1. cehalet kesin bir mutluluk kaynağı değil tabiki ama düşünmekten dolayısıyla stresten, üzüntüden uzak tuttuğu da bir gerçek. bir şey hakkında bilgin yoksa o şeyin kötü etkilerini bilmez, kötü şeylerin gerçekleşme ihtimalini düşünmezsin. korkmadığın için de ne dert ne tasa. oh ne ala. buna şu durum gayet güzel bir örnektir. vajinismus denen hastalığın üniversite mezunu kadınlarda diğer ilkokul veya lise mezunu kadınlara göre daha fazla oranda görülmesi. bir nevi bildikçe dert arıyorsun kendine.

    ama cehaletin bize kesin bir mutluluk vaadettiğini düşünelim. cahil ama mutlu bir yaşam mı, eğitimli, sorgulayan ama mutsuz bir yaşam mı (mutlu olmadığımız ortada) ? hep ikinci seçeneği seçeceğimi düşünürdüm ama hayır içinden çıkamadım.
  2. doğruluk değeri sıfır ile bir arasındaki rasyonel sayı kadar olan önerme. cehalet mutsuzluk olsaydı: "şükür bu halimize de, inşallah öbür dünyada mükafatını alacağız." güruhu olur muydu? öyle ki bu tabakanın sayıca üstün oluşundan dolayı demokrasi denilen sistemde seçme gücünün büyük kısmı bu kişilerin elinde; bilmek istemeyenlerin yani, geleneğin ve vahyin onlara yeterli olduğunu düşünenlerin yani. başka bir açıdan, cehalet mutsuzluk da getirir çünkü bürokratik bilgiyle aynı yatağa girmiş kimselerin daha iyi yaşama sahip olduğu sezildiğinde, bu insanların şaşalı tüketim nesnelerine sahip oluşlarındaki engeller onları mutsuzluğa sürükler. gelinen nokta alttan alta şunu imlemekte: mutluluk, tüketmektir. sorgulama ve evreni olduğu gibi anlama uğraşı gelenekle ve dinle olan bağlara zarar verdiğinde; insan ilişkilerinin kuruluşundaki ilkeler zedelendiğinde, geriye tek sağlam temel olarak bilme uğraşı kaldığında; acının ve yalnızlığın çıplak yüzüne bakar kişi. toplum böyle kişilerin sayısının, öteki kişilerin sayısından fazla olmasını istemez; bir avucu yeterlidir bu mutsuz, dekorlarını yitirmiş kişilerin. bu bir avuç insanı sanatçı olarak, deli olarak, deha olarak putlaştırıp onların etinden sütünden faydalanıp, fikirlerini empoze etmelerine karşı bir çeşit görünmez duvar över malum taraflar. işler anlatıldığı kadar basit değildir. öyle olsaydı günümüz dünyası daha farklı olurdu. sistem, bu bilgiyle mutsuzlaşmış güruhun önüne oyuncaklar koyar, tükettirir onlara yani; alt kültürler vardır, alternatif müzik türleri, alternatif festivaller, elektronik oyuncaklar vardır, alternatif dinler ve kültler vardır, x oteline alternatif olarak y cenneti vardır, x yerine daima onlar için y vardır. belirlenmiş özgürlük alanı sınırlarında, görünmez sınırları geçmeden her şeyi yapabilirler, mutsuz olmaları mühim değil modern insan olsunlar yeter.

    özetle, mutsuzum öyleyse aydınım, mutsuzsam sorguladığımdandır düşüncesinden damlayan ego kırıntılarının sizi kasım kasım kasmasına izin vermeyin, simüle edilmiş bizim hüznümüz, yalnızlığımız, boşluğumuz.
  3. doğruluğu kişiden kişiye değişen önerme ancak film repliklerinde " ne kadar az şey bilirsen o kadar iyi" diyerek insanların kendilerini ilgilendirmeyen konulara burnunu sokmamasını isteyen bir üst akıl tarafından işleri sessiz sedasız halletmek için devreye sokulmuştur.
    reax
  4. aklıma 1984'ü getirdi
  5. insan aklının en büyük mucizesi kendinden şüphe edebilmesidir.
    şimdi iddiayı tekrar düşünelim; gerçekleşsin veya gerçekleşmesin bütün bildiklerinin yanlış olduğunu kavrama - bilmediğini bilme - yetisi var olduğu sürece, insanı yaşayacağı olası yıkımdan hiç bir mutluluk kurtaramaz. kabullenmeyiş çabası ya şizofreniye ya da paranoyaya sürükleyecektir. kabulleniş erdeme.
  6. aslında bizim cahil dediğimiz güruh da herşeyin farkinda ancak sorguladiklari zaman mutsuz olacaklarini bildikleri icin kafalarini surekli farkli seylerle mesgul ederek bu korktuklari kisimlari gormezden geliyorlar. bir nevi korkulan sey karsisinda gozlerini sımsıkı kapatmak gibi. gözlerini acarsan gercegi farkedeceksin ve mutsuz olacaksin. olay bu.

