1. gün aymış. gün aynıymış. tanık oldum. bahsetmeyeceğim. ama yine de sen bahset bana. allah aşkına bahset. bahset bana sevgilimden. görüyorsun eşitsizlikler söz konusu hayatımda.
  2. kargalar da uçar ama cevizlerin düştüğünü bilir. sabah sigarası ve cevizin yere çarpma sesi.
  3. tehlike arttıkça ve zaman daraldıkça aldığımız keyif de artmalı. rüyalardan bunu öğrendim.
  4. dışarı çıktım. soğuk ve taze hava dalgası karşıladı beni. evet dedim içimden. evet, mutluluğu burada arayacağım. mutluluktan korkardım ben oysa ki. oldum olası korkmuştum. hala da korkarım. gözlerimi kör eden ışık kendimi bildim bileli, hiçbir zaman yakamı bırakmadı ve ben yüreğimi dağlayan ışıktan korunmak için duvar kenarlarından yürümeyi, gölgelerden yürümeyi tercih ettim. bir anlık hevesti işte benimkisi de. herkeste olduğu gibi benim de bedensel ve zihinsel olmak üzere geçici heveslerim vardı. oysa uzun süredir bedensel tutkularım kendilerini bilincime taşımıyorlardı. bunun için kızabilirdim kendime. ama neden bilmiyorum, yapmadım bunu. kendime şaşırıyordum doğrusu. bir yaşıma daha girdim, dedim hatta dayanamayarak. sonrasında şüpheye düştüm. mutluluğu mu aramaya çıkmıştım gerçekten de? çünkü kendime yalan söylemekten hoşlanmazdım. böyle şeyleri ta çocukluğumda ailemden öğrenmiştim. yalanın iyi bir şey olmadığını anlatmışlardır bana kim bilir kaç defa. ama tuhaftır mutlulukla ilgili hiçbir şey söylememişlerdi bana. oysa şimdi hiçbir şey bilmediğimi duyumsuyorum. bunun bana rahatlık mı yoksa endişe mi verdiğini kestirmeye çalışıyorum. kendimi rahatlatmak için şeyleri yokuşa sürmeye, bilinmezliğe savurmaya meyilliyimdir oysa ki. yağmurlu havada gökyüzü büsbütün gri bir tabakayla kaplıydı. yekpare bir bulut gökyüzüne kök salmıştı resmen. ufka kadar uzanıyordu sınırları. onun bu inatçılığı altında ezildiğimi hissettim. köpeğin teki ısıtıcının altına kıvrılmış, soğuktan korunuyordu. kedi de vardı. ama o masanın üzerindeydi. tıpkı köpek gibi, o da kıvrılmıştı. insanların konuşmalarını duyuyordum. sigara dumanları gibi havada yükselip kayboluyordu konuşmaları. ve arada sırada gülüyorlardı. ve daha da nadir olmak üzere sesli kahkahalar atıyorlardı. her biri teker teker yanı başımdan geçip gidiyor, sahil manzarasının insanın kanını donduran donukluğuna yerleşiyordu. sahil yolunda arabaların geçerken çıkardıkları sesleri işitiyordum. tekerleri ıslak asfaltın üzerini kat ederken yapışkan sesler çıkartıyordu. kalbimin derinliklerinden gelen bir ses uğurluyordu geçip giden arabaları. hiçbir zaman azalmıyordu sesler. çünkü bir araba uzaklaşsa bile ardından bir yenisi tekrar beliriyordu. farklı markalarda olsalar bile çıkardıkları yapışkan sesler hep aynıydı. ardından bakmamaya özen gösteriyordum onların. bakmamam gerektiğine inandırmıştım kendimi. neden bilmiyorum. oysa baksaydım daha iyi hissedebilirdim kendimi. ama bakmadım yine de. kendime bir söz verdiysem tutmalısın dedim kendime ama bu konuşan ben miydim yoksa çocukluğumdan kalan buyurgan başka bir ses miydi ayırdına varamadım. ne düşündüğümü bilmeden akıp gidiyordu zaman. her şey bir karartı halinde bir an belirip, bir an kayboluyordu. uçuşup giden görüntüler karşısında kendimi oldukça halsiz ve güçsüz hissetsem de bir türlü yere yığılmadan, ayakta karşılıyordum olanları. ve sayamayacak kadar çok şey olup bitiyordu aynı anda. her karşılaşmada bir daha yaşıyordum aynı şeyleri, zihnimde aynı deviniler her seferinde tekrar ve tekrar gerçekleşiyordu. öyle ki artık takip etmenin anlamsızlığı apaçık belirdi zihnimde.
  5. şeyler iç içe geçmiş ve sürekli birbirlerinin yerini alıyordu. oysa içimde her şey ayrışmış olarak, çökelti halinde atıl bekliyordu. gördüğüm bildiğim her şey dünyanın şeklini almıştı ve almaya devam ediyordu fakat ben bir türlü koltuğumda rahat edemiyordum. oysa başkalarından bir farkım olmadığını düşünürsem her nasıl kötü hissedersem hissedeyim benim de dünyanın şeklini almış olduğuma inanasım gelmiyordu bir türlü. kendime bir şeyleri, önemsiz de olsa, inandırmakta o kadar güçlük çekiyorum ki. hem de bugünlere kadar kendimi inancı olan birisi olarak tahayyül etmişken kendimi bunun tam tersi bir konumda bulmak beni derin üzüntülere sürüklüyor. nadiren de olsa, ben bu oyunu bozarım arkadaş, demek geliyordu içimden ama geldiği gibi gidiyordu da bu isteğim. içimde şeyler daha başlarken bitiyor. hiçbir edim üzerime yapışmıyor. yeni tanrım bir anlık heveslerim oldu. allah'ım sen akılma mukayyet ol!
  6. şehre, ve onun önünde serili bekleyen okyanusa geriden ve yüksekten bakan, sırtını ise karanlık ormanların sessiz tekinsizliğine vermiş, tepelik bir bölgenin uç kısmında yaşayan mahalle, yoğun sis ve çiseleyen yağmur damlalarıyla bir olmuş sokak lambalarının cılız ve sararmış ışığı altında beni de kendine hapsetti.

