1. bu başlığın amacının ne olduğunu öğrenmem, ufkumu iki katına çıkarmasa da biraz yükseltebilir, ama üzerinde düşünmeme rağmen bir türlü bulamıyorum.

    örneğin hitler'le ilgili, yada zerdüştlük'le ilgili, yada istanbul'la ilgili bir bilgi neden ilgili başlıklara yazılmıyor da buraya yazılıyor?

    hadi ekşisözlük çöp kutusuna döndüğü için yazarlar bir refleks geliştirmişler, sözlüğün kalite ortalamasının üzerinde olan bazı entrylerini bu başlığa giriyorlar. ama burası için gerçekten çok saçma bir uygulama. neden bu başlığı okumam gerektiğine dair en ufak bir fikrim yok.
    ulgan
  2. ölümle mutlu olan ülkenin varlığı. bhutan.

    hindistan ve çin’le komşu ve
    yerel adı druk yul (barışçıl ejderhanın ülkesi)
    olarak bilinir. mutlak monarşi ile yönetilir.
    nüfusun büyük çoğunluğu tarım ve hayvancılık ile
    uğraşır.
    budist butan krallığı monarşiyi ve budist yaşam
    biçimini koruyabilmek adına kapılarını teknolojik
    gelişmelere kapalı tutar.
    750 bin civarında nüfusa sahip olan butan’da
    günde 5 defa ölüm düşünülür. onlar ölümden
    korkmuyor aksine kendilerini alıştırıyor.
    ve ülke gayri safi milli mutluluk politikasıyla
    biliniyor. ülkede üzüntüye kapılar kapalı. çünkü
    ölümü düşünerek onun psikolojisiyle anın ve
    yaşamın tadını çıkarıyorlar. yani gereksiz korku ve
    panik halini bir kenara bırakıp mutluluğu
    seçiyorlar.
    korkmadıkları ölümle ilgili resimler her yerde
    sergileniyor. ölümden korkmamalarında bir diğer
    etken ise budist inançlar ve özellikle
    reenkarnasyon düşüncesi. özetle ölümün
    kaçınılmaz olması ve yeniden dünyaya gelişe
    inanmak.
  3. ünlü yunan filozofu aristo, felsefe üzerine kafa patlatırken, elinde devamlı ağır bir top bulundururmuş. tabii bunu fantezi olsun diye yapmamış; uyku bastırdığında parmaklar gevşediği için top yere düşer, yere düşen demir topun çıkardığı ses kişiyi uyandırır ve böylece çalışmaya kaldığı yerden devam eder. zekice değil mi?
  4. uzayda vakit geçiren astronotların bedeninde bir dizi değişiklik olduğu biliniyordu. örneğin kasları küçülüyor ve boyları 5 cm kadar uzuyordu. şimdi ise dünyadan uzaklaşmanın bir etkisi daha olduğu netleşti: görüşü bozuyor.

    astronot seçmelerine katılabilmek için 20/20 kusursuz görüşe sahip olmak gerektiği bir mit olsa da (lazerle göz kusurlarını düzelttirenleri de kabul ediyorlar), gözlerin kesinlikle bozuk olmaması gerekiyor. fakat bu koşullar altında seçilen ve uzun süreli uzay uçuşlarında bulunan astronotların %80’i dünyaya miyop olmuş şekilde dönüyorlar. bu durum, özellikle 2030 gibi yakın bir tarihte yapılması planlanan mars uçuşu açısından nasa’yı endişelendiriyor.
    peki bu görme bozukluklarına neden olan şey ne? durumun farkına ilk varan kişi, 2005 yılında uluslararası uzay istasyonu’nda bulunmuş olan john phillips olmuş. yörüngede geçirdiği süre boyunca görüşü giderek kötüleşmiş; fakat görev kontrol ekibine söylemesini gerektirecek kadar da değil. dünyaya döndüğünde doktorlar kendisini genel bir sağlık kontrolüne aldıklarında ise uzayda geçirdiği 6 aylık süre zarfında görüşünün 20/20’den 20/100’e zayıfladığı ortaya çıkmış.

    phillips’in gözlerini ayrıntılı biçimde inceleyen doktorlar, astronotun gözünün yapısının da değiştiğini anlamış. gözlerinin arka bölümleri düzleşerek, retinaları ileri itmişler. çatlağa benzeyen korodiol katlanmalar oluşmuş ve göz sinirleri şişmiş.

