1. dün doğum günümdü. sabah uyandım, kendime patates kızarttım. temizlik yaptım, çiçeklerin toprağını değiştirdim. ikindi vakti oturdum, karşıdaki gürgen ağacını izledim. keşke kendi toprağımı da böyle kolay değiştirebilsem diye düşündüm. aynı yerde köklenip etrafa sarılmaktan bıktım.

    pek fazla kişi kutlamadı, anne babam bile. bir ara buna üzülecek gibi oldum, çabuk toparlandım. hâlen doğum günlerine "inanan" biri olduğuma kızdım.
    güneşin batışını izledim. ölüm var. doğum günümü bir kez daha görebildiğim için şükredip yeni yaşımı bir kez daha dargın aldım.

    sevgilim hayat, burada sana başka türlü hayran biri var. itme beni, beni zehirleme, süründürme, kayığımı alabora etme artık.
    nisa
  2. uzun zamandır hiçbir yere hiçbir şey yazmıyordum kendim ve hissettiklerim hakkında. belki de vakti gelmiştir boğazımdaki düğümleri çözmenin.

    son 2-3 gündür deli gibi mutluyum aslında. gerçekten aklıma yaşadığım üzücü şeyler gelmiyor. sadece rüyalarım garipleşti. bir zamanlar sevdiğim şeylerin eksikliği buz gibi çarpıyor yüzüme. biliyorum ki tamamen zamana gömülü kaldı. biliyorum ki hiçbir şey eskisi gibi değil artık. en kötüsü de bu sanırım. eskiye sevgili kalmak. kendi yeni anına bir adım bile atamıyor insan.

    fakat arkadaşlar, kendimi bugün takdir ettim iradem için. başka zaman olsa peşinden koşup yorulacağım şeyler için bugün mantıklı bir karar verdim ve takılı kaldığım her şeyin kişisiyle beraber orada olduğunu bildiğim o sokağa girmedim. ister kaçmak olsun bunun adı, ister unutmak; yatağıma girene kadar içime çöküntü olsa da şimdi kendimi kutluyorum.

    yavaştan sıfırlanmak gerekiyor sanırım. bir gün tüm bu insanlara muhteşem teşekkür mesajları atacağım :')
  3. büyük bir şehrin merkezi bir ilçesinde oturuyorum, her akşam aynı meydandan çirkin binalar ve kahve önünü mesken tutmuş tedirgin edici bakışlara sahip orta yaşlı adamların arasından eve doğru yürüyorum. kafamı nefes almak için birkaç saniyeliğine göğe kaldırdığımda güneşin pembenin en güzel renklerini etrafa saçarak battığını fark ediyorum ama çirkin binalar tüm zalimlikleriyle ufku kapatmış. bir yerlerde batan güneş görünüyor, bir deniz kenarında birleri o gün batımında huzuru buluyor ama zalim binalar benden günün benim için tek güzel anını çalıyor. o yolu her akşam yürürken tüm binalardan nefret ediyorum.
    bugün umut üzerine düşündüm, yarım kalmış bir şeyler yaşadığım birine dair umutlarım. umut biterse acı da biter, dedi, bir dost. inancım biteli çok oldu umut nasıl biter bilemedim. gönlümün delice istediği ve çabucak kaybettiği şeyin artık gerçekleşmeyeceğine dair tüm varlığım üzerine iddiaya girecek kadar eminim.
    fakat bu iddiayı kaybetmeyi çok isterdim.
    işte böyle bir çıkmaz bugün de canıma batan çirkin binalar arasında.
  4. yıllar önce bir belgeselde izlemiştim.
    denizin altından nereden geldiği bilinmeyen esrarengiz sesler geliyor.
    ilk önce yunus veya balina şarkısı olarak belirliyorlar ama bu farklı.
    balina şarkısı 12 hz altındayken,
    bu şarkı 52 hz den söyleniyor.
    biraz araştırılınca bu şarkının yalnız bir balinaya ait olduğu öğreniliyor.
    şarkısını 52 hz den söylediği için hiçbir balina ona cevap vermiyor.
    ama o inatla şarkısını söyleyip yalnızlığına son vermek için çabalıyor.
    hayatta kendimi en çok özleştirdiğim şeydir bu balina.
    benim şarkım bitmedi,
    illaki duyar birileri sesimi.
  5. kendimden bıktım.
  6. ismail çok tuhaf adamdır, tüm mal varlığı cebinde olandır.

