1. günlerdir değil aylardır aklımdaydı, bugün büyük gün olacaktı ve işinin hakkını veren antakya il sınırı isimli restoran'a yolum düşecekti. hazırlıklarımı yaptım, çapraz çantama ünlü pisikatrist irvin d yalom'un neitzcshe ağladığında mı alayım, yoksa rus klasiklerinden gogol ile mi yoluma devam edeyim emin olamıyordum. amacım antakya mezeleri babagannuş, muhammara, humus ve topic denemekti, halep lahmacunu ile damakları şenlendirip, tepsi kebabı ile tokluğumu perçinleyecektim. bir elimde çatalım diğer elim kitabımdaydı. kavanozdipli kemik gözlüğümü taktım. garsonun şaşırması normaldi, abi mi desin bilader mi desin kestiremedi. yemeğini ye sonra okursun diyecekti diyemedi. bana yayık ayran getir dedim biraz da boğma rakı. psikiyatristlerin boş konuştuğunu bildiğim için irvin'den vazgeçtim. favori yazarım gogol'u çıkardım. palto'dan bir pasaj okuyacaktım. gözümün önüne genco erkal'ın o müstesna duruşu geldi. bir delinin hatıra defteri'ni behzat'ı oynayan mübdezelden ben daha iyiyim dediği seyirciyi gözüyle okşayan duruş. o duruş ile ilk pasajı bitirdiğimde benim de tepsi kebabım bitmişti. ve beklediğim an gelerek ayağa kalktım ve asker gibi dikkat çektim. esas duruşa geçtim, o an bütün restoran'ın kafalarını çevirip bana baktığını gördüm. kalbim hafiften gümlemeye başladı. eşime evlenme teklif ederken bile bu kadar hızlı çarpmıyordu. kızlar size bir sır vereyim, sms, mesaj, twitter üzerinden yürüyenlere yol verin, gerçek sevenler mutlaka kapı önünde bekler, durakta dikilir, kalpleri çarpar. benim çarpıntı boş değildi künefeye olan duygu selinin yüksek voltajıydı. bağıra bağıra bir künefe alabilir miyim dedim. bir kaç tane sataşan hırbo çıktı. sessiz olur musun kitap okuyup felsefe tartışıyoruz burda dedi. siktirip gidebilirsiniz dedim, bu bir hakaret değil öneriydi kütüphane mi lan burası dedim. bak ben de okuyom. hem dayım astsubay dedim. sonrasını anlatmayım. yumuldum künefeye, çayımı da şekersiz içtim.

mesaj gönder