1. kendimle bu aralar o kadar çok dertleşiyor, konuşuyorum ki üçüncü kişilere edebileceğim bir itirafı kalmadı.
  2. terk edilişimin üzerinden 5 ay geçmişti. ağlayamayan birisi olduğumdan, kendimi daha da çok yazmaya vermiştim. bir gün aşağıdaki dizeleri yazarken hıçkıra hıçkıra ağlamıştım. ki doğarken bile ağlamayan birisi için çok başka bir şeydi.. öyle ki ağladıkça ağladım, gözyaşlarımdan dizeleri yazdığım kağıt buruş buruş olmuştu... ne zaman ağlamak istesem o anı aklıma getiriyorum ama nafile ağlayamıyorum işte.. sessizce gözyaşı akıtmak zorunda mıyım sanki? ne var bende avazım çıktığı kadar ağlayabilsem, hıçkıra hıçkıra susmak çok ağır...

    işte bahsettiğim dizeler..

    tam ortasında deryaların, bi tek sığınacak dal kadardı sessizliğim..
    unutulan acıların ortasında, yanan bir tek gönlümdü, bedenimden ziyade soluk bir beniz..
    nafile görmezden gelmeler, ellerimin değilde, dolmamasıydı yeri, sensizliğin..
    ağlamak ne çare, aşkın savaşsın acılarla da sen sadece gül, deniz..
  3. abim ve annem ( özellikle abim ) kafaya takmış bir şekilde evlenmem için başımın etini yiyorlar. ki abim bu konuların 10'da birini konuşmazdı benimle. yürekten seven, babacan, her anlamda arkamı toplayan, benim için dünyayı karşısına alan bir klasik abiydi bu zamana dek. lakin ne olduysa son bir iki aydır, sürekli ya şirketinde çalışan birilerini, ya kendi arkadaş grubunun kız kardeşlerini yahut çevredeki kızlar hakkında bana önerilerde bulunuyor. annemi azda olsa anlıyorum, klasik annedir hani evladının mürvetini görmek istiyor falan. ama abimin birden bire böyle yapması beni ziyadesiyle farklı anlamlara itiyor. bazen düşünüyorum kendi kendime, yakın zamanda hastaneye de gitmedim ki, çok az ömrümün kaldığını öğrenip, beni son zamanlarımda mutlu görmek istiyorlar diyeyim. başka bir ihtimal aklımın ucundan dahi geçmiyor. ya abim klasik abi olmaktan vazgeçip harbi harbi beni de artık alemden aleme peşinden götürecek, ya da ciddi ciddi çok az ömrüm kaldı. hayırlısı...
  4. doymayan birer yamyamız ve bizi tam yapacak şeyin ne olduğunu bir çoğumuz bilmiyor. tüketim çılgınlığı her noktada bizi avcunun içine almış. adeta bir bataklık. ihtiyacımız olmayan o kadar çok şeye sahibiz ki. lakin alırken lazım olur, bunu yapmam için bunu almam lazım diyoruz. esasında kendimizi kandırıyoruz ve zevk noktalarımıza mastürbasyon yapıyoruz sadece.

    her şeyi tükettik, torunlarımıza kalacak bir şey bırakmadık şu yeryüzünde...
  5. bugün aşağıdaki sözlerin etkisinde kaldım. aslında söyleyen kişinin de etkisi var, söylenen sözler kadar.

    büyük kardeşlik yolunda çekilen her çile, bilen bir kardeş için çile değil aksine bir sevinç çığlığıdır.

    sana kapının açılması yakındır, bu süreçte kapının ne zaman açılacağını bekleme, kapı nerede diye sor kendine. kapıyı bulduktan sonra da nasıl çalınacağını öğrenmen gerek.
    binaya girmek, kapıyı çalmak. hangi kapıyı çalacağını bilmek ve daha ötesi nasıl çalacağını bilmek. cümle kapısı değil ki her çalan girebilsin ya da her kapı oraya açılmıyor ki çalınan herhangi bir kapıyla aranan bulunabilsin.

    böyle başlanır sorulara, sonra daha derine inmek için can atarsa yürek, akıl bilgi'ye hikmet'e açsa, adım adım inilir derinliklere aranan taştır bulunan bizlik, bizde bütünleşebilmiş benlik...

    çıraklığın başladı ama sanma ki, çok rahat bir hayat seni bekliyor. kardeşlerine hak ettiklerini ver, her alanda iş birliği yap. sana imkanlar verenler, imkanları geri almasını da bilir, bunu sakın unutma.