1. keşke bazı anları kavanoza koyup saklayabilseydik. kurabiye gibi. kapağı açtığımızda o sıcak, tarçın kokusunu ilk duyduğumuzdaki gibi alabilseydik. küçükken bazen ateş böceklerini koyardım kavanoza. sonra ölücekler diye korkup geri salardım. benim kavanozların saklama süresi kısa oluyor sanırım bu sebepten.
  2. iki insanın canı çekti diye (hatta bazen kazara, nadiren yıllarca çabayla) toplamı genelde neredeyse 9,5 ay süren bir süreçle neredeyse 60 70 yıllık ömür başlıyor. insanların bu kadar tesadüfi başlayan bir hayatın değerini bu kadar yılda bile öğrenememesine şaşırmamak gerek. yine de o kadar abuk subuk şeylerin kavgasındayız ki, arada kendimi tutamıyorum.
  3. limitless deki gibi bir hap olsa, kullanıldığında zihni zekayı ve idrak kabiliyetini sonuna kadar açan bir hap. onu kullanan bir insanın ilk dusunceleri ve ilk hareketi ne olurdu?
    bol bol boş vakitim olduğu gece vardiyalarımda bunu düşünmüştüm. acaba filmlerdeki gibi nesneleri hareket etririp ucmaya mı kalkardı, yoksa süper mantık kabiliyeti ile varlığını sorgulayıp hayattaki en önemli konulara (benim açımdan ölümden sonra hayatın olup olmayacağı) cevap arayip ona gore mi hareket ederdi? akabinde ahiretin olmadığı kanaatine varan adamımızın insanlığa tepkisini, yada ahireti- tanrıyı bulmasının sonucunda deliler gibi ibadet etme ihtimali
    bir bakıma inanç sorgulaması.

    not: başlığa güvenerek rahat yazdım, fazla şeyetmeyin.
  4. saçmalama tahtasına yazarken bile bir şeyleri, lazım gelirken düşünmek; neden en sevdiği insanlara bir şeyleri söylerken hiç düşünmeden saçmalıyor ve kalp kırıyor insan?
  5. an itibariyle bitmeyen mesainin etkisiyle kafamı bir kovaya sokup bağırmak istiyorum. su kabarcıklarının çıkardığı sesi duymam lazım.

    kapanmayan klima icat etmeliler bir de bu arada. kapanmamalı yani. mümkün olmamalı. tabi o zaman da ısınma hakkını gasp etmiş olacağız bazı insanların. o fikir de rahatsız edici geliyor.

    bu havada üşüyebilenlere hayranım. havada yüzmek gibi bir şey bu.
  6. şimdi kelimeleri dağın arkasından tam gölün ortasında sallıyorsun. kelimeler akıp gidiyor oradan bir bakmışsın ki kartallar uçmayı unuturken arkasından koşan kaplan yüzmeye başlamış. işte tam bu sırada kelimeler maddeleşip senin üstüne üstüne geldiği sırada dağın yok oluğunu fark ettiğini hissettiğini söylediğinden insanlar sana bakıp kafa sallayarak, kelimelerin tanrısı olmak isterken delirdi diyecekler.
  7. canım sıkkın. hava günlük güneşlik olmasına rağmen kasvetli bir atmosferin içindeyim. ağlamaktan yorulup uyuyan bebekler gibi uyumak istiyorum. böyle bir uykudan sonra uyanmak ve annenin dizinde biraz daha gözlerimi dinlendirmek, annemin saçlarımı okşamasını istiyorum. parmağıyla bütünleşmiş yüzüğünü yerinden çıkarmaya çalışmayı, atanırsam anneme yeni bi yüzük almayı ve sevincini hayal etmek istiyorum.

    turuncu ne berbat bir renk. arada kalmış. arada kalmış her şeyden nefret ediyorum. arada kalmaktan nefret ediyorum. insanların gri olmasından da nefret ediyorum. beyaz kalamamamızdan nefret ediyorum.

    telefonla ilgilenirken kaçamak bakışlar atan kız... o kadar kötü bir gün ki kimseyi sevemem bugün. çantan kadar siyah bir gün. annemi aramalıyım. bu halime yalnız o tahammül edebilir.
  8. gecenin 3'ünde kromozomal anomalilere çalışıyorum ve ileride çocuğumun böyle doğabilecek olma ihtimalini düşünüp üzülüyorum. bir de duygusuz olduğumu söylerler pehh
  9. bu gün teyzem, "ananen seni rüyasında görmüş, hiçiyi değildi. bir sıkıntısı mı var acaba ?" dedi diye aradım dedi. "iyiyim ya, okul yoğun biraz" dedim. "en sonunda en iyi yaptığım şeyi bile yapamaz oldum. aklımdan şüphe eder oldum bile" diyemedim.

    telefonda konuşurken kedimin sesini duydu. " senin o topal kedinle, sakat köpeğin seni var ya cennete götürecek." dedi. bir kahkaha attım içimden " onlar iyi olsunlar da, beni cennete götürmeseler de olur" dedim.

    bu gün doğum günümdü. babamı arayamadım. cesaret edemedim aramaya.