    tam da bu esnada, sabit bakışlarım ayaklarımın altından ses çıkarmadan akarken, yapayalnız sokakta neredeyse hiçlikten çıkagelen ergen irisi şişko bir bisikletlinin üzerime sıçrattığı çamur, yeryüzündeki bütün köhnelikleri zihnimden silip attı. bilinçsiz adımlarım aniden durdu. istemsizce kollarımı iki yana açıp pantolonuma baktım. bisikletli ise benden hemen sonra ancak durabildi. pantolonumu hayretle inceleyip berbatlığını onayladıktan sonra soran gözlerle bisikletliye baktım. ifadesiz suratıyla olanların hala gerçekten yaşanıp yaşanmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. ilk olarak suratı sivilceden geçilmiyordu. kıvırcık saçları, ezelden beri aralıkmış gibi duran kalın ve küçük dudakları, var ile yok arasındaki burnu ve yuvarlak çehresiyle bir insan ancak bu kadar alık bir ifadeye sahip olabilirdi. anın şaşkınlığıyla aklıma düşen ilk cümleyi sivilceli embesile savuşturdum.

    -bunu neden yaptın?

    birkaç saniye suratıma bakmaya devam etti. kendine gelince bana dönük olan suratını gideceği yöne doğru çevirdi ve sarı ışık huzmeleriyle boyalı sokağın bitimine doğru hasretle baktı. oysa mahcup salak, erindiği manzaranın bir parçası olmak için cennetini bile satardı. onun yerine kaderine boyun eğerek tekrar bana döndü ve tutuk bir şekilde cevap verdi.

    -bilmiyorum bayım. özür dilerim.

    anlam yoksunu bir soruya, anlam yoksunu bir cevap... pekala makul... cevabını kabul etmekten başka çarem kalmadı. kızgınlığımı aktardığımdan emin olana dek ısrarla ona bakmaya devam etmek niyetindeydim. sokakta, ikimizden başka, atmosfere hapsolmuş yoğun sessizliğe tanıklık eden tek şey, sokak köpeklerinin belli belirsiz, uzak bağırtılarıydı. isterdim ki gelişi güzel, ağız dolusu, hacimli laflar sıralayayım. oysa dudaklarımdan tek bir kelime bile dökülmedi. çocuğun üzerine nişan aldığım bakışlarımın istikrarından emin olunca yavaşça önüme döndüm ve adımlarım tekrar çalışmaya başladı. yürümeye koyulduktan birkaç metre sonra merakla tekrar arkama baktım. bisikletine binip olay mahallinden uzaklaşırken, benim ona baktığım gibi, o da kafasını çevirmiş bana bakıyordu. karşılıklı bakışarak birbirimizden uzaklaştık ve donuk sisin derinliklerine doğru birbirimizi yitirdik.