    her ne kadar cehalet mutluluktur desek de cahil kisi kendi icerisinde surekli bir ic çatışma bir ic savaş yaşamakta. tum hayati bi duygularini bastirmakla gecmekte. bu duyguyu yuzune vuran, farkındalık yaratmaya calisan kişilere ise derin bir kin ve nefret beslemekte. surekli bir huzursuzluk hali, paranoya, sizofreni. zaten dikkatli bakarsaniz bu guruhun ekseriyesi ruh hastasi, sorunlu kişilerdir. kendileri disinda herkes onlara dusmandir.

    ozetle cehalet tam olarak mutluluk getirmez. sadece gercekleri bastirmaya fayda eder.
  7. günümüze salağa yatıp, umursamamak olarak türevlenmiş insan ilişkilerinde ki yeni tutumlardır. duymamak görmemek o konuda bir şey bilmemektir bu konuda cehalet. bildiğin varsa da onu görme duyma bilme salla gitsindir günümüzde salağa yatabilmek. bu yüzden bizi sevindirirken olaya bakışımızı önemsizleştirir verdiğimiz değeri ve beklediğimiz beklentiyi niteliksel olarak düşürür. budur aslında bize sağladığı olumlu yönü, takmadan mutlu olmaya çalışmaktır günümüzde.
  8. cehalete, kendini bilmezlik eşlik eder çoğu zaman. kendini bilmeyende ise utanma duygusu pek gelişkin değildir. aksine kibir abidesi gibi dolaşır ortalıkta. insan kendini bilirse, genel geçer bilgiler hariç yeterince bilgi sahibi olmadığı konularda ahkam kesmeye utanır. herkesin her konuda fikir sahibi olması da zaten beklenemez. ama hem cahil hem de kendini bilmezse biri, durum farklıdır ve illa fikir beyan etmek zorunda hisseder kendini. yüzüne "arkadaşım sen bunu yanlış biliyorsun" ya da "hiç bilmiyorsun" deme gafletinde bulunursanız kendini kaybeder. çünkü ezberi bozulmuştur, düzeni şaşmıştır. bu kez cehaletin verdiği mutluluk yerini öfkeye bırakır ki bu öfke aslında kendine yöneliktir. ancak öfkesiyle başa çıkamayınca başkalarına yöneltir. başlıktaki tezle çelişerek, şöyle bitirmek isterim: cehaletin sonu mutlak öfkedir.
  9. cehalet bence mutluluk değil hazdır. özellikle de modern dönemin insanını köleleştiren şey de hazcılığı ve konforculuğudur. konforculuk da bir nevi hazcılık aslında ama o ayrıca konuşulacak bir şey bence.

    cahil denen ama seçim kazanan akp'li insan profilini düşünün. aslında çok iyi şartlarda yaşamadan, çok fazla imkana sahip olmadan, hayatında bir sürü sıkıntı varken bu insan nasıl mutlu olacak ki? muhtemelen mutlu değildir zaten merak etmeyin. o insan kendi zihniyetinin, desteklediği ve ait hissettiği partinin iktidar olmasından haz alıyordur. kendine düşman gördüğü, zihninde kötü olarak kodladığı grupların seçim mağlubiyetlerini görüp onlarla dalga geçerek haz duyuyor. hatta küstahlığa varan işler yapıyorlar ama bunlar hep haz işte.

    başka şekilde de görülebilir bu hazcılık. ani tüketim merakı da bunlardan birisidir aslında. uzun makale okumak yerine tweet okumak, iki sayfa kitap okumak yerine internette yer alan 3-5 satırlık bilgilere göz atmak günümüz insanının sıradan davranışları. çünkü öbürü sabır gerektiriyor, emek gerektiriyor. ancak bugünlerde kimsenin ne sabrı var ne de emek sarf etmeye niyeti. çünkü ani tüketime alıştırıldık. çünkü temel insani güdülerimizin ayarı şaşırtıldı. alkolizm, pornografi, kumar(bahisler, piyangolar da dahil), uyarıcı ve uyuşturucu maddeler, tütün mamülleri ve daha birçok madde... bunların hepsi sıradanlaştı ve hayatlarımıza sokuldu. esasen serseri bir hayatın getirdiği şeyler bunlar ama bugünlerde iyiden iyiye popüler, modern, seküler bir hayatın göstergesi oldular.

