1. görmeyenlerin gözünü açmak ümidiyle başlıyorum entry'e.

    dünyada, bilhassa türkiye'de, kadınların ne şartlarda yaşadığını görmeyen, bilmeyen, duymayan var mı aramızda? sırf mini etek giydiği için otobüste tekmelenen, gece dışarı çıktığı için tecavüz edilen, her gün sosyal yaşamda ve sanal ortamda defalarca taciz edilen cinsiyettir kadın. peki biz "feminizm" adı altında haklarımızı savununca cinsiyetçi oluyoruz da, tüm bu haksızlıklar cinsiyetçi olmuyor mu? hatırlamıyorum kaç kez bunun tartışmasına girdiğimi. hatta karşı tarafın "erkeklik gururuna" fazla dokunmuş olacağım ki, ben haddini hatırlatmasam insan içinde fiziksel şiddete başvuracaktı psikolojik şiddeti yetmezmiş gibi.

    bebeklere, engelli kız çocuklarına, yoldan geçen herhangi bir kadına, sırf cinsiyeti "kadın" diye tecavüz, darp, taciz eden zihniyet diye bir gerçek var. bununla birlikte bunu meşrulaştırmaya çalışan bir kitle. her şey normal sanki canına yandığımın dünyasında her şey güllük gülistanlık.

    "kadın dediğin ev işi yapar zaten bu reklamda kullanılmış eee ne var bunda?" değil mi süper zihniyet?

    "kadın gece çıkarsa tecavüze uğrar aga, dizide de bak maço yiğit izin vermiyor dışarı çıkmasına kadının kır dizini otur diyor heyyt bee erkek gör erkeeek." bakın ne güzel meşrulaştı gece dışarı çıkan kadının tacize tecavüze uğraması. ne güzel rol model ilan edildi bu zihniyet.
    ne güzel oldu her şey mis gibi günaydın hepimize. bugün de kadınlar öldürülecek. bugün de kadınlar diri diri toprağa gömülecek.

    hanımlar! kimse bizi yıldıramaz!

    toplumun bize biçtiği her rolü reddediyorum. ben istersem her şey olurum. ben istersem boksör olurum, istersem doktor. istersem 5 çocuk doğururum, istersem hiç doğurmam. istersem çalışırım, istersem çalışmam. bunlar ne benden ne kadınlığımdan bir şey eksilmez. kadın yarım değildir, sensin o yarım!

    edit: yayınlanalı 5 dakika olmuş, hemen zülfiyare dokunmuş. kıyamam ya :')
  2. açık yeşiller öne gelsin!!!

    feminizm deyince aklıma mottosu bu olan temel fıkrası gelir. özetle;
    bir otobüste seyahat edecek olan beyaz ve siyah yolcular arasında ön koltuklarda oturma krizi yaşanır. tabi temel olayı suhuletle çözecek akıl dolu öneriyi ortaya atar ve herkes kendini yeşil olarak hayal etsin ve öyle binsin otobüse der. olay çözülmüş, herkes karışık oturmuştur. fakat temel otobüs tam hareket edecekken durun biraz der ve baştaki cümleyi kurar: "açık yeşiller öne gelsin".

    feminizm de aşağı yukarı böyledir. meselâ; bilimsel metodolojiyi sadece erkek bilim insanlarının tecrübelerini aksettirdiği için aslında tam olarak gerçeğin yansıtılamadığını, bilginin "kırınıma" uğradığını ileri sürerek eleştirirler. ama aynı feminizm; kendi içinde de sadece sosyoekonomik durumu orta düzeyde olan beyaz kadınların tecrübelerini aktardığı için eleştirilir. yani herkes yeşilken, açık yeşillere öncelik verilir.

    sözün özü; konu bugünün mazlumlarının yarının zalimi olmalarını engellemek olarak ele alınmadıkça yeni açık yeşiller ortaya çıkar, meselâ güney afrikalı siyahi kadınlar kuzeyli kadınları dışlayabilir. ve bu mesele sürer gider.
    kalba
  3. istediğiniz kadar inkar edebilirsiniz ama özetle budur : feminizm
  4. aklı başında olan her insanın kadın ya da erkek fark etmez sahip çıkması gereken akımdır.

