• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (6.03)
Yazar orhan pamuk
kırmızı saçlı kadın - orhan pamuk
ilk aşk deneyimi bütün bir hayatı belirler mi?
yoksa kaderimizi çizen yalnızca tarihin ve efsanelerin gücü müdür?

orhan pamuk, yapı kredi yayınları'ndan çıkan yeni romanı kırmızı saçlı kadın'da bizi otuz yıl önce istanbul yakınlarındaki bir kasabada liseli bir gencin yaşadığı sarsıcı bir aşk hikâyesiyle, büyük bir insani suçun peşinden sürüklüyor.

(kitap bilgisi idefix'ten alınmıştır.)


  1. daha önce orhan pamuk kitabı okumuş olanların beğenmeyip, okumamış olanların beğendiği ve diğer kitaplarını niye şu ana kadar okumadım diye hayıflandığı roman.
  2. hayal kırıklığına uğratan kitap. orhan pamuk, o kadar çok oidipus ve rüstem ile sührap'ı her bölümde gözümüze gözümüze soktu ki, yeşilçam filmi gibi daha kitabın başında ne olacağını tahmin ettim.

    !---- spoiler ----!
    kitabın sonunda kırmızı saçlı kadın baya baya oğlunu savunmuş bana, sanki okumadık da bilmiyoruz ne olduğunu, oğlunun nasıl uyuz bişe olduğunu.

    hayır bi de oğlan, babasına diyo ki: "anamı kandırıp hamile bırakmışsın. allah muhammed aşkına 33 yaşındaki evli anan da 16 yaşındaki henüz lise talebesi baban tarafından kandırılmayaydı."

    !---- spoiler ----!
  3. şu an itibariyle bitirdiğim kitaptır. önyargılarım nedeniyle organ pamuk okumamıştım bu zamana kadar. elime geçti ve okudum bu kitabını. belki kurgu olarak idare eder ama yazım olarak bir üslup göremedim.

    sonuç olarak kitabı beğendim ama farklı bir şey bekliyordum galiba, büyülenmedim.
  4. şuradaki yorumumda henüz kitabı bitirmemiş, birinci bölümün keyfini sürüyordum. ağır ağır çevirirken sayfaları burnumda rakı kokularıyla öngören havası bana yarıyor diye düşünüyordum. çok aksi bir durum olmadıkça okuduğum kitaplara burun kıvırmam, ne olmuş beni içine almamışsa, elbet birilerini mutlu ediyor bu satırlar diye düşünürüm.

    lakin elimizde 2016 senesinde olmamız ve bir de orhan pamuk faktörü var. hal böyle olunca üç bölümden oluşan hikayemiz samimiyetini her bölümde biraz daha kaybetmiş, okuyucunun hevesini de kırmıştır. bir yerden sonra yirmi sayfa sonra olacakları biliyor hale gelip, bir şekilde sevdiğinizi hissettiğiniz hangi karakter varsa ondan da uzaklaşmaya başlıyorsunuz. önümüzdeki yıllarda film uyarlaması yapılırsa hiç şaşırmayacağımı söyleyebilirim. (kitapta yer alan belki en önemli, düşünülmüş, araştırılmış olan batı doğu kavramlarına da yer verilmemek suretiyle tabii)

    ayrıca bana mı öyle geliyor emin değilim ancak sanki orhan pamuk'un dili, kitap ilerledikçe giderek sivriliyor ve inceden bir ukalalık sezmeye başlıyordum anlatımında. belki bendeki değerini yavaş yavaş yitirdikçe böyle bir hisse kapılmışımdır. belki de sahiden ukalalık yapmıştır.

    yeni yeni edinmeye başladığım altını çizerek okuma alışkanlığımı birinci bölümden sonra yine unuttum. o kadar bütünleşemedim zannediyorum ki bir yerden sonra. ama birinci bölümden seçtiğim güzel satırlarla yazımı sonlandırmak isterim.

    "belli ki bunların bazıları, susuz, kör kuyulara saklamak için atılıyor, sonra da yıllarca, yüzyıllarca unutuluyordu. bu tuhaf değil miydi? insanın sevdiği, kıymetli bir şeyini kuyuda bırakıp sonra da unutması acaba neyin işaretiydi?"

