1. sabah şiirlerini öğlenleyin yazar olduk ama neyse işte yeni bir şiir...

    sezai karakoç der ki...

    ben kandan elbiseler giydim hiç değiştirsinler istemedim...

    kendinden bir şeyler kattın
    güzelleştirdin ölümü de
    ellerinin içiyle aydınlattın
    ölüm ne demektir anladım

    yer değiştiren ben değildim
    farklılaşan sendin
    sendin bana gelen aynalarla
    sendin bana gelen sendin

    artık ölebilirdim
    bütün istanbul şahidim
    ben kandan elbiseler giydim
    bundan senin haberin var mı

    sezai karakoç
  2. pazar sabahının şiiri geç gelir!
    hüseyin atlansoy ve

    nişanlı koltuğu

    bir gelinliği diler kız
    eldivenli ellerinde usul açan bir gül

    /yıllarca ben
    yalnız akan serin bir ırmaktım
    uyanır bir su şafağında kalkarım
    örterim üstüme aşkın sıcaklığını/

    kadına beyaz yakışır hasrete siyah
    billûrdan bir anı
    sessizliğe ulayan sigara dumanları
    eflatuni bir aşka kapıdır
    koltuklar ayrı ayrı

    konuşsak bile-
    bir sükuneti soluruz
    yaklaşır ellerimiz- ürperir
    henüz
    dokunulamayan bir hayatı...
  3. âh' notası
    sen istersen şarkına
    lâ ile gir üstâdım,
    ben nasılsa sadece
    'âh’ları duyacağım…

    attila şanbay
    akşam şiiri oldu
    başlığı sabah akşam şiiri mi yapsak?
  4. tanrı'dan istiyorum
    sana vermek için ve hep senin için saklayacağım ikinci bir hayatı
    tanrı'dan istiyorum
    ve birgün ölürsem, bunun senin aşkın yüzünden olmasını
    ve birgün aşık olursam, bunun senin aşkın olmasını
    ve sesinin daima kalbim olmasını
    tanrı'dan istiyorum
    ve birgün ölürsem, bunun senin aşkın yüzünden olmasını
    ve birgün aşık olursam, bunun senin aşkın olmasını
    ve sesinin daima kalbim olmasını
    tanrı'dan istiyorum
  5. "ona bir kolye vermiştim kendi sözlerinden
    sürekli bir gülümseyişle yüzümdeki
    görülmemiş bir ustalıkla acıyı ters yüz eden.
    elbette bir ustalıktır bizim sevgimiz
    mutlu bir yolcu gibi yol kenarlarındakilere el eden.
    bu kentin her yanını unuttuk
    kimbilir nerde daha bir postacı olurken. "

    edip cansever
  6. gözlerin gök /

    yüzünde bir dolunay

    diyelim
    ki sessiz gecede poyraz…
    sis çökmüş o heybetli dağlara;
    yurdun
    da kar altında, gözlerin gök-
    yüzünde bir dolunay.

    diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini.
    seslere çarpmış sesin,
    ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…
    diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik,
    bu hayat seni bir oyuncak sanıyor…

    diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
    yasak, yarın yasak, düş yasak sana.
    diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında;
    bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

    diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık;
    sis çökmüş güvendiğin dağlara…

    kederli bir süvari ol orda, sen orda!
    bıkma atını mahmuzlamaktan,
    bıkma bu puştlar panayırında
    berrak nehirler aramaktan…

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt;
    o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.

    çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler;
    çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın…
    kimi kanıyor şahdamarından,
    kimi bozgununda yetim, dervişan,
    kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…

    yamalı yerlerinden
    kanıyor hayat,
    tutunduğun günlerinden
    soluyor hayat.
    bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın;
    salıver düşlerini ateşlere abansın!

    tutunduğun yerlerinden solarken hayat,
    bıkma atını mahmuzlamaktan;
    bıkma sendeki insan için,
    derin uçurumlar arşınlamaktan…

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden;
    bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden.

    yaslı bir kışa rehin düşse de günler,
    kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt,
    o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın;
    ıslansın…

    çünkü senin de bir ütopyan varsa,
    i n s a n s ı n…

    yılmaz odabaşi, istanbul,ocak 2002
    şairler ölmesin...
  7. (ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında yokum ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…)

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur ömrünün coşkusuna
    hani tutulur dilin
    konuşamazsın!

    tırmandıkça yücelir dağlar
    sen mağlupsun sen ıssız
    ve kalbinde kuşların gömütlüğü
    tutunamazsın…

    eloğlu sevdalardan dem tutar
    aşk büyütür yıldızlardan
    yasak senin düşlerin
    dokunamazsın...

    birini sevmişsindir geçen yıllarda
    açık bir yara gibidir hâlâ
    hâlâ ne çok özlersin onu
    ağlayamazsın...

    yolunda köprüler çürür
    sesin, sessizlik sanki bir uğultuda
    savurur hayat kül eyler seni
    doğrulamazsın!

    yapayalnız bir ünlemsin
    dünyayı ıslatan şu yağmurlarda
    herşey çeker ve iter
    anlatamazsın...

    yaşam bir ıstaka
    gelir vurur işte ömrünün coşkusuna
    sesinde çığlıklar boğulur ama
    bağıramazsın…

    sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
    upuzun bir ömrün ortasında
    ne hayata ne ölüme
    yakışamazsın!

    yazdırmalısın mezar taşına:
    ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
    aslında hiç olmadım ben bu oyunda
    ömrüm beni yok saysın…
    yılmaz odabaşı
  8. bu günün şiiri sabahattin ali'den gelsin...


    kara yazı

    geçmedi yare sözümüz
    yollarda kaldı gözümüz
    yere sürüldü yüzümüz
    böyleymiş karayazımız.

    çiçekler açılmaz oldu
    pınarlar içilmez oldu
    yar bize gülmez oldu
    böyleymiş kara yazımız.

    yalnız ona yar demiştik
    onda bir şey var demiştik
    o bizi anlar demiştik
    böyleymiş kara yazımız.

    hey gönül gene bu gece
    kederim geceden yüce
    gel susalım beraberce
    böyleymiş kara yazımız
  9. gün doğarken ardından tepelerin
    a. koyayım tüm teletabilerin.(adını)