    etkisi azalan yağmur tamamıyla durdu. yerini nefes nefese esen soğuk rüzgar ve rüzgar şiddetini arttırdıkça beni daha da ürküten yabanıl uğultular aldı. öte sokaklardan kulağıma uzanan köpek bağırtıları ise artık duyulmuyordu. rüzgarın şiddeti en olası düşüncelere bile yer bırakmadı.
  7. panik atağımın kronolojik olarak üç evresi:

    1 - panik atak geçirirken allah'a dua edip rahatlamak.

    2 - panik atak geçirirken allah'a dua edip 'ben kiminle konuşuyorum ki böyle. iyice kafayı sıyırdım.' deyip daha da paniklemek.

    3 - panik atak geçirirken bildiğimiz şekliyle, dua edilecek bir allah yok ki deyip rahatlamak.
  8. bir süreliğine kesinlik arayışına koyulmuştum. ilk başlarda eğlenceliydi. sonraları can sıkmaya başladı. onların, dışarıda, çok az olduklarına inandırmıştım kendimi. çok nadir ve pırlanta değerindeydiler. bir kaplanın avına yaklaştığı gibi yaklaşmak lazımdı onlara. rahatlarını bozmadan, fark ettirmeden, uykularını bölmeden, adlarını vermeden ele geçirmek lazımdı onları. en azından öyle inanıyordum. sonrasında, günlerden bir gün aynaya baktığımda, zihnimden silmiş olduğum şeylerin yüzüme yerleşmiş olduklarını gördüm. bakışlarıma, gözlerime, adımlarıma, kalbimin atışlarına yerleşmişlerdi. ve onların adı kesinlikti işte. kesinlikler orada duruyorlardı. düşündüğümden çok daha fazlalardı. fakat görülmemelerinin sebebinin zaten unutulmuş olmaları olduğunu anladım. unutulmuş olan her şey kesinliklerin çöplüğü olan yüzümdeymiş. unutulmamış şeyler ise bilincimi işgal ediyor. onlar unutulmadılar çünkü anlamları, değerleri henüz belirlenmedi. onlara da anlam ve değer atfettikten sonra unutulacak ve kesinlik adını alarak bedenime tüneyecekler.
  9. uzun süreli hazırlıklar ve kısa mesafeli yolculuklar söz konusu olan. elimde büyüteçle kırıntılar halinde ilerliyorum. ilerliyorum diyebilirsem eğer. ve eminim ki ilerlediğimi düşünüyorsunuzdur. ama bundan o kadar emin olmayın. ilerleyebiliyorsam eğer. patlayıcı kuvvetimin intihar komandosuyum. zenci kaslarım ve yüz metre deparlarım... hepinizle boy ölçüşebilirim. çatı sağlam, temel sallanmakta. fırtınada sökülüp atılmayacağım ama ilk depremde moloz yığınlarına selam göndereceğim. kesinlikle nişan almıyorum. mermilerimi bol kepçeden savuruyorum. nerede şarapnel parçalarım. uzamsız patlamalar söz konusu olan. hiçbir yeri aydınlatmayan beyaz bir ışık söz konusu olan. sünnet edilmiş bir yıldızım. artık orada olmayan bir yıldızım. doğu'nun devrik lideriyim. içime daha ne kadar çökebilirim? buz gibi akıntının içinde taşaklarım kıçıma yapışmış. ayağımın altından mütemadiyen kayan kumlu zemin... veli göçer maphus arkadaşım. bitmek bilmeyen muz kabuğu sahnesi... aşağıya bakarsam düşeceğim. mütemadiyen aşağıya bakıyorum. şarampolden aşağı yuvarlanıyorum. ters dönmüş kaplumbağanın hayalini kurduğu tavşanım. kesinlikle nişan almıyorum. bir yerde bulabilir miyim onları? dedim ya kırıntılar halinde ilerliyorum. ilerliyorum diyebiliyorsam eğer. ve eminim ki ilerlediğimi düşünüyorsunuzdur. ama bundan o kadar emin olmayın. ilerleyebiliyorsam eğer. ilerliyorum diyebiliyorsam eğer. bunun ne demek olabileceğini anlayabilirseniz eğer. kırıntılarımı bulduğumda, güneşli bir pazar günü, gün