    "o zamanlar 'ben, beni kimse görmediği zaman en çok kendim oluyorum' diye düşünürdüm. yeni keşfediyordum bu düşünceyi. kimse sizi gözlemlemiyorsa, içinizdeki gizli ikinci kişi dışarı çıkıp dilediği şeyi yapabilir. yakınlarda bir babanız varsa ve sizi görüyorsa içinizdeki kişi içinize saklanır."
  5. oidipus u okuduktan sonra daha bi farklı oluyo okuması ama uslubu bende pek beğenemedim
  6. rüşdünü ispatlamış bir yazar için bayağı zorlama bir roman olmuş. sanki iki efsaneyi duymuş ve çok etkilenmiş yeni bir yazar, iskambil kartlarından bir hikaye yükseltmeye çalışmış gibi bir hissiyat içinde okudum. bu kadar usta bir yazarın tahlilin âlâsını yapabileceği böyle bir konuyu bu şekilde romanlaştırması hayal kırıklığı oldu benim için açıkçası.
  7. dün elime geçen kitap. toplam 195 sayfa ama dün 100 sayfasını bitirdim. niye beğenilmediğini anlamadım ben elimden bırakamadım bi ara yürürken de okuyor hale geldim. yarın biter herhalde. belki de bu gece..

    kitapta eşi için yaptığı tanım çok hoşuma gitti, birlikte sevdiği kitapları severek okuduğu insan olarak belirtiyor onu, hayattan tek temennim. umarım sevdiğim kitapları severek okuyacağım bir insanla birleştiririm hayatımı.

    bir de babası için söylediği hoşuma gitti, terk edilmesine rağmen babası tarafından, buna en güzel açıdan bakıyor, o olmadığı için kendi çabalayarak bu noktaya geldiğini ve bu sayede "kendisi" olmayı başardığını söylediği satırlar tebessüme sebep oldu, belki de aynı kaderi paylaştığımdan ötürü.

    sonunu merak ediyorum artık. bitireyim bari.
  8. bir orhan pamuk klasiği fakat bu kitapta artık suçluluk duygusu yanına baba kompleksi yerleşmiş güzel de olmuş. kitabın efsanelerle işlenmesi ve karakterlerinin öyle böyle derken efsaneleri yaşaması gayet güzeldi.

    bir de yine klasik istanbul meselesi var. bir önceki kitapta da adım adım bugüne gelirken heyecan yaratıyor bu apayrı bi haz bana göre sanki karakterler az sonra metrobüse binecek gibi hissetiriyor, keyif veriyor.

    !---- spoiler ----!

    kitapta esas olan 2 şey var, suçluluk duygusu ve oidipus kompleksi. en sevdiğim iki alıntı "oğul babanın gücü ve şefkati altında ezilir birey olamaz" ve sonunda gözünden vurmasi ile ilgili "bir babada en dayanılmayacak yan; sürekli seni görmesi"

    !---- spoiler ----!

    yukarıdaki eleştirileri de okudum elbette haklı yanları var ama baba-oğul psikolojisi adına çok değerli bir romandı bana göre, kıymeti bilinmeli.
    abi
  9. !---- spoiler ----!

    orhan pamuk, bütün romanı "batı/oedipius" ve "doğu/sührab" karşılaştırması üzerine kurmuş. sanırım okurun zekasına pek güvenememiş ki bu karşılaştırmaları her fırsatta gözümüze sokmuş. bazı kısımları ima etmekle yetinse, okura biraz keşfetme şansı tanısa etkileyici bir roman olabilirdi.

