1. thar kasabası maceraları 1

    thar kasabasına girişimiz güneşin batmaya yaklaştığı saatlerdeydi. etrafı ahşaptan surlarla çevrili bu küçük kasaba tıpkı bize anlatıldığı gibi misafirperverlikten nasibini alamamış uğursuz bir yerleşkeydi. girişteki muhafızlarından uyuz şerifine, aksi hancısından huysuz ihtiyarlarına kadar her cinsliğinden nasibimizi aldık.

    bizim görevimize benzer bir görevle kasabaya gelecek olan her ekibin yapacağı gibi ilk işimiz şerifin odasına gitmek olmuştu. masasına ayaklarını uzatmak dışında hiçbir iş yapmıyor gibi duran bu herifin bize yaptığı en büyük yardım, yirmi metre daha yürüsek kendi başımıza bulabileceğimiz tavernanın yerini göstermek oldu. kasabanın ormana odun toplamaya giden iki gencin kaybolması dışında xiv’thara’da iblislerin istilasına uğramamış hiçbir yerden farkı olmadığı konusunda inat etti. yine de tıpkı bizim gibi bir gariplikler dönüğünden şüphelenen tek insanın ismini vermesi de bir başlangıç kabul edilebilirdi. valnon ismindeki kişinin kasabanın delisi olduğunu da buraya yazmak lazım tabi ki. nerede olduğunu boccob’dan başka kimsenin bilmediği bu deliyi bulma işini yarına bırakarak geceyi geçirmek için tavernanın yolunu tuttuk.

    şerifin büyük bir lütuf olarak bize bahşettiği bilgi sayesinde gittiğimiz tavernada ondan daha suratsız ve ilgisiz biriyle karşılaştık. dünyadaki en önemli işmiş gibi elindeki kirden kararmış bezle bardakları temizlemekten çok pisleten herif, taverna işleten birinden çok annesinin çalıştığı genelevin barında barmenlik yapan bir piçe benziyordu. bu suratsızlığın başka bir açıklaması olamazdı. ama pek tabi ki bunu onun yüzüne söylemedim ve kahrolası ilgisini bize verene kadar arkadaşlarımla beraber bir masanın etrafında oturdum. herifin ilgisini çekene kadar geçen sürede dragan ve dorn önceki gün kuma saplanan arabamızın yerine yenisini yapacak kasabalılarla anlaştılar. her ne kadar bana pahalı gelse de yarın akşama yeni bir at arabasına sahip olacağını bilmek güzeldi. sanırım bu işe en çok yol boyunca atı kendisine bağladığımız jeremiah sevinecek. o gece her ne kadar konforlu olmasa da dışarıda gecelediğimiz uzun bir aranın ardından ilk defa bir çatının altında geceledik.

    sabah kalktığımızda ilk işimiz adı valnon olan bu deliyi aramak oldu. şansımız varmış ki çok aramamız gerekmedi. bununla birlikte yanına gitmek istediğimizde önce gerilemeye sonra var gücüyle kaçmaya başladı. ihtiyar dragan dâhil hepimizin katıldığı yorucu kovalamaca eğer aramızda hızıyla hepimizi geçen ald olmasaydı bütün gün boyunca sürebilirdi. sonunda biraz da hırpalanmış haldeki valnon’u sorgulamaya başladığımızda belki de kasabadaki en akıllı ve en deli insanla tanıştığımızı fark ettim. asıl ismi olan simon’u çevre şehirlerde tanınan ve korkulan bir adam olduğunu söylediği valnon ismiyle değiştirecek kadar akıllıydı. bununla birlikte gözlerine dikkatlice bakan birisi oradaki çılgın parıltıyı görebilirdi. verdiği birkaç basit bilgi dışında kasabada konuşmak istemedi. bu konuda onu sorgulamaya hakkımız yoktu zira çevremizdeki evlerden birden fazla baş bizi izliyordu. kasabanın kuzeyinde kendini güvenli hissettiği bir mağara olduğunu ve bizimle orada konuşacağını söyledi. jeremiah arabayı yapacak olan köylülerle görüştükten sonra simon’un peşinden kasabayı terk ettik.

    kasabadan ayrıldıktan yarım saat kadar sonra mağaraya varmıştık. ucu bucağı görülmeyen karanlık bir yere benziyordu. her ne kadar mağara kapısında konuşmak istesek de simon içeride konuşmak için ayak diredi. benim ve sivri kulak dostumuz için makul olsa da diğer dostlarımız için çekilmez derecede karanlık olan bu mağaraya dorn’un ışığıyla beraber girdik. çok uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra bugünkü yolculuğumuzun ilk tuhaflığıyla karşılaştık. ilk olarak ald’in fark ettiği, duvarlara kazınmış hiç birimizin bilmediği dillerde semboller vardı. bu sembolleri simon’a sorduğumuzda bize gördüğü görülerden ve kâbuslardan bahsetti. görülerinde gördüğü sembolleri duvara kazıyan kendisiymiş. yine de bunların ne anlama geldiği konusunda bize pek bir yardımı dokunmadı. yazılardan sonra simon’un anlattıkları arasında en ilginç olanlardan biri de hiç birimizin tanımlayamadığı eli perdeli ve solungaçlı insana bezer bir canlıydı. bu canlıyı simon’un anlattıklarından yola çıkarak biraz da büyü sayesinde gözlerimizin önünde canlandırabildik. dragan yazıları ben de bu görüyü kopyaladım. işe yarar birer ipucu olabilirler. sonunda simon’un tüm anlattıkları bittiğinde hala cevaplanmamış pek çok soru vardı. simon’un anlattığı başka bir tuhaflık olan mağaranın içinden gelen sesleri takip etmeye karar verip, oduncu kuzenleri arama işini sonraya bıraktık.