    nasa önce bunun münferit bir olay olduğunu düşünse de, buna benzer görme problemlerinden muzdarip olan astronot sayısı araştırıldığında konunun ciddiyeti ortaya çıkmış. artık bu durumun bir adı bile var: görüş yetersizleştiren kafatası basıncı (ing. visual impairment intercranial pressure – viip) sendromu. bu sendromun başlıca nedeninin ise yerçekimsiz ortamda astronotların başında oluşan basınç olduğu düşünülüyor.

    dünya üzerinde iken, yerçekimi vücut sıvılarımızı ayaklarımıza doğru çeker. uzayda ise böyle olmaz ve örneğin scott kelly’nin uzayda geçirdiği 1 yıl boyunca 2 litreye yakın sıvı beyninde toplanmıştır. kafatasındaki tüm bu fazla sıvı, göz kürelerinin arkasına basınç yaparak onları düzleştirir. retinaları ileri doğru iterek, görüşü çarpıtır. en azından bilimciler durumun böyle geliştiğini düşünüyorlar.

    sorun şu ki, bu senaryonun göz düzleştirme kısmı yapılan taramalarla doğrulanabilse de, kafatası içi basıcın ölçülebilmesi, hele ki uzayda, pek mümkün değil. o nedenle sürecin bu olduğu henüz kesinlikle söylenemiyor.

    iyi haber ise gözdeki basıncı düşürecek çeşitli yöntemlerin şimdiden denenmeye başlaması. artık astronotların düzenli olarak, bacaklardan hava emerek yerçekimi varmış gibi hissettiren rus cüce (ing. russian chibis) kostümünü giymeleri isteniyor.
  5. Hesap makinelerinde ne işe yaradığını bilmediğimiz "M+" , "M-" , "MR" tuşları meğerse çok işe yarıyorlarmış

    "M+" tuşu memory anlamına gelir. "M +" tuşuna bastığımızda ekranda bulunan sayılar hesap makinesi hafızasına alınır. Bu tuşa basınca ekranda "M" harfi çıkar. Ardından yapacağınız bütün hesap işlemlerinden sonra ortaya çıkan sayı "M+" tuşuna basmanız ile birlikte önceki hafızada bulunan sayı ile toplanır. "M-" ise çıkartır. son olarak "MR" tuşuna bastığınızda hafızada bulunan toplam sayı ekrana gelir. Bu işlem ile çoklu hesaplamalarınızı rahatlıkla bir kalem kâğıda gerek kalmadan yapabilirsiniz.

    kaynak
  6. madeni paraların kenarları neden genellikle tırtıklıdır?

    geçmişte madeni paralar altın ve gümüş gibi değerli madenlerden üretiliyor ve dövülerek şekillendiriliyordu. kalpazanlar madeni paraların kenarlarını yontarak değerli madenlerden küçük miktarlarda çalıyordu.

    bu sorunun üstesinden gelmek için geliştirilen yöntemlerden biri madeni paraların makineler kullanılarak üretilmesiydi. böylece şekli çok düzgün dairesel paralar üretmek mümkün oldu. paraların kenarlarının yontulmasını engellemek için ise madeni paralar kenarları tırtıklı şekilde üretilmeye başlandı.

    1696 yılında ingiltere kraliyet darphanesi’nin başına getirilen fizikçi isaac newton madeni paralar kırpılarak yapılan sahtecilikle başa çıkmak için bu yöntemi kullanmıştı. günümüzde ise madeni paralar değerli madenlerden yapılmamasına rağmen (çoğunlukla bakır, nikel ve çinko alaşımlarından üretiliyorlar) kullandığımız bazı madeni paraların kenarları tırtıklı.

    (bilim ve teknik dergisi, ocak 2017)
  7. iç anadolu ve doğu anadolu insanının kaldırım fobisinin çatıdan kafasına sivri buz düşerek ölme tehlikesinden kaynaklanıyor olması. bi dayıyla yolun ortasında yürürken yaptığımız sohbette öğrendim aydınlandım. neden kaldırım sevmediğim açıklanmış oldu. eğer kendinizi yola yola atıyorsanız, hele de istanbul izmir ankara gibi büyük şehirlerde bu saçma davranışta ısrar ediyorsanız bilin ki çevresel faktörler beyninizin çalışma mekanizmasını sabote etmiş.
    abi
  8. banliyö. fransızca banlieue.

    yer/mekan olarak banliyö; sanayi devriminden sonra oluşmaya başlayan yeni toplumsal düzende şehrin çevre dışında kalan, yoksul ve ucuz işgücü olarak görülen kimselerin yaşadığı fiziksel koşulları insanilikten uzak yerlerdi.

