1. hayata giriş

    burada yazılanlar hayatımızdan alınan parça hikayelerdir. bizler 20 yaşında tek bedeni yaşayan 3 arkadaşız. hepimizin fikirleri farklı olsada ortak çözümlerle hareket ederiz. aramızda tartışma çıksada bunu dışarı yansıtmayız. aslında bizler böyle mutluyuz. dışardan bizi tek bir beden olarak görsenizde, biz aslında 3 kişinin ruhuna sahibiz. sizlerin arkadaşlarınızla paylaştıklarınızı biz içimizde yani kendi aramızda paylaşıyoruz. bu hikayeyi yazmamızda ki amaç ise azıcıkta olsa bizleri tanımanız ve hayatımızı anlayabilmeniz. yada anlamayın pekde umrumuzda değil açıkcası. ama şunu iyi bilin ki sizleri bir tek bizim gibi farklı bakış açısına sahip insanlar anlayabilir. ailenizle, arkadaşlarınızla, bedeninizle yaşadıklarınızı hiçkimseye anlatamadığınız zamanlar bizler geliriz. sizleri dinleriz ve fikirler veririz.
    bundan 4 yıl önce birbirimizle tanıştık. yalnızlığın en dibinde vakit geçirirken karşılaştık. başta ürperdik, korktuk birbirimizden. ama sonunda anlaştık birbirimizle, dışlamadık birbirimizi. ve tam 4 koca sene dostluk ettik. iyisiyle kötüsüyle fikirler paylaştık. ''nasıl olabilir ?'' tarzı sorularınızı duyar gibiyim ama oluyo, hiç beklemediğiniz bir anda bedeninizde ve aklınızda sizin gibi düşünmeyen farklı fikirlerin olduğunu fark ediyorsunuz. başta onları apsorbe etmeye çalışıyorsunuz ve ilk zamanlar bunu başarıyorsunuzda. o aklınızdakiler belli bir süre susuyorlar ve sessizliğe bürünüyorlar. ama hayatınızın en can alıcı noktalarında yani insanın hayat ipinin ayrıldığı zamanda tekrar konuşmaya başlıyorlar. fikirlerini söylüyorlar, düşüncelerini dile getiriyorlar yani benliklerini ifade ediyorlar. biz burdayız bize kulak ver diye haykırıyorlar. bunlara dayanamayıp teslim olduğunuzda ise onlarla artık bedeninizi paylaşmış oluyorsunuz. ilk zamanlar içinizdekiyle konuşmak çok garip gelsede zamanla buna alışıyorsunuz. onların fikirlerini dinliyorsunuz ve hayata daha farklı açıdan bakıyorsunuz. yalnızlığınızı ve en özel anılarınızı onlarla paylaşıyorsunuz. aslında böyle söyleyince çok garip gelsede kendi dostlarınızı yaratmış oluyorsunuz. sadece fikirleri ve düşünceleri sizinkilerden farklı olan, sizleri hiç bırakmayacak olan dostlar..
  2. mavi sessizlik