    geçenlerde bir spor programında "artık 90 dakika maç izleyen insan kalmadı. tweet atmadan maç seyredemiyor insanlar." dedi bir yorumcu. düşündüm ve çok mantıklı geldi. 90 dakika bir şeye sabretmeye, onu takip etmeye, onun içinde yer alan sıkıcılığa tahammül eden insan sayısı çok azaldı. birçok arkadaşım her geçen yıl eskisinden daha az tahammül ediyor maçlara. bu sadece türkiye ligi ile ilgili bir sıkıntı değil, futbolun zirvesi olan premier lig, bundesliga, la liga gibi liglerden maç izlerken bile 90 dakikaya tahammülü kalmadı bu arkadaşlarımın. elde telefon olmadan maç izleme kültürü ölüyor. çünkü ani tüketim istiyoruz. çünkü beyin sürekli uyarılmak istiyor. dakika başı sosyal medya hesaplarını güncelleyip yeni bildirime bakıyor bu insanlar. çoğu zaman yeni bir şey olmayacağını bilerek yapıyorlar. farkındalar mı bilmiyorum ama beyinleri farkında. uyarılmak istiyorlar. dopamin salgılıyorlar. 4-3-3'ün, hücum presin, takım savunmasının, alan kapatmanın modası geçti artık. göreni kalmadı çünkü. bu işi profesyoneller takip ediyor artık sadece. amatörler istemiyor bunu. çünkü sabretmeyi, düşünmeyi, ilgilenmeyi ve emek sarf etmeyi gerektiriyor bu işler.

    modern insan artık dopaminle yaşıyor. hayata bağlayan bu hormon artık suistimal hormonu oldu. herkes potansiyel pornografi bağımlısı, herkes potansiyel sosyal medya bağımlısı, herkes potansiyel obez, herkes potansiyel x, potansiyel y. herkesin sonu uçurum. depresyonlar kol geziyor. doyumsuz insanlar anti depresanlara koşturuluyor. kimse doyumsuzluğu kesmeye bakmıyor. modernizm hazzı tavan yaptırdı, beklentileri tavan yaptırdı. doymuyoruz, doyamıyoruz, doyamayacağız. şişiyoruz, şiştikçe de batıyoruz.

    cehalet mutluluktur... mutluluk mu bilmem ama haz olduğuna eminim. dopamin suistimali yapan her şey bizi biraz daha esir ediyor kendisine. esir oldukça da bilgiye ulaşacak yollardan kopuyoruz. koptukça da cahilleşiyoruz. cahilleştikçe de daha çok dopamin istiyoruz. istedikçe mutlu olduğumuzu sanıyoruz ama sadece hazzın esiri oluyoruz. kısır döngüden çıkamıyoruz. çıkamadıkça da parkinson, şizofreni, dikkat eksikliği, depresyon gibi hastalıklara koşuyoruz. koşuyoruz da ciğerimiz ne zaman patlayacak?

    sahi bunca özgürlük narası varken, bunca mücadele vurgusu varken, bunca çile varken gerçekten bir birey olarak kendi içimizde ne kadar özgür olduğumuzun farkında mıyız? pek ümitli değilim bu sorunun cevabından. modern dönemin insanı kendi sonuna koşuyor. dünyanın sonu ne zaman gelir bilmem ama insanlığın sonu pek uzak görünmüyor.

    hazlarımız bizi cehalete sürüklüyor. dopamin aşkımız bizi aptallığa koşturuyor. bunun adı mutluluk mu? mutluluksa psikiyatri servisleri neden tıka basa dolu? eczaneler neden en çok anti depresan satıyor? neden itiraf başlıkları mutsuzluk hikayeleriyle her sözlükte en çok yazılan başlık?

    haz... hepimizi içine alan kağıttan devasa bir gemi. çok büyük, çok lüks, çok şık, çok estetik, çok ilgi çekici, çok seksi değil mi? evet. batıyoruz. tükeniyoruz. tüketirken tükeniyoruz. herkes bu kağıttan geminin içindeyken bizi kim kurtaracak?
    ae
  10. cehalet mutluluktur. ama "bilmeme durumu" anlamındaki cehalet.

    bu dünya sorguladıkça anlam kazanır ve sorguladıkça yutar bizleri. düşünmeye sevk edilen birey başına geleceklerden haberdardır bu yüzden cahillik mutluluk getirir.

    sevdiğiniz insanın sizi aldatıyor oluşu hakkında en ufak bir fikriniz bile yoksa o mutlu mesut ilişkinize devam edebilirsiniz. öğrendiğinizde yakıp yıkacak oluşunuz cehalet sürecinizde mutlu olduğunuz gerçeğini tasdik eder nitelikte.

    ya da genel kesimin içinde bulunduğu dünyayı bilmeme hali. ne bu siyasetin başına açacağı işlerden, ne kızının mervelerde ders çalışmadığından, ne bıraktığı karbon ayak izinden bir haber, sözde mutlu hayatına devam edebilmekte.