineleriyiz. ve otostopçunun galaksi rehberindeki gibi hayatın,evrenin ve herşeyin cevabını düşündüğümüz anlarda, neden var olduğumuzu sorguladığımız anlarda belki de beynimizdeki bu nöron yumağı, bu organik yapı içine gizlenen o bilinmez ve anlamlandıramadığı varlığı seziyor ve bilinci uyandırmaya çalışıyor. ya da bu sorgulama nöronlarımızda kayıtlı olan o varlığın bilgisini hatırlıyor ve o varlık bizi sorgulamaktan men ediyor ve bizler bu büyük soruların cevabını düşündüğümüz anlardan hemen sonra hayatımıza hiç birşey yokmuş gibi devam ediyoruz. çünkü nefes almamız, doymamız, harekete geçmemiz lazım. o varlık için keşfetmeye ve etkileşmeye devam etmemiz lazım.
    ve belki günü geldiğinde bu varlık kendine daha iyi bir araç bulması gerektiğinin farkına varacak. kişilik denen ayak bağını ortadan kaldırması gerektiğini düşünecek ve matrixteki gibi bir bilinç durumu meydana getirecek. bilgiye daha hızlı,masrafsız ve sorunsuz ulaşan bir araç yapacak kendine. ve bizler insanlık denen şeyin bir delüzyondan ibaret olduğunu bilmeden yok olacağız. bilinçlerimiz ya da ruhumuz da bu yok oluşun, bu hiç oluşun bir parçası olacak. tarihimiz, ürettiklerimiz , insanlık olarak meydana getirdiğimiz herşey dikkatimizi beynimiz denen ama aslında altında gizlenen varlığın kabuğu olan o varlıktan uzak tutmak için yaratılmış birer sahtelik, o varlık kendini bilgi ile doyururken benliğimizi/kişiliğimizi oyalayan birer oyuncak ya da oyunmuş, bunu bilmedeb sıfır olacağız. hiç var olmamış gibi olacağız.
    işte tramvayı beklediğim bazı zamanlarda insanları oraya buraya koştururken, birbirleri ile konuşurken görünce belki de aslında durum böyledir diye düşünüyorum. ben sanki beynimdeki o parazit varlığın, kendini bilinçli ve sahip sanan ama aslında ne olduğunun farkında olmayan kölesiymişim gibi hissediyorum. o kontrolü kaybettiğinde ya da artık bilgiye doyduğunda da öleceğim ve hiçliğe karışacağım. ya da o içinde yattığı bu kabuktan hep nefret etmiş olacak ve bilgiye doyduğunda benliğimi kendini yok etmeye yani intihar etmeye ikna edecek.
    psikoz hastaları ya da kişilik bölünmesi hastaları belki de bir şekilde bu varlıklarla normalden daha fazla iletişime geçen insanlar ve kendi benlikleri bu ikincil ve aslolan bilinç karşısında error veriyor.
    rüyalar da belki de uyurken benlik hiç birşeyle oyalanmadığı için dikkati bu parazit varlık çekmesin diye oluşan cafcaflı illüzyonlar.
    .
    .
    .
    hayır psikiyatrik bir rahatsızlığım yok. sadece bir ihtimali düşünelim istedim. saçmalık yani.
  5. yalnızlığım sensizlik pınarı

    yine çöktü üstüme, yalnızlık
    sesinden uzakta, yüzünden uzakta
    arada zihnime uğrayan,
    hayalinden bile uzakta.
    artık hayaller bile getirmiyor seni bana.
    kaybolmuş gibiyim, sensizlik pınarında.
  6. "insan olmaya çalışırken, kendini ağaca gıpta eder halde bulmak da varmış yaşamın içinde"
  7. keşke bazı anları kavanoza koyup saklayabilseydik. kurabiye gibi. kapağı açtığımızda o sıcak, tarçın kokusunu ilk duyduğumuzdaki gibi alabilseydik. küçükken bazen ateş böceklerini koyardım kavanoza. sonra ölücekler diye korkup geri salardım. benim kavanozların saklama süresi kısa oluyor sanırım bu sebepten.