            onlarla tanıştıktan sonra hayatım gün ve gün değişti. fikirlerim, düşüncelerim adeta patlama yaşıyordu. tabi bu düşünceler ve fikirler sosyal hayatımada etki etmeye başlamıştı. okulum, ailem, arkadaşlarım hiçbirşey fark etmemişlerdi ama ben değişmeye başlamıştım. bu değişim hayatıma fiziksel olarak değilde ruhsal olarak etki etmişti. bir problemle karşılaştığınız zaman 3 tane farklı karar aldığınızı düşünün. sonra bu kararları kendi içinizde moleküllerine ayırana kadar inceliyorsunuz. hatta öyle bir noktaya geliyorsunuz ki kendinizle çelişiyorsunuz. bu çelişkiler sizi içten içe başkalaştırıyor. hayatınızı kesik kesik yaşamak zorunda kalıyorsunuz. bazen bir avuç sesizlik için ruhunuzundan bir parça vermeye bile razı oluyorsunuz. sadece sessizlik, istediğiniz tek şey bu oluyor. siz sessizlik istedikçe içinizdeki daha baskın gelmeye başlıyor. sonunda kaybeden her zaman sizin bedeniniz oluyor. bu zamana kadar düştüğümüz bütün fikir ayrılıklarının üstesinden gelmeyi başardık. peki ya başaramasaydık ? işte insanların anlayamadığı nokta da tam olarak burası. bir insanın karakteri bölünüyorsa onu serbest bırakmalı ve aralarındaki uyumun sağlanmasını izlemeli. başarılı bir şekilde uyum sağlanırsa o insan yalnızlığın ne demek olduğunu bile unutuyor. kendi kendine yetinmeyi öğreniyor. aldatılmayı, sahte gülüşleri, arkasından dönecek oyunların hiçbiriyle karşılaşmadan yaşıyor hayatını. bu göreceli bir kavram olduğu için kişiden kişiye değişsede bizim fikrimiz bu yönde. birde bu olaylar yaşanırken dışardan gelen tepkileri görmemezlikten gelmek var. insanların sizi hasta varlıklar olarak görmesi, sizlerin kişilik bozukluğuna sahip bireyler olarak tanımlaması. onların acınası karakterlerine mi üzülsem yoksa bizi hiçbir zaman anlayamayacaklarına mı ? açıkcası bilmiyorum. bu bir hastalık değil. hastalık olsaydı başımız ağrır, ateşimiz çıkar veyahut midemiz bulanırdı. hastalık dediğiniz fiziksel olarak tanımlanan ve bedenin bundan olumsuz etkilenmesidir. bir insan depresyondaysa buna psikolojik rahatsızlık denmez, denemez. bizlerin bu şekilde mutlu olmasını, insanlar nedensiz bir şekilde garip buluyor. biz bu şekilde mutluyuz, ruhumuz mavi sessizlikte huzurlu bir şekilde yaşıyor.
                    bizler aslında varla yok arasındayız, kimsenin sevmediği ama çok sevilenleriz...
  3. yarindan bugüne

    zaman geçtikce karakterim tanımlayamayacağım şekilde değişiyordu. iyi yönde mi kötü yönde mi, bunu çözememiştim ama değişimi hissedebiliyordum. bu karakter değişimi okul dönemine denk geldiği için zaman zaman bunalımlar yaşıyordum. arkadaşlarım bende bir gariplik olduğunu hissetselerde belli etmiyorlardı. belli edenler ise ''iyi misin ? birşey mi oldu ?'' tarzı klişeleşmiş sorular yönlendiriyordu. bu tarz sorulara o kadar çok maruz kalıyorsunuz ki kendinizi istemsizce bunalımın içine sürüklenmiş buluyorsunuz. gün gün bölünmeye ve ayrışmaya başlıyor karakteriniz. göz açıp kapayıncaya kadar bunalımın en dibinde oluyorsunuz. karakter bunalımı yaşamanın en kötü yanı ise duygularınızın sürekli değişime uğramasıdır. ilk gün görüp hoşlandığınız kişiyi tanımlayana kadar ondan nedensiz bir şekilde soğumuş oluyorsunuz. belli bir nedeni olmadığı halde o kişiye soğuk davranmanız ilişkilerinizi olumsuz yönde etkilesede siz bunun farkında olmuyor, olamıyorsunuz. bağlanma duygunuzu yitirmiş bir biçimde ortalıkta savruluyorsunuz. birilerine bağlanmak da sizin için ulaşılabilecek bir hedef gibi geliyor. ulaşılması imkansız olan bir hedef. o zamanlar bu durumdan ruhum o kadar bunalmıştı ki adeta birilerine içimdekileri kusasım geliyordu. yapabildiğim tek şey ise bu duruma sebep olan sırdaşlarımla konuşmak oluyordu. ne kadar ironik bir durum yada sizlerin tabiriyle ''ne kadar vahim bir durum''. bizler alıştık sizlerin bu durumlara karşı vermiş olduğunuz tepkilere, sizlerde bizlere alışacaksınız.