1. tanrı der ki: "kimi benden çok seversen, onu senden alırım." ve ekler:
    "onsuz yaşayamam deme, seni onsuz da yaşatırım."
    ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur.
    aklın şaşar, dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur, öyle garip bir dünya.
    olmaz dediğin ne varsa hepsi olur.
    düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın.
    en garibi de budur ya. öldüm der durur, yine de yaşarsın
  2. hayatı anlamlı kılan tabii sonuç.

    küçüktüm, evimiz bir mezarlığın dibindeydi*, sokaklarımız topraktandı, acılarımız taze*. mahallenin anneleri maç yapmamıza izin vermezdi evlerin önünde. gidin mezarlıkta oynayın derlerdi. çocuktuk, hayatı bilmediğimiz gibi ölümü de bilmiyorduk. yolları asfalttı mezarlığın, top güzel zıplıyordu. cenazeler öğleden sonra geliyordu, ağıtlar ikindiye kadar sürüyordu...
    yine bir gün çocuk aklımızla maç yaparken mezarlık bekçisi çıktı ağaçların ardından, "kaybolun" dedi, "cenaze var" dedi, "önemli adamlar gelecek" dedi. çocuk aklıyla kaçtık, mezarlığın duvarından bekçiye küfrettik. sonra serhat geldi yanımıza, dedesi mezarcıydı*, "oğlum asker gömeceklermiş lan" dedi, "havaya ateş edeceklermiş" diye de ekledi. çocukluk aklıyla bir kaç arkadaş karşı çıktı, "asker ölür mü amına koyim" dediler. serhat diklendi, "küfür etmeyin oğlum, ölmüş işte, hem de cennete gidecekmiş" dedi. "askerler şehit olurmuş, gülerek ölürlermiş oğlum" diye ekledi. caner çıktı ortaya* "siktir lan" dedi, "dedem bağıra bağıra öldü, o da askerdi" dedi. sonra iddiaya giriştik ona yakın çocuk. kimisi ölürken gülüyora bastı bahisi, kimisi gülmüyora. bahisi kaybeden osman amca'nın kendi hazırlayıp sattığı çubuklu buzlardan*ısmarlayacaktı. anneler babalar üzerine yemin edildi.
    sıra bahsi kimin kazandığını tespite gelmişti. öğleden hemen sonra bir kalabalık birikti, mahşer yeri oldu mezarlık. askerler havaya ateş açtı. insanlar selam durdu değişik değişik adamlara, kalabalık dağıldı, akşam olmasına yakın mezarlık sessizleşti, on kafadar unuttu iddialarını...
    aradan üç ay geçti, askerin mezarının başına mezar ustaları geldi, serhat'ın aklına giriştiğimiz iddia. "oğlum mezarcılar şimdi mezarı kazar, gider bakarız, gülüyor mu gülmüyor mu çıkar ortaya" dedi. bir kaçı itiraz etti, sonra yeminler hatırlandı. topumuz elimizde mezarın yanına ulaştık. iki işçi kazmıştı toprağı, mezar ilerde çökmesin diye taş temel döşüyorlardı yanlarına. bekledik biraz, top oynadık, işçiler mola verdiler, mezarın üzerine tahtalarla kapatıp gittiler. korkaklardan ikisini yol köşelerine dikip, mezarın başına gittik. serhat bahsinin tutacağının garantisiyle açtı tahtalardan ikisini*, atladı mezara. biz kalan salaklar yukarıdan bakıyoruz mevtaya. kefen sararmış, topraktan kahve kahve olmuş yer yer. hafif bir koku geliyor, alışkınız sarsmıyor. kefeni sıyırırken parçalanıyor bez, askerin suratı apak, ölmemiş de uyuyormuş gibi. serhat bağırıyor, "gülerek ölüyormuş demiştim oğlum" diyor, bir kaç arkadaş kaçıyor. caner askerin suratından büyülenmiş gibi kalakalıyor orada, eren "ne gülmesi oğlum, adamın kafası delik" diyor. erketelerden biri ıslık çalıyor, kaçıyoruz...

    aradan otuza yakın yıl geçiyor ve ben bugün caner'den telefon alıyorum. serhat diyor, sesi titriyor. intihar etti bugün defnettik diyor, şaşırmıyorum*, üzülüyorum sadece. ağlayarak devam ediyor, allahtan cennete gidecek diyor. yüzümde garip bir tebessüm "onu nereden çıkarttın lan" diyorum, "babasıyla beraber yıkadık, gülüyordu lan" diyor, hıçkırıklara boğuluyor. sonra bana bu çok mazide kalmış anının sadece son kısmını söylüyor "askeri hatırlamıyor musun oğlum, o da gülüyordu" diyor.