    ben ismail, hayatım boyunca sol cebime koyduğumdan başka param hiçbir zaman olmadı. ayranım olmadı içmeye ama hep atla gittim çeşmeye. görüp görebileceğiniz en enayi insanım.

    hoop. enayi değil, saf diyelim.

    tamam, saf. dünya üzerinde haksızlık yapılması gerekenler listesinde ilk yüzbinden çıkamadım daha. olsun, belki sonuncuyumdur, daha 99.999 insan benden daha kötü durumda olabilir. babam 18 yaşımda bana 1 milyon borç mu bıraktı, olsun. aldatıldım mı, olsun. batıyor muyuz, olsun yeniden deneriz. akşama ekmek alacak para mı yok, misafirliğe gideriz bir akşamlığına boşver. kan davasına karıştık ve insanlar beni öldürmek mi istiyor, vardır bir sebepleri. karın gözünün önünde başka erkelere mi yavşıyor, napalım demek ki yanlış bir seçim yapmışım hayatta. boşandım ve boşanırken donuma kadar mı aldılar, hep istediğim renkli cıvıl cıvıl donları alabilirim demektir bu ne güzel işte.

    ben ismail, pozitif ismail.

    en son torba yasaya kadar yurtdışı yasağım vardı, hiç göremedim türkiye dışını. şimdiye kadar kurduğum tüm firmalar, çalıştığım tüm iş yerleri battı. 4 tane firma kurdum 18 yaşıma girdiğimden beri, 3 tane de farklı iş yerinde çalıştım. 250 milyonluk türkiyenin büyük projelerinden birinde de çalıştım, 50 milyon euroluk yabancı bir projede de çalıştım. 3 bin liraya çevre düzenlemesi işi alıp artık kullanmadığım sigara paramı da çıkardım. 1200 lira maaşa da çalıştım, 10 bin lira da. 1 milyon borcumu ödedim ama 100 lira kenara koyabilmişliğim yok.

    para değil olay, geliyorum bekle.

    biraz uzun sürebilir gelmem, yazmak istiyorum sadece. adımı öğrendiniz diye beni tanımıyorsunuz nasıl olsa.

    yaşasın sözlük anonimliği.

    21 yaşımda ilk defa birine karşı bir şeyler hissettim, 1.5 yıl boyunca beraber güzel bir ilişki yaşadık ama meğerse 5 yıldır zaten biriyle berabermiş son 1.5 yılını ikimizle beraber yaşamış. 23 yaşımda biriyle karşılıklı birbirimizi sevdik ama aseksüel bir insandı yapamadım. 24 yaşında ilk defa birinin beni sevdiğini bu kadar çok hissettim ama sevemedim. 25 yaşında evlendim, 3 ay sonra 26 yaşında boşandım. 3 ay önce falan.

    durun durun, bu yazı nasıl kötü bir hayat yaşadım yazısı değil.

    çünkü inanılmaz güzel bir hayat yaşadım. kendimde her zaman doğru olanı insanlık sınırları içerisinde yaşadım. kimseyi isteyerek üzmedim, kimseye kasıtlı olarak zarar vermedim. yalan söylemedim, aldatmadım, kimsenin arkasından iş çevirmedim. insan oldum sadece, zayıfıklarımla, beceremediklerimle, isteklerimle, başarısızlıklarımla.

    hiçbir zaman tam olamadım. ne bir evi sahiplenip burası benim evim diyebildim, ne bir kadınla tamam işte benim beraber öleceğim kadın bu diyebildim, ne de yaptığım bir iş bir yerde bana yetti. hiçbir zaman bulunduğum ortam için tamam benim olmam gereken yer bu diyemedim.