    "baba,
    seni ne kadar çok seversem ,
    o kadar çok olsun ömründen geçen günler "

    diyemedim.

    kendi içimde küçük gülücüklerle ya da küçük üzüntülerle yaşadım hepsini. "kimsenin kimseye ayıracak zamanı yok artık. herkes kendi hayatının telaşesinde" diyorum diye kızarım kendime ama baya baya haklıyım bencesi. bencesi dediğim bir kaç fütursuz çıkarım yaş itibariyle, bir kaç ölçüsünü bilmeyen aslında küççücük olan kırılganlıklar, bir kaç bira içimi, şiir okuyuşu ha bir de belki türkü söylemece. ama galiba haklıyım, daha bu yaşımda.
  10. sanki beynimizin kalkanıyız. tüm vücudumuz yani beynimiz ve beynimizden çıkan sinirlerimiz dışındaki tüm vücudumuz beyni var etmeye çalışan bir yapı ve korumaya çalışan bi kalkan. beynin içine yerleşmiş o bilinç halini bazen kişiliğimden yani kendim olan o bireyden ayrı tutuyorum. sanki ben- yani bombadil- beynimde yatan ve hiç iletişim kuramadığım o varlığa hizmet eden bir köleyim. bütün insanlık hatta hayvanlar için de böyle düşünüyorum. beyin çevreyi tanımak,kendini beslemek ve kendini geliştirebilmek için kendine bir vücut yaratmış ve tüm bu işleri kolaylaştırmak için yani sosyal bir varlık olup ihtiyaç alışverişi yapabilmemiz için kişiliği oluşturmuş gibi. o kişilik de mesela bombadil olmuş. bu varlık vücudu oyalayabilmek için kişiliği oluşturmuş, kişiliğimi bir arayüz olarak kullanmış gibi.
    "ben" diye bahsettiğimiz şeyin beden değil de kişiliğimiz olduğunu artık kabulleniyoruz zaten. bu yüzden beyin nakli değil de beden nakli aslında yapılacak olan ameliyat ama aslında birer "ben" değilsek? yani bilinmez varlıklar düşünün, ihtiyaçları olan tek şey bilmek olan. ama bilmek biraz da keşfetmek ve etkileşmekten gelir. keşfetmek için kendilerine birer beden yaratıyorlar. ama sadece bu şekilde bilgiye ulaşamayacaklarının farkındalar, ayrıca yarattıkları bedenlerin ihtiyaçlarını da karşılamaları gerekiyor. bu farkındalıkla etkileşmek gerektiğini anlıyorlar ve bu yüzden "birey"i yapan, kişiliği oluşturan nöronlar ve bağlantıları meydana getiriyorlar. ve işte insan! yarattıkları bu algılayıcı sistem kendi ihtiyacını karşılarken bir yandan da bu bilinmez varlığa gereksinim duyduğu bilgiyi kazandırıyor. ama biz sanıyoruz bizler yani insanlar kendi sahip oldukları bedenleri ve oluşan kişilikleri-benlikleri ile birer özgür varlık. halbuki bizler aslında o bilinmez varlıkların, keşfetme ve etkileşme mekanizması ile bilgi arayan makineleriyiz. ve otostopçunun galaksi rehberindeki gibi hayatın,evrenin ve herşeyin cevabını düşündüğümüz anlarda, neden var olduğumuzu sorguladığımız anlarda belki de beynimizdeki bu nöron yumağı, bu organik yapı içine gizlenen o bilinmez ve anlamlandıramadığı varlığı seziyor ve bilinci uyandırmaya çalışıyor. ya da bu sorgulama nöronlarımızda kayıtlı olan o varlığın bilgisini hatırlıyor ve o varlık bizi sorgulamaktan men ediyor ve bizler bu büyük soruların cevabını düşündüğümüz anlardan hemen sonra hayatımıza hiç birşey yokmuş gibi devam ediyoruz. çünkü nefes almamız, doymamız, harekete geçmemiz lazım. o varlık için keşfetmeye ve etkileşmeye devam etmemiz lazım.
    ve belki günü geldiğinde bu varlık kendine daha iyi bir araç bulması gerektiğinin farkına varacak. kişilik denen ayak bağını ortadan kaldırması gerektiğini düşünecek ve matrixteki gibi bir bilinç durumu meydana getirecek. bilgiye daha hızlı,masrafsız ve sorunsuz ulaşan bir araç yapacak kendine. ve bizler insanlık denen şeyin bir delüzyondan ibaret olduğunu bilmeden yok olacağız. bilinçlerimiz ya da ruhumuz da bu yok oluşun, bu hiç oluşun bir parçası olacak. tarihimiz, ürettiklerimiz , insanlık olarak meydana getirdiğimiz herşey dikkatimizi beynimiz denen ama aslında altında gizlenen varlığın kabuğu olan o varlıktan uzak tutmak için yaratılmış birer sahtelik, o varlık kendini bilgi ile doyururken benliğimizi/kişiliğimizi oyalayan birer oyuncak ya da oyunmuş, bunu bilmedeb sıfır olacağız. hiç var olmamış gibi olacağız.
    işte tramvayı beklediğim bazı zamanlarda insanları oraya buraya koştururken, birbirleri ile konuşurken görünce belki de aslında durum böyledir diye düşünüyorum. ben sanki beynimdeki o parazit varlığın, kendini bilinçli ve sahip sanan ama aslında ne olduğunun farkında olmayan kölesiymişim gibi hissediyorum. o kontrolü kaybettiğinde ya da artık bilgiye doyduğunda da öleceğim ve hiçliğe karışacağım. ya da o içinde yattığı bu kabuktan hep nefret etmiş olacak ve bilgiye doyduğunda benliğimi kendini yok etmeye yani intihar etmeye ikna edecek.
    psikoz hastaları ya da kişilik bölünmesi hastaları belki de bir şekilde bu varlıklarla normalden daha fazla iletişime geçen insanlar ve kendi benlikleri bu ikincil ve aslolan bilinç karşısında error veriyor.
    rüyalar da belki de uyurken benlik hiç birşeyle oyalanmadığı için dikkati bu parazit varlık çekmesin diye oluşan cafcaflı illüzyonlar.
    .
    .
    .
    hayır psikiyatrik bir rahatsızlığım yok. sadece bir ihtimali düşünelim istedim. saçmalık yani.