    ölüm, bu gece tekrardan bana, mezarlığı, çocukluğumuzu, günahlarımızı hatırlatıyor. bir de caner'in sadece serhat'a meybuz almasını ve mahalleden taşınana kadar bir daha mezarlığa giremeyişini...

    mekanın cennet olsun serhat, umarım huzur bulmuşsundur ve asker abinle cennettesindir.
  3. kozmoz'da her şey doğar, büyür, gelişir ve ölür. bu sadece insanlara has bir durum değildir.tüm cosmos enerjisini bir saatin zembereği gibi kurulu bir düzenden alır,uzun süre önce kurulan bu düzenek (bkz: big bang) dinamiklerini madde, enerji ve atom dönüşümleri ile sağlar.

    dönüşüm zinciri kırılırsa sistem çöker.problem ölümsüzlüğü aramamız ve ölümsüzlükten ne anladığımız ile başlıyor zaten, insanlar sonsuza kadar yaşar ise ne olacak? nüfusu ve kaynakları kim kontrol edecek? yeni düzende doğum olacak mı? popülasyon ne kadar olacak, kim karar verecek? kozmoz saatine göre evrim ağacının çok başındayız, bir gün insanoğlu ölümsüzlüğe ulaşacak ve bu ölümsüzlük genel kanının aksine bedenin ölümsüzlüğü değil, bilincin ölümsüzlüğü olacak.gelişim tamamlandığında bilinç güçsüz insan bedeninin gereksizliğini kavrayarak çoktan enerji formuna dönüşmüş olacak ki aslen bu bile sonsuza dek sürmeyecek.

    her zaman söylerim bilim dediğimiz macera sadece gözlem ve algı yeteneğimiz ile ulaştığımız son nokta olarak tanımlanabilir,gerçekler bildiğimizden algıladığımızdan farklı.şu an o kadar aciz bir beyin ve bilgi ile doğru soruları bile soramıyoruz.ölümsüzlük dediğimizde aklımıza gündüzleri tabut'da uyuyup kan içen vampirler geliyor,gerçi onları da haç, sarımsak ve gümüş üçlüsü öldürüyor ama konumuz bu değil. bana göre ölümsüzlüğün tanımı biraz farklı,bir yıldız düşünün 13,7 milyar yıl önce doğmuş ve tek bir damla enerjisinin bize ulaşması 6000 bin ışık yılı sürüyor.birisi ölümsüzlük mü dedi?

    ikincil bir görüşe göre zaten ölümsüz bir yaşam sürüyoruz.madde başlangıç'dan beri mevcut,geç bütün kozmuzu gel samanyolu galaksisine 13,2 milyar yıldır seni oluşturan atomlar 100.000 ışık yılı çap içinde zaten hep vardılar.anlamadıysan ölçeği küçültelim,dünyada insanlık tarihi boyunca inşaa edilen tüm yapı insanlardan milyonlarca yıl önce zaten dünyada vardılar,biz sadece formlarını değiştirdik.toparlayacak olursak ölümsüzlüğe giden yolda anlamamız gereken ilk şey ölümsüz olması gereken bedenlerimiz değil bilinçlerimiz.bilinçlerimizi enerjiye dönüştürdüğümüz gün ölümsüz olacağız.
  4. hayatın son bulması durumu. pratik olarak doğmamış olmakla aynı durum.
  5. ölümü en çok eleştirdiğim noktası, sevdiğin insanları ardında üzüyor olması, hatta bu acıya dayanamayarak onları da kendi safına çekiyor olmasıdır. ölüm keşke bu kadar bencil olmasaydı.
  6. özlersin çok özlersin, konuşursun onunla aklına her geldiğinde duyar mı?duymadığını bilirsin, bazıları der bu bayram gitmedin mi yanına ,gitmedim dersin o bi toprak sadece bilirsin karşıdaki de bilir aslında bi toprağa ne anlatılır, sen gittiğinde unuttum ben inanmayı, sen gittiğinde gördüm bahaneleri,safsataları,yalanları.. oysa hiç aklıma gelmemişti böyle apansız gideceğin, gitmesi gereken sen değildin ne bileyim herkes belki ama sen değildin işte. gecen yine geldin aklıma ,toplu ortamlarda ağlayamam ama gözler doldu yine,yine konuştum seninle. 3 yıl oldu gideli, ben seni çok özledim güzel yüzlü ninem
    r2-d2
  7. ölüyoruz demek ki yaşanılacak... (bkz: ismet özel)
  8. kendimi bildim bileli diğer hayattan değil de ölüm anından korkmuşumdur. bugün gözlerimin önünde bir kişinin can çekişmesini izledim belki de şu an ölmüştür. nefessizlikten can çekişirken kafasının heryeri kanarken titremesini izledim. herkes çığlık çığlığaydı bense sadece izledim, neredeyse nabzım bile hızlanmadı. tek düşündüğüm ailemdi, kendi ölümümdü. kendi ölümümü belki onlarca kez planlamışımdır bunlarınsa sadece birinde fırsatım olsa yapardım.
    kendi ölümümüz aslında bizim değil de diğerlerinin başına geliyor; asıl acıyı, belki bizim hissettiğimizin yüzlerce katını hissediyorlar. hiç tanımadığımız insanın ölümü bile böyleyken. sevdiğinin, en yakının, gitmesi düşüncesi bile kaldırılamayacak kadar büyük.
  9. "biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur."
    ölümle ilgili kurulmuş en kalp kıran cümle değil mi ya.
  10. ölüm de tıpkı yaşam, canlılık gibi en ilgi çekici ve muamma fenomenlerden biri. hala yaşam dediğimiz şeyin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını bilmiyoruz. sadece birkaç akla yatkın hipotezlerle yetinmek zorundayız şimdilik. ama bu canlılık yada yaşam dediğimiz olgunun, tüm formlarda, en ilkel tek hücreli olanından en kompleks türüne kadar nasıl bir süreçten geçtiğini biliyoruz. işte ölüm dediğimiz de bu sürecin son halkası.

