1. ölüm...o soğuk kelime. ardında ne olduğu delice merak edilen siyah kapı.

    önünde ne var ki ardında ne olsun. yaşam bu tarafta var mı ki ölümden sonra var mı diye soruyorsun?
    hayır karamsar değilim. yaşamdan ya da dertlerimden de şikayetlenmiyorum.

    yaşamadan ölmeyiniz
    sadece bunu söylüyorum.
  2. ölmekten değil de korku içerisinde ölmekten korkuyorum. korktuğum için korkmuyorum. bildiğimi bilmiyorum.
  3. kendimden ziyade, etrafımdaki insanların ölmesinden hatta tanımadığım bir insanın gözlerimin önünde yaşamına son vermesinden çok korkuyorum. buna iki kez şahit oldum, ikisini de tanımıyordum. birine anneannemle aynı odayı paylaşan bir kadında, diğerine ise otogarda muhtemelen kalp krizi geçirmekte olan yaşlı bir adamda rastladım. ikisini de hiç unutmam. öyle ani ve öyle sarsıcı bir gerçek ki bu; ne el atıp bir yardım uzatabiliyorsun ne de susup öylece kalabiliyorsun.

    yaşamak, ölümün aslında bir nebze uzağında olduğunu düşündürmüyor insana. geride kalan her günün aslında insanı ölüme yaklaştırdığını fark etmeden yaşıyoruz. güneşin kaçıncı kez doğduğunda öleceğimizi bilmeden devam ediyoruz ya da hangi gecenin son gece olduğunu. ürkütücü geliyor çoğu zaman. kimi zaman da bu ürkütücülüğe kendi ellerimle son vermeyi düşünüyorum. ne eksilir ki?
  4. yirminci yüzyılın en önemli felsefi eserlerinden birisi olan tractatus logico-philosophicus’u ludwig wittgenstein savaş sırasında siperlerde yazdı. neden? ölümle burun buruna olmanın önceki rahat ve üretken olmayan hayatını silip süpürerek çok daha yaratıcı bir alan oluşturacağına inanıyordu. bu yüzden ailesinin tüm tavsiyelerini çöpe atıp gönüllü olarak askere yazıldı.
    suç ve cezanın yazarı; raskolnikov’un müthiş manevi buhranını iki önemli olaya borçluydu. birincisi sürgüne gönderilmesi, ikincisi hakkındaki idam kararının infazına dakikalar kala iptal edilmesi. dostoyevski hans holbein’in “ölü isa” atlı tablosunu dakikalaraca izlemişti.
    japon ve dünya sinemasının en büyük yönetmenlerinden birisi olan akira kurosawa sanatını abisinin intiharının üzerinde bıraktığı etkiye borçludur denilebilir.
    aklımıza daha onlarca örnek gelebilir ölümün hayat üzerindeki etkisine dair.
    ne diyersek diyelim; ölümle karşı karşıya gelme yani bu deneyim özellikle bazı insanlarda bu deneyimi söyleme(şarkı), anlatma(hikaye,roman…) ve gösterme (resim ve sinema) açısından doruğa çıkıyor.
    dlg
  5. sizinle ilgili değildir. siz sadece ölürsünüz. ölümü yaşayan sevenlerinizdir.
    one
  6. kötüdür bir kere başıma geldi çok yakın bir arkadaşım öldü. allah bir daha göstermesin su cümleleri yazdırandır:
    'ölüm...ben henüz yakısanını görmedim ama sana hiç yakışmadı be kardeşim.aklı almıyor insanın..24 yasında bi adam nasıl olur.kalp krizi nedir lan! ertelenmiş mutluluklarımız vardı ertelenmiş sevdalarımız vardı ertelenmiş hayatımız vardı hep biryerlerinde kardeşliğimiz olan.. çok zor ya cidden çok zor kabul etmek. 24 yasında neyin yükünü çekemedi lan kalbin. oysa biz bilirdik kocamandı ne dostluklar ne sevdalar ne güzellikler sığardı. hani 'kamyon çarpmışa' dönerdik seninle birlikte olmadı be ali'm bu bize yakışmadı. mekanın cennet olsun kardeşim.'
  7. tanrı'nın var olup olmadığını kendisi de bilmeyen, satranç oynarken hile yapması muhtemel uzun boylu, narin bir adam. 'ölüm', sözcük olarak ise oldukça iri.
  8. hakkında openculture 'dan bulduğum bir ders serisi var ki, bu olaya kafa yoranlar için çok keyifli. yale universitesinde prof. kagan veriyor dersleri, dili akıcı, anlatımı kolay ve ingilizce altyazı seçeneği de mevcut. tavsiye ederim. hele ki derste geçen kitapları da edinince daha tatlı oluyor.

    link
  9. çok da korkulmaması gereken bir olay. sonuçta herkesin başına gelen bir durum ne kadar kötü olursa olsun basitleşir. ölüm dediğin şeyin ciddiyeti diş çıkarmaktan daha fazla olabilir mi?
    ölüm sonrasına dair bir çok teori var. ancak ben öncesine bakmayı seviyorum. ölüm gibi kesin bir kanun size en hoş hediyeyi veriyor, özgürlük.
    her daim seçim hakkınız var. bu işler çok sarpa sardığında çıkma hakkınız bile var. bu yüzden hayata isyan etme hakkınız da pek yok gibi yani her seferinde içerde kalmayı seçen sensin. tek bir vakit özgürlük yok ama bürokraside böyle mantıksızlıklar mecburi. sonuçta its natural order.
  10. kendisini her hatırladığımda ya da ölüm kendisini bana her hatırlattığında aklıma tek bir sey gelir. özümüzde böylesine aciz varlıklar iken insanlardaki bu kibir niye ?