    “bağzı tipler” erkek düşmanlığı olduğunu iddia ederek bulandırmaya, içini boşaltmaya çalışmaktaysa da kadınlar kimi ya da kimleri rahatsız ettiklerini düşünmeden fikirlerini özgürce ifade edecek, haklarını savunacaklar burada hiçbir sorun yok.

    peki niye bu kadar rahatsız oluyorsunuz hiç düşündünüz mü? şimdi burada yine bir düşmanlık iddiası olacak ama kadının gücünden en çok erkekler korktuğu-bu kelime belki yanlış olabilir rahatsız olduğu için olabilir mi? (zaten geriye düşmanlık sergileyebileceğimiz başka bir cinsiyet de kalmadı tüh) sürekli sindirmeye çalıştığınız kadınların her alanda başarılı olması, siz olmadan da hayatta kalmaları, para kazanmaları, istediklerini yapmaları, istedikleri yerlere girmeleri (özellikle girmeyi seçtim) sizi=erkekleri rahatsız ediyor kabul edin. ki yine “bağzı kadınları” da rahatsız ediyor da onlar da bu sözünü ettiğim erkeklerin güdümündeler.

    erkek olarak yanınızda yörenizde bulunan bir kadın mutlaka sizin eşiniz, kız kardeşiniz, anneniz olduğu için önemli. kendisi bir birey olabildiği için değil. bu yüzden kadın çalıştıkça evlilikte çift başlılık oluyor boşanmalar artıyor sen evde otur diyorsunuz, bi başına kadın olarak bunu yapamazsın denemeye kalkma diyosunuz, bensiz yaşayamazsın boşanmayı aklından bile geçirme diyorsunuz, zaten sizin fikrinizden farklı bir durum oluşursa da direkt dövme öldürme kısmına geçiyorsunuz, bu kadın başarısız bu aşamaya kesin cinselliğini kullanıp gelmiştir diyorsunuz, gece dışarı çıktığın mini etek giydiğin için tacize uğradın diyorsunuz.

    e artık bilale anlatır gibi de anlattım, keşke bu rahatsızlığınızı pozitif bir etkiye çevirseniz biraz “ahlaklı” biraz da “bilinçli” olsanız da kadınlar hak ettikleri seviyeye ulaşsa, medeni bir ortam oluşsa, biz de bu kadar yorulmasak.
  5. feminizm ideolojisinin kapitalist sistem tarafından icat edildiği iddiası şaibeli bir konu. öyle bile olsa bunun bir önemi yok. feminist hareketin özellikle sosyalist fikirle serpilişine dair yeteri zenginlikte tarihsel veri mevcut.

    bence feminizmin en büyük başarısı bireysel alanda oldu: her yeni nesilde kadınlar ev işlerinde erkeklerden daha büyük bir sorumluluk payı talep eder oldu. bunun yanında erkekler, kadınlar arı gibi çalışırken kös kös oturup burnunu karıştırmayı içlerine sindiremez oldu.

    ancak cinsiyetlerin toplumsal temsiline baktığımızda hala sıkıntılı durumlar mevcut: çalışma hayatında kadınlar -genellikle- erkeklerden az kazanıyor, burası aşikar. ancak soru şu: kadının daha fazla para kazandığı bir evlilikte erkek ne kadar huzurlu olur? hatta kadın, kocasından fazla kazanmayı gerçekten ister mi? böyle bir kocaya saygı duymaya devam eder mi? elbette konuyu tatlıya bağlamış tekil örnekler mevcuttur ancak genele baktığınızda, sosyal hayatlarında kendilerine biçilmiş toplumsal cinsiyet rollerini oynayan erkek ve kadınların karşı karşıya kalacağı mahalle baskısıyla başetmeleri kolay değil. burada feminist söylemin, erkekleri savunma pozisyonuna itecek agresif ve alaycı bir dil kullanmasında bence bir getiri yok. ancak "bazı feminist çevreler" sanki rövanşist bir ajandaya sahip oldukları intibasını uyandıracak derecede bu dili kullanmakta ısrarcılar ve tartışmanın büyük bölümü buradan çıkıyor. erkeklerin hemen ertesi gün etek giyip sokağa çıkmasını talep eden bu ısrarın erkekleri savunma pozisyonuna çekilmeye zorladığı açık.