    homo sapiens dediğimiz şimdiki insan türüne gelene kadar evrimsel olarak çok zorlu koşullardan geçtik. ilk önce ağaçlardan inip düzlüklerde yaşamaya zorlandık. koşullar, bizi hiç bilmediğimiz, daha önce türümümüzün ayak basmadigi yerlere gitmeye zorladı. bu bilinmez diyarlarda hayatta kalabilmemizin tek yolu bir silaha sahip olmaktan geçiyordu ki bu silahla avlanacak ve av olmayacaktık. işte o akıl, bilinç, bilişsel beceri adına her ne derseniz, sahip olduğumuz yegane silahımızdı. o geliştikçe etrafımıza ve daha çok da kendimize olan farkındalığımız buna paralel olarak arttı. artık öyle bi noktaya geldi ki bazı şeyleri anlamlandırmaya çalıştık.

    türlerin serüveni belgeselini izlediyseniz eğer bir yolculuk sırasında dereden geçmesi gereken ufak bir kabile vardır. ve bu kabilenin dişi üyelerinden biri hamile olduğu için karşıya geçmeyi başaramaz, akıntıya kapılarak bogulur. işte o anda bu dişinin erkek partneri derenin karşısında çaresizlik içinde tüm bunlara şahit olur. o artık yoktur. onu bir daha hiç görmeyecek, sesini duymayacaktır. onca zaman birlikte olduğu kişi gözlerinin önünde yok olmuştur. şimdi o ilkel beyin bunu nasıl yorumlamalı? tüm bunların bir anlamı olmalıdır. tıpkı yaşam gibi ölümün de bir anlamı olmalıdır.

    işte bu anlam arayışı içinde yardımınıza kimi yerde dinler koşmuştur. bize canlılığın kaynağının ruh olduğunu ve bunun da ölümsüz olduğunu söylemişlerdir. tamam beden ölebilir ama ruh ölümsüzdür, ebediyen var olacaktır. böylelikle ölümün de üstesinden gelmiş ve ölümsüzlüğü vaadederek, aynı zamanda varolusumuza da bir anlam katmaya çalışmıştır.

    şuan her ne kadar çok gelişmiş, çok kompleks birer canlı türü olduğumuzu idda etsek de, bazı kavramlar karşısında, tıpkı o ilkel atamızın o sahne karşısındaki çaresizliği ve şaşkınlığı içindeyiz. işte ölüm de bu kavramların en başında geliyor. ölümü anlamada ondan daha ileride değiliz. yaşamı anlamada da ondan daha ileride değiliz. ölüm karşısındaki tepkilerimiz bile hala aynı. kim bilir belki o kadar da çok gelişmiş canlılar değilizdir. ama daha alacak çok yolumuz var bu kesin.