    !---- spoiler ----!
  10. bütün romanın gevelemelerle oluştuğuna inanıyorum. iki üç sayfalık bölümlere ayrılmış olmasını anlayabilmiş değilim mesela, nasıl bir gerekçeyle zaten hiçbir pırıltısı olmayan paragraflar ayrılmış ki? koca bir geveleme bütünü olduğunu yazar bize kanıtlıyor, kitabın hiçbir cümlesinde psikolojiye dair bir oluşum yok. çok garip ancak okuyucuya çıkarımda bulunduracak bir gözlem de yok. hikayenin tekrarlarından yazar bıkmamış ancak okuyucu telef olmuştur. çok sabırlı bir okuyucuyumdur, ağır ve anlaşılması zor metinleri bile sabır ile yokuş tırmanan kamyon misali tin tin tin okurum. bakın mesela bir önceki cümledeki yapıyı dahi kullanmamış pamuk. gerek mi duymamış anlamadım. zaten kitabın başından sonuna kadar kelimeler ile fotoğraflar arasında bir bağıntı oluşturma niyetini belli eden yazar bize kelimelerden fotoğraflar oluşturmadan gazete haberi misali anlatıp geçti. öyle beceriksiz öyle baştan savma ki hikayenin hiçbir yere varmayacağı ve zorlama bir kurgu ile ilerleyeceği zaten hissettiriliyordu.

    !---- spoiler ----!

    kanavadaki büyük kopuşun hikayenin henüz 16 yaşında kuyuda çalışan bir çocuğun gözünden değil de aynı karakterin erişkin olmuş haliyle anlatılmasıyla başlıyor.(ki kitabın üçüncü kısmında yazar okuyucunun boğazından geçsin diye tanrı düzlemine geçiveriyor) kurulan cümleler çok vasıfsız. erişkin bir bireyin perspektifi olmaktan uzak. pamuk'un itü zırvalığı da bu romanda kendini koruyor. bıkmadı sanırım her romanına bir şekilde ya üniversiteyi ya da inşaat mühendisliğini eklemeyi.(vay çok değiştirmiş dimi jeoloji mühendisi olunca). kendini solcu sanan baba ve oğulun (yazarın bu konuda bilgisiz olduğu ve kulaktan dolma bir işe giriştiği aşikar) hikayesi gibi başlıyor. deniz kitabevi ve cem'in oradaki konumu ve yazarın bunları veriş şekli tamamen vasat.

    bir kazanın cinayet şüphesiyle takıntıya dönüşmesi suyu bulandırmaktan ileri gidemiyor. böyle bir takıntı düşünmeyerek kurtarılması mümkün olmayan bir durumdadır. ne olur biri söylesin bana karakterin o kuyunun başına gideceğini hanginiz tahmin etmediniz. ucuz ucuz salakta yapıp silahını beline takacağında adamın öleceğini hanginiz tahmin etmediniz.

    koskoca jeoloji mühendisi adam kuyu kazılırken çıkan topraklar hakkında en ufak teknik bilgiyi yazmaktan çekiniyor ( aaa pardon orada bi duralım çünkü sonrasında kırmızı saçlı kadın'ın dilinden(tiyatroda oyunun düğümünü çözemeyen yazar bir tanrı dili oluşturur ve finalde seyirciye bir çözüm bulur) anlatarak bu sorunu okuyucuya yutturma derdinde. yemezler abi, kusura bakma o çağlar kalmadı. antik yunan tiyatrosunda vardı onlar. hele roman yazarken böyle bir çıkmazda kalıyorsan romanı basmana gerek yok. çünkü niteliksiz. eminim herkesten çok pamuk'ta biliyor bunu.

    !---- spoiler ----!

    pamuk'un önceki romanlarını okuduktan sonra bu bende hayal kırıklığı yarattı. hikayenin hiçbir özelliği yok. sührab ve oidipus'un hikayesine gizlenmiş bir akışla bu roman benim boğazımdan geçmedi. kitabın henüz ortasında iken hikayeyi çözdüm. kendimi zorlayıp tamamını okudum. keşke o an bıraksaydım da üçüncü bölümdeki saçmalıkla hiç karşılaşmasaydım.

    inanın bana okuduğum en kötü romanlardan biri.

    yazılacak olumsuz birçok yön daha var ancak hepsini yazmaya değer görmüyorum. kendimi şu an bu konuda yormak istemiyorum açıkçası. merak ederseniz mesaj kısmından fikirlerimi paylaşabilirim.

    bunu ukalalıkla yazılmış olarak görenler olursa yanılırlar, bir hocamın lafı var; eğer kişi emek harcayıp çalışılmış bir iş getirmemişse, onun harcamadığı zaman için kendimi yıpratıp o işle uğraşamam. ben de bu yüzden şu an sadece kitaba verdiğim sekiz lira kırk kuruşa üzülüp kitabı kitaplığa yerleştiriyorum.