    ucuz işgücü vurgusunun nedeni, o dönemde öne çıkan zengin burjuvalar fabrikalarında bu işgücünden faydalanmak ister ama "güzel paris" lerinde bu yoksul insanlarla beraber yaşamak istemezler. banliyöde yaşayanların iş yerine uzakta olmaları da zaman ve maliyet açısından zarar verici olmaktadır.

    bu durumda devlet araya girer ve paris'e girmeden bu insanların çalıştırılabilmesi ve bundan doğan ulaşım maliyetinin azaltılması için şehir içi ve yakın çevre ulaşımını günlük düzenli olarak sağlayabilecek trenler geliştirir. evet banliyö trenleri; günümüzde yaşamı kolaylaştırsa da çıkış maksadı budur.
    ozee
  9. araştırmacılar geçtiğimiz günlerde yarıçapı yalnızca 700 kilometre olan cüce bir gezegenin de devasa bir eliptik yörüngede bizim güneş sistemimiz dahilinde dönmekte olduğunu fark ettikleri bir cüce gezegeni keşfettiler. güneş sisteminin en uzak noktalarına kadar giden bu cüceye 2015 rr245 adı verildi.
    bu tip ekstrem yörüngeleri de bünyesinde bulunduran samanyolu galaksisi yeni bir araştırmaya göre, kendi ağırlığı yüzünden bükülmüş bir yapıya sahip olabilir.
    bizim samanyolu galaksimiz de dahil olmak üzere birçok disk galaksi, merkezinde bir şişlik bulundurmaktadır. bu şişlik veya kabartı yapıları, dairesel yıldız yörüngelerinin uzamaya ve eliptik bir yapı kazanmaya başlaması yüzünden, merkezden geçen ve disk yapısının dışına doğru titreşimler oluşturan bir yıldızlar kümesi oluşması dolayısıyla oluşmuş olabilir. bu tip bir kombine etki, etkiden hemen önce düzlemsel bir yapıya sahip olan bir galaksinin devasa baskının altında bükülmesine veya bükülmüş görünmesine sebep olabilmektedir.

    ancak bu noktada bir problem var, henüz böyle bir bükülmeyi olurken gözlemlemedik. süreç yapılan hesapsal tahminlere göre birkaç yüz milyon yıl sürüyor ve doğal olarak gerçekleşirken gözlemleyememiş olmamız bir sürpriz değil. ne var ki, bu eksiklik teorinin doğrulanmasını çok da zorlaştırmıyor.

    almanya garching’deki max planck institute for extraterrestrial physics’den peter erwin; tüm olayın başta sona gerçekleşmesini beklemenin bir miktar sıkıcı olabileceğini belirtiyor ve preston, ingiltere’deki university of central lancashire’dan victor debattista ile birlikte tespit ettikleri henüz bükülme evresinin ortalarında olan iki farklı galaksiyi gözlemlemiş olmalarına dayanarak; samanyolu galaksisinin milyarlarca yıl önce bu galaksilere benzer bir görüntüye sahip olduğunu ekliyor.
    bir anlamda bükülme sürecinin benzeşimini gösteren simülasyonlar üzerinde inceleme yapan araştırmacılar farklı açılardan ve zamandaki farklı noktalardan görüntülerini alarak bu simülasyon galaksilerin bükülme sürecinin ortalarında ve pek de tanıdık olmayan asimetrik yapılara sahip oldukları sonucuna vardı. galaksiler 45 derecelik açı ile bükülmüş oldukça geniş siperli fötr şapkaları andırıyordu.

    akabinde gerçek evreni gözlemleyen araştırmacılar ngc 4569 ve ngc 3227 adlı benzer şekillerdeki iki galaksiyi keşfetti. erwin keşiflerin üzerine, ‘bu tip bir asimetrik görüntünün oluşması için bükülme veya benzeri bir fiziksel sürecin sürmekte olması gerektiğini’ belirtti.

    bu galaktik kabartılara dair alternatif bir açıklamanın da daha basitçe aşamalı biçimde oluşmuş olma durumu olabileceği belirtildi. ancak yapılan hesaplar, böyle aşamalı bir kabartı formasyonunun bir biçimde simetrik olarak devam edeceği ve fötr şapka-benzeri bir yapının asla oluşamayacağını gösteriyor.

    erwin’e göre, iki süreç de evrenin içinde bir yerlerde gerçekleşmiş olabilir. birinin gerçekleşiyor olması diğerinin de şartların uygun olduğu başka bir galakside gerçeklemeyeceği anlamına gelmiyor. araştırmacı ikilinin yaptığı diğer hesap ve gözlemler ise yaklaşık 7 milyar yıl önceki evrende tüm galaksilerin yaklaşık yüzde 40’ının bükülme sürecinin ortasında olması gerektiğini gösteriyor. yakın gelecekte, gittikçe daha iyi tanınmaya başlayan bu yapılardan daha fazla örneğin gözlemlenebileceği ve daha net cevapların elde edilebileceği düşünülüyor.
  10. “Yıldızların yüzlerce, binlerce yıl önceki halini görüyoruz. Kimbilir, belki o yıldız çoktan yok oldu ama biz henüz bilmiyoruz…” sözünün "çok büyük oranda hatalı" olması.