    4-5 yıl öncesine kadar intihar etme fikri o kadar çok bastırıyordu ki. ama şimdi şu an bu yukarıda yazdıklarımla ve daha onlarcasıyla o kadar mutluyum ki, bırakın intiharı daha çok boka batacak ve bundan mutlu olacakmışım gibi hissediyorum. gençliğin buhranı da vardı bir zamanlar herhalde.

    düşünsenize hayatınızın her bir evresi sürekli ayrı bir macera, ayrı bir aksiyon, olay.

    herkesin öyle değil mi zaten, yaşayan herkes bir sürü sıkıntı içerisinde boğuşuyor, bir sürü acı çekiyor. kiminki daha fazla, kiminki daha az ne önemi var, herkes zor durumda ve yaşıyor bir şekilde.

    yapabileceğimiz tek bir şey var, daha çok sevmek, yaptığınız işi, yaşadığınız hayatı, etrafınızdaki insanları ve en önemlisi de hayatınızdaki sevgilinizi. yeni insanlarla tanışmayı, yeni yerler görebilmeyi, denemeyi. hayal etmeyi, olamayacak şeyleri bile hayal etmeyi.

    ben sadece bunu yaparak hayatta kalabildim ve her zaman bir şekilde mutlu olabildim.

    ne desem laf değil,
    göremiyorum, biraz eğil.

    nasıl buraya geldik bilmiyorum ama hepinizi seviyorum.

    -abi içini dökmemişin ki ne yazdın sen.
    -saol kardeşim ben kullanmıyorum, size afiyet olsun.
    isk
  7. kendime dair rezil bir gerçek keşfettim.

    ortalama üstü zeki ve okuyan bir çocuktum, fakat tembeldim. çalışmadan, istanbul'da yaşadığı ilçenin (ki kalabalık ve medeni bir yerdi) en iyi okullarından birinde, en iyi sınıfında en iyi öğrencilerden biri haline gelmiştim. bunu da matematik dersinde soru çözdükten sonra arta kalan zamanımı defterin arkasına resim çizen biri olarak yapıyordum.

    bunu övünmek için yazdım evet.

    tembellik, imkanlar, tembellik, içe kapanıklık, tembellik derken... ergenlik de vurunca, 8'e geçerken öğretmenlerim de değişince, son sene dersleri de beceremeyen, önceki senelerde ise hiçbir şey üretememiş biri oldum. yani ortaokul bittiğinde ne üreten ne bilen biriydim artık.

    çünkü ben, anasının babasının uslu ve nazik, sağlığı kırılgan ve tembel oğluydum. ders çalışsam bağışıklığım düşer nezle olurdum (ciddiyim), ilkokul 1'de kabakulak ve bademcik ameliyatı, gripler derken aylarca okula gitmedim. içe kapanık olduğum için sosyal ilişkileri anlamadığım yetmiyormuş gibi, zekam ve aile terbiyem o yaşlarda başkalarından uzak olma sebebimi onlardan "farklı" olmam gibi yansıtıyordu.

    bu bir yanılgıydı. ben, bir ucube olma yolundaydım.

    lisede iyiden iyiye derslerden koptum, insanlardan zekiydim ama hâlâ üretmiyordum. sigara içecek, millete pandik atacak kadar mal değildim bana sorsanız ve bir savunma mekanizması olarak, hiçbir şey yapamayan asosyal biri olduğum gerçeğini saklamak için kibirlenmiştim. üretemiyorsam da, düşük biri değildim. hem felsefeyi kafam basıyordu benim! (çünkü o dönemdeki felsefe için oturduğunuz yerden eleştirmek/sorgulamak ve mantıklı biri olmak yeterlidir.)

    derken lise sonda fark ettim ki, ben, toplumdanlaşamayan ucubenin teki olmuştum. bazı insanlarla iletişim kurmayı istemiyor değil, direkt olarak hiç bilmiyordum. ayrıca nerdler gibi bir tutkum, üretimim de yoktu. bir hiçtim artık. hobisi, tutkusu, bilgisi, sosyal kabiliyetleri de olmayan, hiçbir dalda tutunamayan bir hiç.

    üni.de bu durum pekişti.