    mağaradan çıkmak isteyen simon’dan ayrılmamızdan bir süre sonra mağaranın üçü bölünen yol ayrımına denk geldik. bunlardan ilk olarak en soldakini denemeye karar verdik. kısa bir yolculuğun ardından önü dev bir kaya parçasıyla kapatılmış bir kapının olduğu genişçe bir açıklığa geldik. doğrusunu söylemek gerekirse bu kapıyı açmak için çok değerli dakikalarımızı harcadık. bulabildiğimiz tek ipucu ise, dragan’nın bu kayanın büyü gücüyle oluşturulduğunu fark etmesi oldu. kayanın gizlediği şey her ne ise oraya ulaşmak için başka bir yol bulmak ümidiyle orta yolu denemeye karar verdik. orta yolun ikiye ayrıldığı yerde sol tarafı seçtik ve kendimizi kayanın gizlediği yerin arkasındaki geniş açıklığa yerden 150 feet kadar yukarıdan bakarken bulduk.

    yukarıdan görülen manzara endişe vericiydi. üç cultist bir ayin üstündeydi. yere çizdikleri tuhaf bir şekillin etrafında hiç de hayra alamet olmayan bir şeyi bizim dünyamıza çekmeye çalışıyorlardı. bu noktada aşağıya inme ya da ne yapacaklarını bekleyip ona göre hareket etme konusunda o kadar vakit kaybettik ki cehennem ’den çağırdıkları bir iblis gözlerimin önünde şeklin ortasında beliriverdi. boş durmaya hiç niyetleri yokmuş gibi gözüken cultistler yeni ve daha büyük bir şeyi çağıracaklarını düşündüğümüz bir ayinin hazırlıklarını yapmaya giriştiler. yere çizdikleri şekil o kadar korkutucuydu ki o ayini bitmeden önce onları durdurmazsak çıkacak olan şeyin karşısında hiçbirimizin duramayacağını hepimiz anladık. elimizdeki halatları birleştirerek yaptığımız halat yardımıyla aşağıya inmeye başladık. ne var ki henüz sadece ald ve dorn’un inmeyi başardığı uzun ipin üzerinde fark edildik ve dövüş başladı.

    son derece kötü durumda olduğumuz dövüş, küçük ama çok etkili olan iblisin biz iptekilere kuyruğumdan daha uzun olan çatalıyla dürtmesiyle başladı. aldığımız yaralara rağmen aşağıya inmeyi başardık. biz iblisle uğraşırken daha korumasız durumda olan üç cultist’in arkadaşlarımız tarafından katledilmesi çok zor olmadı ama iblisi geldiği kahrolası düzleme geri yollamak için epey bir uğraşmamız gerekti. bir ara son derece şanssız bir biçimde, yaratığın hem dişlerini hem de çatalını tatmış bir halde bilincimi kaybettim. eğer dostumuz dorn olmasaydı şimdi bu satırları yazıyor olmak yerine mezar altında olmam işten bile değildi. gözlerimi tekrar açtığımda biraz ilerimde arkadaşlarımın saldırılarıyla gücünün sonuna yaklaşmış gibi gözüken iblisi geri göndermek için bir magic missile yetmişti.
    uzun uğraşlarımızdan sonra iblisi geri yollamayı başarmış, çok daha büyük bir ayinin gerçekleşmesini durdurmuş ama bir adım ileri gidemeyecek kadar da yorulmuştuk. aldığımız ortak kararla savaş alanımızda dinlenmeye ve gücümüzü toplamaya karar verdik. kendimizi biraz daha iyi hissettiğimiz iki saatin sonunda geldiğimiz yoldan geri dönüp üç yol ayrımına geri geldik. her ne kadar ben daha ileriye gitmeye pek niyetli olmasam da grup olarak hiç kullanmadığımız en sağdaki yolun nereye çıktığına bakmaya karar verdik. mağaralarda yaşadığımız son büyük macera iki dev örümceğin akşam yemeği olmamaya çalışmaktı. önceki savaşta aldığımız yaralar yüzünden neredeyse bunu da başarıyorduk. örümceğin zehrini tadan dorn ve suratına yapışan ağlar yüzünden bir süre önünü göremeyen ald ölüme en çok yaklaşanlardı.

    her şeye rağmen son derece hareketli bir günün sonunda tek parça halinde kasabaya varmayı başardık. masallardaki kahramanlar böyle bir maceradan sonra zengin bir ziyafet, sıcak bir yatak ve güzel bir kız bulurlardı. benimse tek bulduğum meymenetsiz hancının yüzü oldu. şimdi rutubetli odamı paylaştığım, gök gürler gibi horlayan ihtiyar büyücünün ve uykusunda bile pelor’a dua eden dindar gencin yanında uyumaya çalışıyorum. umarım yarın tanrıların unuttuğu, iblislerin kol gezdiği bu berbat kasabadaki işimiz biter.

mesaj gönder