    !---- spoiler ----!

    “Yıldızların yüzlerce, binlerce yıl önceki halini görüyoruz. Kimbilir, belki o yıldız çoktan yok oldu ama biz henüz bilmiyoruz…” Evet, bu sözü çok duymuşsunuzdur. Başta çok doğru gibi görünüyor ama değil. Daha doğrusu, “çok büyük oranda hatalı”. Bizler çıplak gözle, dürbünle veya amatör teleskoplarla (istisnalar hariç) sadece galaksimiz Samanyolu içerisindeki yıldızları görebiliriz. Galaksimizin çapının yaklaşık 100 bin ışık yılı olduğu ve bizim de tam galaksi kenarında bulunmadığımız düşünülürse, görebileceğimiz en uzak yıldız yaklaşık 75 bin ışık yılı uzakta yer alır. Hadi biz küresel kümeleri ve en yakın cüce galaksi komşularımızı da işin içine katarak 150-200 bin ışık yılı uzaktaki yıldızı gördüğümüzü varsayalım. Bildiğiniz gibi bir yıldızın ışık yılı olarak uzaklığı neyse, onun o kadar yıl önceki halini görüyoruz. Çünkü ışığın hızı sınırlıdır ve bize ulaşması için belli bir zaman geçmesi gerekir. Örneğin ışık 9.5 trilyon kilometrelik bir mesafeyi, tam 1 yılda kateder. Buna basitçe “ışık yılı” diyoruz. Yani aslında ışık yılı terimi zaman değil, bir uzaklık birimidir. Bize en yakın yıldız olan Proxima Centauri yaklaşık 40 trilyon kilometre uzakta olduğuna göre, onun 4.2 yıl önceki halini görüyoruz demektir. Yıldızın uzaklığı arttıkça, daha da eski zamanlara ait görüntüsünü görürüz.

    Bir yıldız için 50, 100 veya 200 bin yıl sadece bir göz kırpma süresidir ve bu geçen sürenin ortalama ömrünün yanında esamesi okunmaz bile. En kısa ömürlü yıldız bile yaklaşık 2 milyon yıl kadar yaşar. Eğer böyle kısa ömürlü bir yıldızı gözlemliyorsanız, o anki halini inceleyerek ne kadar ömrü kaldığını hesaplayabilirsiniz. Yıldızın ölümünün yaklaştığını tespit ettiğinizde ise diyebileceğiniz tek şey; “bu yıldız önümüzdeki birkaç yüzbin yıl içinde sönebilir” olur. Ama unutmayın, bu yargıya sadece belirttiğimiz çok kısa ömürlü dev yıldızlar için varabilirsiniz.

    Evrende var olan yıldızların %50’sinin ömrü, 100 milyar yıldan, %30’unun ömrü 40 milyar yıldan, %8’inin ömrü 20 milyar yıldan, %5’sinin ömrü 5 milyar yıldan, %3’ünün ömrü 1 milyar yıldan, %3’ünün ömrü 100 milyon yıldan uzundur.

    Bizim çıplak gözle gördüğümüz yıldızların %99’u son %3’lük dilime giren 1 milyar ila 100 milyon yıl arasında yaşayan yıldızlardan oluşur. Dolayısıyla gördüğünüz yıldızların %99’u için 100 bin yıl hiçbir değişiklik gözlemleyemeyeceğiniz kadar kısa bir süredir. Bu süre içinde görebildiğiniz yıldızların ancak %0.0001’i yok olacaktır.

    Dolayısıyla bir yıldıza bakıp “belki artık orada değil” demek, sevgilinizi kültürünüzle etkilemeniz dışında pek bir anlam ifade etmez. Büyük ihtimalle o yıldız, siz ölüp petrole dönüştükten, hatta belki de bütün insanlık yok olduktan sonra bile orada parlamaya devam edecek.

    Zafer Emecan
    !---- spoiler ----!

    kaynak