  8. bireysellik güzel bir şey. kendini geliştiriyorsun, düşüncelerini netleştiriyorsun, zamanla kaliteli bir insan oluyorsun. fakat bireysellik beraberinde depresyon getiriyor. insan içtenliğe, samimiyete özlem kalıyor.
    fakat bireyselliğin zıttı bir yaşam beraberinde büyük sorunlar getirir ve düşünemeyen insanlar elde edilir. samimi, içten insanların yanında torpil ön plana çıkar mesela. zayıf insanlar, azınlıklar ezilir.

    bireyselliğini koruyabilen, kendini geliştirebilen ve mutsuz olmayan, sağlıklı insan ilişkilerine sahip olabilen kişiler nasıl bir denge kurularak elde edilebilir?
  9. bazen acaba her şey sahte olabilir mi diye düşünmüyor değilim. ya bu gördüğüm her şey sadece beynimin oluşturduğu birer kurguysa gerçekte yatağa bağlı şekilde uzanıyorsam beynimde bunları görmemi sağlayan bir cihaz varsa. yani hep gerçek diyoruz da gerçek nedir sahiden? bir psikolojik hastaya göre onun gördükleri gerçek değil midir? bizim göremememiz neden bizi değil de onu sorunlu yapıyor? eğer bunu çok olanın haklı olduğunu düşünerek söylüyorsak geçmişte dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen galileoyu cezalandıranları hangi hakla yadırgıyoruz?
  10. çay sıcak. elimi yaktı.
    yanacaksin derdi medrese hocası cayır cayır hem de. bak şu mum alevine dayanabiliyor musun?
    cayır cayır ı bilmem ama yaktılar buz kesmiş yürekleriyle her gün.
    ne de kibarmis abimiz, otur hele şöyle nedir derdin, açlıktan ölen çocuklar var lan afrikada. güvenlik önemliymiş peh. çarpışan arabalara bile binemezsin sen. keşke ölsen. mide bulantisindan başka bir şey değilsin.
    çarpışan araba? bir kuraltanimazligin ve anarşinin insan beyninden çıkıp vücut bulmuş hali.
    carpisirsin. yanagin sallanır. hele tombulsan. obezite potansiyelin var senin. vah vah. afrika demiş miydim?
    carpisirsin. ağzın yüzün şekilden şekile girer. ve gulersin. ( siz hiç somurtkan çarpışan oto binicisi gördünüz mü) ha ha.
    carpisirsin. evet sarsilmak ihtiyacın var. sarsilirsin. sarsarken carptigin herifi.( herif? cinsiyetçi bir söylem, şöyle ki ; ataerkil toplumlarda ... amaan)
    çarpım tablosunu ezberlemeseydim ne olurdu ha? matematikçi oldum işte. oysa ben ne olmak istediğimi hala bilmiyorum. hayat çok kısa.
    bir kısa filmde rol almış ( baş rol ama figüran olamayacak kadar gururluyum ben ) oyuncu gibiyim. ucretim verilecek mi belli değil. verilirse bi paket kısa parlament alıp sağlam bir kebap yedikten sonra cigarami yakmayı düşünüyorum. keyif budur.
    kısa filmin senaryosu şöyle:
    bir lunaparkta ( luna ne lan ) çarpışan otoya binmek üzere iki arkadaş belirir. beklendiği üzere ( burada kader kavramına vurgu var ) araçlara biner bu iki arkadaş. eğlence başlar. birbirine çarpıp kahkaha atarlar. kamera zoom girer birinin ağzına. çürük dişleri var. sararmış iyice. kaçak sigara içiyor kesin. çirkinlik ana tema olur bu sahnelerde.
    eğlence biter.
    çay almaya giderler. daha çirkin olanı çayı ismarlar( bir güzellik yapmasa hepten kaybedecek ) daha az çirkin olan çayını alır ve ayağı kaldırım taşına ( başka bir nesne de düşünülebilir burada ) çarpar. çayı bacaklarına döker.
    ayağı yanar. bir of çeker. karsi ki dağlara bakılır.
    sonra ayağına çayı döken daha az çirkin der ki ikindi ezanı kaçta okunuyor ya ?
    the end.