doğarken, çayırlarda çiy taneleri titrerken, odama dolan serin rüzgar derimi sıkılaştırırken, ilk kuşlar dualarını bitirir bitirmez, penceremin önüne serpiştireceğim onları. güvercinlere yem olsun diye. taşlıklarında ufalanacağım ve öğütüleceğim. ve kısa süreli hazırlıklar ve uzun mesafeli yolculuklar söz konusu olacak o zaman. kuşkulu bakışlarına ve ürkek adımlarına yerleşeceğim onların. pır pır eden kalp kapakçıklarına iltihap gibi tüneyeceğim. ve kanatlandıktan sonra geriye bıraktıkları sessizlik benden geriye kalan olacak.
  10. çıkar çıkar çıkar üzerindekileri. dediklerin anlaşılmıyor. soyun teker teker. ilk başta, özellikle de ceplerini boşalt. dökül taşlarını. çıkar cebindeki baklayı. aç bakalım bavulunu. bir deri bir kemik kalana dek... aşındır kendini. iğne iplikten farksız görmek istiyorum seni. çarmıhtaki isa gibi. hikaye kasıyor, malzemeleri çıkartalım lütfen. o zaman yeniden başlayacağım çünkü. beyaz bir sayfanın boşluğuna yerleşmeden başlamak beni tatmin etmeyecek. mutlak sessizlik olmadan şakımamaya kararlıyım. ve sonrasında örmeye başlayacağım kendimi. çoğalacağım gittikçe ve galebe çalacağım. tıpkı tanrı'nın yedi günde yaptığı gibi. bir türlü tahrik olamayan derim en sonunda aşınarak tahriş oldu. her tarafım sızlıyor. zımpara ile otuzbir çekyorum. küçük kan birikintileri sağ olsun bedenim kıpkırmızı. çocukken patavatsızlıklarım yüzünden utandığımda suratımın aldığı renk gibi. havva'nın tıkındığı elmanın rengi gibi. sıfırı tüketene dek kazı kendini. dedim ya dediklerin duyulmuyor. peh... söylemesi kolay. sıfırı tüketmiş biri çıkarsa gelsin götümü siksin. ha, o zaten var diyorlar. ve zaten hepimizi çoktan sikmiyor mu, diyorlar. kırk yıl kölesi olurum onun (olmam. ama anneannem olmam gerektiğini söyledi hep. oysa muhammed bile 23 yıl dayanmadı mı ona). peki ya ondan sonra? biliyorsun, tatmin etmeyecek zamanı geldiğinde. hiç istemediğim bir tahrik unsuru beni zamanın dışına fırlatıyor. aklımı çelen şeylerin fazlalığı ya da kuvvetliliği söz konusu olan. kafamın içinde biri var. düşüncelerime sikiyle vuruyor. dikkatimi çalıyor. düşünce çizgim yelkovan gibi daire çiziyor. ilerlemiyor. ilerliyor aslında. yaşıyorum hala. ama sakar ve beceriksizce. matematiksel bir düzey farkı beni rahatlatabilir miydi hiç? böylesi bir düzey farkı mıydı her şeyi bir yapan? fren patlamış vaziyette andromeda'ya yol alıyorsak beceriksizliğim hakkında ne söyleyebilir yargıçlar? uzun vadede hepimiz ölüyüz. siyah olduğu sürece istediğimiz arabayı alabiliriz. dansöz sözcüklerin donuna yirmilik sıkıştırıyorum ve izliyorum biraz daha yılansı danslarını yapsınlar diye. izliyorum boyutsuz sözcüklerin yılansı dansını ve izliyorum sözcükleri, kategorileri, onların sınırları içinde yerleşmiş temsiliyetleri ve dünyanın fiziksel hoyratlığına eklemlenen ön yargılarımızı yok etsin diye. her şeyi anlatan ve hiçbir şeyi anlatan, her şeyi anlatan ve hiçbir şeyi anlatmayan, her şeyi anlatmayan ve hiçbir şeyi anlatan, her şeyi anlatmayan ve hiçbir şeyi anlatmayan, bazı şeyleri anlatan ve bazı şeyleri anlatmayan, birazını anlatan ve birazını anlatmayan, bazen anlatan ve bazen anlatmayan, bazen bazılarını biraz anlatan ve bazen bazılarını biraz anlatmayan sözcükleri.