    bunun yanında işin şöyle enteresan bir yanı da var: kadın eğer çalışıyorsa erkekten daha az kazanıyor ancak evin içinde iş bölümü erkekle kadın arasında daha dengeli dağılmaya meylettikçe kadın, geleneksel hakimiyet alanı olan ev işleri (yemek, çamaşır, bulaşık, vs) konusunda otoritesini giderek yitiriyor, erkeğe kaptırıyor ve bunun da enteresan sonuçlara sebep oluyor - şahsen gözlemleme şansı buldum. ne olursa olsun, bir konu hakkında mutlak karar mercii olmak, insanın varoluş hissiyatına katkıda bulunan bir şey ve vazgeçmesi kolay değil. dolayısıyla kadın eşitliği toplumsal bir norm haline gelmediği müddetçe ev işlerine karışmayan maço erkekleri tercih eden bir kadın kümesi varlığını sürdürecektir: "hiçbir otoritemin olmadığı bir işyerinde köpek gibi çalışıp üç kuruş para kazanacağım diye evde mutlak otorite sahibi olduğum bir alanı erkek ile paylaşıma açar mıyım?" buna razı gelmeyecek bir kadın grubu var ve kadının iş hayatındaki rolü erkekten farksız hale gelene kadar varlığını sürdürecektir diye düşünüyorum.
  6. bu arada feminizm ile ilgili şunu söylemeden olmaz: kadın ve erkek eşit değildir. eşit oldukları tek bir nokta vardır. o da haklarıdır. zaten esasen istenen de budur.

    yoksa kadın ve erkek niye eşit olsun ki? kadının artıları eksileri ayrı erkeğinkiler ayrı. kadın veya erkek düşmanı olmaya gerek yok bu yüzden. elma ve armut eşit mi diye düşünerek yalnızca elma sevenleri ve armut sevenleri bölersiniz. elma başka armut başka. niye eşit olsunlar ki? o zaman ikisi de elma olsun. ya da ikisi de armut olsun.

    inanın bana hem elmamız hem armutumuz olması daha güzel. üstelik paha biçilemez.
  7. toplumda var olan çelişkiler üzerinden örgütlenme modelleri geliştirilebilir. fakat kadın çelişkisi ile kapitalist sistemin ayrıştırma unsuru haline getirdiği cinsiyetçilik üzerinden savaşılamaz. sömürüsüz ve sınıfsız toplum, cinsiyetler üzerinden çatışmayı bitirebilecek yegane çözümdür. öyleyse sistemin parçalanması ve yeniden inşası için mücadele vermek gerekir. salt cinsiyet, kimlik, mezhep vb. üzerinden geliştirilen modeller ile deyim yerinde ise tamahkar olunabilir.
  8. kötülük de iyilik de kimsenin tekelinde değil elbette. hepimizin içinde hem kötülük mevcut hem de iyilik. salt kötüler ve salt iyiler de yok. siyah ve beyaz yok yalnızca. griler de var. insanların ideolojilerinden, inançlarından, dünya görüşlerinden bağımsız bu gerçeklik. bunu bir kenara koyalım öncelikle.

    sonra olaya dönelim. tacizciyi teşhir etmek tacize uğrayanın hakkıdır. taciz nasıl ispatlanır diye sorarsanız bunu bilmiyorum. mahkemeye başvursaydı tacize uğrayan kadın ispat edebilir miydi peki? onlarca kişinin sistematik tecavüzüne uğrayan çocuklar bile tecavüzü ispat edemiyorlar. biliyorum gereksiz bir cümle oldu çünkü hepiniz bunu biliyorsunuz. türkiye'de adalet mekanizmasına güvenen var mı peki? kısasa kısas filan demiyorum ama haksızlığı ifşa etmek haktır.

    daha kritik bir noktaya geleyim uzatmadan. herkes intihara kalkışan arkadaşın "suçsuzluğu" üzerinden değerlendirmiş meseleyi. neden kimse, hakkaniyetli olup, bu kadınlar durduk yere neden kendilerine de zarar verebilecek böylesi bir eyleme girişmişler, acaba gerçek olması ihtimali var mı demiyor? neden peki? arkadaş intihara kalkıştığı için mi gerçek mağdurun o olduğunu düşünüyoruz? ya vicdan azabı ve utançtan böyle bir eyleme kalkıştığını düşünmek çok mu zor? evet çok zor farkındayım. böyle fırsat başka nasıl bulunur feminizme ve feministlere saldırmak için. vurun abalıya…

    "gerçek feminizm" nedir bilmiyorum. ancak, hiçbir ideoloji, akım ve öğretinin uygulayıcı ve takipçilerinin zaaf ve sorunlu yanlarından bağımsız değerlendirilemeyeceğini biliyorum. yanlış yapan bendense sesimi çıkarmam diyecek insanlardan değilim. yanlış olduğunu düşündüğüm her eylem ve edime haksızdır diyebilirim. aramızdaki fark bu sanırım. kadınlar tacize ve şiddete maruz kaldığında "bütün erkekler tacizcidir" veya erkekler tarafından öldürüldüklerinde "bütün erkekler katildir" demiyorum.