    öyle de kaldı.

    kibir söndü böylece. hatta patladı bile denebilir. elde ne kaldı? koca bir sıfır.

    orta 1-2'deki ben'in gölgesinin, gölgesinin, gölgesi olarak, kendini hiçbir yere ait hissetmeyen, hiçbir şeyi kendinin görmeyen, dünyaya bir çivi olsun çakmaya çalışmamış, dünyanın ise üstüne çivi çakmaya tenezzül dahi etmediği, ortası halihazırda delik bir sıfır.

    ve sonrası pdd ^:persistent depressive disorder^ ^:distimi^ ^:kronik depresyon^ olarak geldi. ardı arkası kesilmeyen bu yokuş aşağı süreç, yani hayatımın yarısından çoğu oldu artık, sürekli sorguladığım bir süreçti. sonunda anlıyorum, ne kadar boktan bir insan evladı olduğumu. sonunda neden hiçbir halt yapamadığımı anladım. çünkü tembel birine ona gaz verecek ortam da vermezseniz, ama öncesinde gen ve aile vergisi şekilde başarılıysa, sonrasında da belli prensipler yüzünden bir meslek edinene kadar sabredecek durumdaysa, sürekli ama sürekli durmaksızın kaybeder. durmaktan ölümüne korkacak hale gelene kadar kan kaybeder. ve yaşar. ne olursa olsun yaşar. hiçbir zaman büyük başarısızlıkları olmaz, onun yaşamı ufak tefek bir sürü başarısızlık dolu olacaktır ve hiçbir zaman uzun soluklu başarı katamaz hale gelir.

    artık biliyorum. neden yalnızım, neden korkuyorum, neden başarısızım, neden hiçbir hevesim yok, neden hiçbir inancım yok, neden hiçbir şey umduğum gibi değil... biliyorum. hepsini biliyorum. hepsini.
  8. bu zamana kadar içimde tuttuklarım birer birer dökülüyor göz yaşlarımla.
    istediklerim ve nefret ettiklerim diye ayırıyorum artık.
    bu değersizleştirmeye boyun mu eğmeli yoksa kırıp dökmeli mi tüm hayatı baştan sona..
    nefret ettiriyor kendinden artık, istemiyorum yüzüne bakmayı bile.
    bundan önce ya pişman olursam diye dile getiremediklerim delip geçiyor artık benliğimi.
    kahretsin ki ben onun kızıyım...
  9. kısa bir zaman önce, sıkışık bir toplu taşıma serüveninde idim. arka kapının önünde, kurtuluş anını düşleyerek artan sıcaklığın ve bunaltının etkisini azaltmak uğraşındaydım. bir kişi inmek için düğmeye bastı. beş saniye sonrasında bir başka kişi, düğmeye ilk basan kişinin eylemini görmüş olmasına rağmen tekrar bastı. üç saniye sonrasında bu olayın, üçüncü bir kişi uçarcasına ulaşmaya çalıştığı arka kapının düğmesine zar zor uzanarak tekrar bastı. her basıldığında ışık yakıp, ikaz sesi çıkaran o sihirli tuşa üç farklı insan sekiz saniye içinde bastı.

    bu örnek gösteriyor ki, güvensizlik her hücremize yapışmış. 230 yıl önceki hümanizma güzelliği, iki buçuğumsu asırda dibe vurmuş ve düşmeye sonsuzca mahkum olmuş. güven diyoruz. ama nereye kadar yıkılmayabilir tüm önemli organlarını kaybettiğimiz güven duygumuz? nolur söyleyin ulan; vicdansız, erdemsiz, iyiliksiz güven mi olur? bizi biz yapacak ne kalıyor bunlar yok olmuşken? insan olmak uğruna yaşamaya başlatıldık, ama birer insan dışı hayvan bile olamadık. lanet girsin aç gözlü lanet kudurukluğumuza.

    dinlenilmeye ihtiyacımız var ulan. dinlerim ve dinlettiririm ulaşırsanız. en azından kafamızdaki şeyin kıçına tekmeyi basarız belki, ne dersiniz?
  10. bugüne kadar kadınların hep ikinci tercihi oldum.

    sebebini hiç anlamadım bunun ama cidden insan uyuz oluyor hep birilerinin ikinci tercihi olmaya.

    böyle olduğu için de bir kadın beni seviyorsa "kesin birilerinden yüz bulamayıp bana gelmiştir" diye düşünüyorum artık.