1. necati zengin...namıdiğer şık dedem. bizim köy ilkokulunda boya badana, içindeki çocuklarda da kokulu silgi, renkli kalem falan hak getire; öyle bir renksizlik hakimdi ki okula üstü başı bir nebze düzgün olan baya afili görünürdü. önlükler de siyahtı zaten, yılı siz hesap edin işte.

    bir 29 ekim'de kim nereden bulduysa okulumuzun hademesi olan necati amcaya bir takım elbise vermiş. bayramlar daha bir bayram gibiydi galiba o zamanlar, hademe, çöpçü gibi kelimeler de ne aşağılamak için söylenirdi, ne de öyle anlaşılırdı. ne gökdelenlerde arşa ermişti başımız ne de yanıbaşımızdakilerden bu kadar uzağa düşmüştük henüz.

    neyse, giyinmiş kuşanmış necati amca, bir de kravat lazım diye düşünmüş olacak, bize gelmiş babamdan istemeye. kapıyı ben açmıştım, dün gibi aklımda..."aaa dedecim ama sen şık dede olmuşsun" demişim...ölene dek şık dede kaldı adı köyde... işte benim o şık dedem okuma yazma bilmezdi galiba, ya da kendisi okuyunca anlayamazdı mı bilmem, okuldaki öğretmenler ya da bayramlarda çocuklar şiir okumaya başladı mı yerinde duramaz, geçer kuytu bir köşeye sessiz sedasız dinlerdi büyük bir merakla. sonraları fark ettim de, kimsede şiir dinlerken ya da okurken onun gözlerindeki gibi bir keder ya da derinlik görmedim ben... kitabe-i seng-i mezar...o şiiri dinlerken ağladığını görmüştüm; o yaşta şiirin ne anlattığı değil, şık dedemin ağlamasıydı bana koyan...orhan veli benim ilk aşkım olmuştu...şiir sevmem böyle başladı.

    ne yazacaktım ne anlattım...demem o ki, kitaba, okumaya, yazara ya da şaire doğru bizi çeken biraz da şansla birlikte hayatımızın bir yerlerine temas etmesi olabilir ancak. bu doğru zaman ve mekanda gerçekleşirse unutulmaz bir tat bırakacağı gibi tam tersi de mümkün. tıpkı yeni biriyle tanışmak gibi...15 yaşınızda yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen arkadaşınız 25'inizde iki kelam edemediğiniz biri olabilir...kitaplar da öyle işte...ne mutlaka diye dayatılan "mutlak değerlere" ne de tarihlere köle etmeyin kendinizi...

    yazar için yazmanın ön koşulu yaratacağı eserin tek olacağını bilmenin keyfi olsa gerek biraz da. aynı şey bence okuyucu için de geçerli. o satırdan alacağınız tat size özel ve tek olacak, çünkü okuma eylemi bir çeşit yeniden kurgulamadır. kimse, yazarı dahil, okuyanda neyi tetikleyeceğini ya da hissettireceğini yüzde yüz bir kesinlikle bilemez.

    bu "bucket list" türü hap gibi verilen şeyler biraz işgüzarlık biraz da batı tandanslı bir zorlama gibi gelir bana. hazırcılık ve hapı yutmanın vereceği muazzam huzur. her hap herkeste aynı tesiri mi yapar?

    merak...merak edelim yeter...bize sunulan her şeye bir soru ile karşılığımız ve acabalarımızla birlikte başımızı alıp gitmekten korkmayacağımız bir yolumuz olsun yeter. ara sıra kaybolmuş gibi hissedince rehberlere rastlamak iyidir, ama esas keyif kendi başına yol almakta gizli sanırım.
    mesut

mesaj gönder