    son olarak; ben de tacize uğrasam ve tacizi durdurmak için başka çarem olmasa, susmam ve kabullenip sineye çekmek yerine tacizciyi ifşa ederim.
  9. başlığın aktif olduğu gün ilginç bir feminizim- kapitalizm haberine denk geldim onu da araya sıkıştırmak istedim açıkçası.
    gaia dergide okudum; (asıl kaynak: gawker )

    İngilterede feminist Fawcett Society tarafından satışa sunulan "This is what a feminist looks like" ^:bir feminist işte buna benzer^ yazan tişörtler 70 dolardan satışa sunuluyor ancak üretimine bakıldığında durum içler acısı.

    tişörtler küçük bir ada ülkesi olan mauritiusta göçmen işçi kadınlar tarafından üretiliyor. günde 300 kadar tişört üretilen fabrikada kadınlar saatte 1 dolardan daha az kazanıyorlar (gaia dergide günlük 1 dolar denmiş ancak orjinal yazıda saatlik 1 dolar yazıyor)

    bu maaş aylık olarak; mauritiustaki aylık maaşın çeyreğine denk düşüyor.

    insan düşünmeden edemiyor feminizm kime göre neye göreden de çok , kim için ne için...
  10. -izmler'in dışlayıcı özelliğinin önüne aldığı soyut kelimeler sayesinde nötrleşmesinden nasibini alamamış ideolojidir. önüne aldığı kelimenin (feminine) sınırları belirli ve somut bir toplumsal grup ve zümreyi imlemesi buna engel teşkil etmektedir. Feminizmin bu garabetinin -feminizm erkek düşmanlığı olmadığı gibi feminizm eleştirisi de kadın düşmanlığı değildir- Türkiye'de başka garabetlerle birleştiğine şahit olunca insan ne yapacağını bilemiyor, meseleyi adlandıramıyor. Bugün feminizmi Türkiye'de ayakta tutan ya da feministlerin birleştiği en belirgin nokta ''bayan değil kadın''. Ayrıca ''bekaret''in de bugün yasaklı kelimeler arasına girdiğini gördük (bkz: ithaki yayınları'nın saldırıya uğraması) .

    Peki bu bazı kelimelere olan hassasiyet nereden geliyor? İşte en büyük garabet burada. Türkçe'nin yapısında olmayan feminist bir eleştiriden, yapısalcı analizin feminist yorumunun Türkiye'ye ithalatından. Bu yapısalcı dil analizinin feminist yorumu, eril-dişil ayrımının olduğu dillerde toplumsal analiz için işlevsel ve açıklayıcı bir rol üsteniyor. Ama Türkçe'de böyle bir ayrım yok bildiğiniz üzere -müzekker/müennes ayrımının olduğu arapçadan gelen kelimeler hariç-. Bu nelere sebep oluyor peki? Feminist yorumun rasyonel eleştirilerinin bir bilinçaltı okuma tekniğine dönüşmesine ve belli kelimelere duyulan irrasyonel nefrete.

    Efendim erkeklerin zihninde kadın-kız ayrımı varmış da bunu örtmek için bayan kullanılıyormuş. Türkiye'deki feministlerin psikanalizi hatmettikleri gördüğünüz gibi aşikar. Bayan kelimesi İngilizce Mistress/Mister, fransızca Madame/Monsieur karşılığı olarak bay kelimesiyle birlikte soyadın önünde kullanılmak üzere uydurulmuş hitap kelimesidir. Bu dillerde evlenmemiş kadına Miss ve Madamoiselle kelimeleri mevcutken Türkçe'de buna karşılık gelen bir uydurma girişimi olmamıştır. Buyurun şimdi bu cinsiyetçi bir kelime mi? Fakat zaten Türkçe'yi kullanmayı öğretmeyen eğitim sisteminden dolayı bu kelimenin yanlış yerlerde (cinsiyet ifadesi olarak) kullanımı mevcut. Bu eleştirilir ama kelime düşmanlığı, benim anlam veremediğim şey (doğru ikililer: Bay/Bayan, Bey/Hanım, Erkek/Kadın, Oğlan/Kız).

    Netice itibariyle tüm mesele insan olabilmekte. Ayrıca sol hareketler içinde, feminizmin müstakil bir öncelik kazanmasının Proudhon'un mizojen tutumu -bana kalırsa Paris Komünü'nün gücünü meydana getiren topyekünlüğe en büyük zararı vermiştir- olduğuna da belki bir ara değinirim.