1. !---- spoiler ----!

    her uslu çocuk gibi ben de yalnızken burnumu karıştırıyordum. oysa yaramaz çocuklar ailelerinin, misafirlerin önünde burun karıştırmaktan çekinmezler. onların bu yönlerine her zaman imrenmişimdir. hiç unutmam, bundan uzun yıllar önce, hevesli ve gelecek vaat eden uslu bir çocukken, uzun çalışmalar sonucu çıkardığım sümüğü kaybettim. ne kadar aradıysam da bulamadım. dert yakınacak, yardım alacak, benimle birlikte sümüğümü arayacak kimsem de yoktu. o dakikadan sonra hayatımın genelini bu hayal kırıklığı üzerine kurdum. hayallerim kırılmıştı. zira uslu bir çocuk olduğum halde büyük emekler harcayarak çıkardığım sümük beni sıkılgan ve bezgin yalnızlığıma terk etmişti.

    artık inatçı ve nazlı sümüklere karşı kayıtsızım. burnumu rahatsız etmeleri, nefes alırken ıslık çalmaları koymuyor bana. sümüklerimi kendi özgürlükleriyle baş başa bırakıyorum. kendi kaderlerini kendileri tayin etsinler. bildiklerini okusun şerefsizler. beni kendi yalnızlığımdan çekip çıkartacak kimsem olmadığı gibi, onların da kendilerini burun deliğimden çekip çıkartacak kimseleri kalmadı. şimdi onlar düşünsün.

    no more mr. nice guy !


    !---- spoiler ----!
  2. !---- spoiler ----!

    dik ve gergin burnunun üst dudağını yukarı kaldırmasıyla ortaya çıkan ön dişlerin hakkında içimde büyüyen açıklanamaz bir dünya var. bunun hakkında yazabilmek isterdim. sayfalar dolusu yazı… dünyanın açıklanamaz simetrisi ve gizemi cennetini çehremize yansıttığı zaman bir an önce ölüp o cennetin bir parçası olmak isterdim.

    bir insan manzarasının içimde yarattığı imgeler dolu hayal dünyasında yolumu bulamıyorum. aksi takdirde kelimeler şelaleden bardaktan boşalırcasına akan coşkun su kütleleri gibi sayfalara dökülürdü. beni kifayetsiz bırakan suçlu sensin. burnunun üst dudağının altından beyaz bir güneş gibi doğurduğu ön dişlerin… ama bu bir suç değil aslında. bu, benim estetiğin altında eziliyor olmam.


    "ölümsüz hangi el ya da göz, hangi,
    tasarladı müthiş simetrini?
    tutuştu hangi uzak derinlerde ve göklerde
    gözlerindeki yangınlar?"^:william blake^

    !---- spoiler ----!
  3. !---- spoiler ----!

    “gençken ve daha sorunlarımız küçükken ağlamak ve gülmek için ya da ölmek ve yaşamak için her zaman daha çok sebebimiz vardır.”

    insanlar renksiz kıyafetleri ve renkli şemsiyeleriyle, renksiz yüz ifadeleri ve renkli kişilikleriyle ışığa maruz kalan hamam böcekleri misali kaçıştılar kuytularına. sağanak yağışın bitip güneşin çıkmasını beklediler ve beklerken yaşlandılar bir mevsim kadar daha. ben dışarıdaydım ve onlar içerideydi. yağmurun altında onlara baktım bir süre.

    onlara baktım ve istemeden de olsa sordum kendime: kimdim ben? çaldığı paraları alkole yatıran bir çocuk, istifasını basan bir işsiz, tütüne başlayan avare bir rüzgâr, kalbimde tutturduğum bir türkü… hiç olmadı âşıktım ulan ben. savruluyordum şuradan oraya. “daha ötesi var mı?” dedim ardından. yoktu gerçekten de. daha ötesi yoktu benim için bir mısra boyu süren yaşantımın. bir mısraydım, bir kelebektim, nisanda bastıran sağanak yağmurdum. doğru değildim ama bir yalan kadar sahici ve gerçektim.

    annem, babam geldi aklıma daha sonra. dağıldı her şey bir anda. bir görseler neler düşünürlerdi benim hakkımda? anadolu’nun bir şehrindeydim. haberleri yok, kim bilir kimlerin yanında. kim bilir neler yaşarken aklımda.

    çocuğum ben daha. bağlar bağcıklarımı annem. giydirir önlüğümü babam. döver beni arada sırada abim. sızlatır burnumu evdeki kesif rutubet kokusu.

    !---- spoiler ----!
  4. !---- spoiler ----!

    üç lira verdim çocuğa. herkes bir lira verirken ben üç lira verdim. abartmış olabilirim. bilmiyorum. doğru, yanlış, iyi, kötü… bilmiyorum. ilişki kurmak istedim onunla. diğerlerinin kurduğu bir ilişkinin dışında bir ilişki… o fakirdi, ben ise yalnızdım. ben de ona üç lira verdim.

    anonim olmanın çaresi ise bir lira vermek, ben istemedim anonim olmak. belirmek istedim.

    !---- spoiler ----!
  5. !---- spoiler ----!

    ortalık karışınca

    ortalık karışınca, ismi neydi, bilmiyorum. anlamı neydi, bilmiyorum. anlamı var mıydı, yok muydu, onu da bilmiyorum. yöneldim ve tedirgindim. dert edinmiştim ve mutluydum. dert, benim derdimdi. onu ben seçmiştim. nasıl seçtim, neden seçtim, bilmiyorum. öte yandan, dertlerin hepsi ilk bakışta aynıydı. hepsine, dert, diyorduk. benimkisi de bu bakımdan bir dertti. zira ben de, yöneldiğim şeye, dert, diyordum. tıpkı diğerlerinin dediği gibi… dert edindiğim şey, benim değildi yine de. sadece seçimim bana aitti. onun, benim için dert oluşuydu, bana ait olan. oysa kendi içinde neydi, bilmiyorum. sadece, bir zamanlar onu dert edindiğimden eminim.

    ne zaman düşüncelerim felce uğrasa, gücümü tekrar kazanabilmek için, soğuk ve sağanak yağmurlu bir cuma akşamı, osman'ın hiddetle bara girip hayata küfredişini, sağ yumruğunu bar tezgahına hınçla vurduğu esnada kabanından saçılan su damlalarını, aklıma getiririm. bense barın arka tarafında, ışığın ulaşamadığı için loşlukla geçiştirdiği, kapıya en uzak masalardan birinde, şu an hatırlayamadığım iki hemcinsim ve yaşıtımla birlikte, buz gibi soğuk biramı hızla tüketmekle meşguldüm. aslına bakılırsa, osman'ın o akşam tam olarak hangi cümleleri sarf ettiğini duyamadım. bar, şehirdeki herhangi cuma akşamından beklenildiği gibi insan ve ses bakımından oldukça kalabalıktı. benim kapıya uzak oluşum da cabası. bütün bunlara rağmen, daha sonra, benim için osman'ın hangi cümleleri sarf ettiğinin zaten bir önemi kalmadı. zira o anıdan geriye kalan, en azından benim için, osman'ın hayata küfrediyor oluşu ve tanık olduğum o manzaranın zihnimde yarattığı dünyaya olan sarsılmaz inancımdı.

    !---- spoiler ----!
  6. osman, bak! kör bir adam etrafa küfürler savuruyor...

    görüyorum, ve arttırıyorum.

    1 - elim dandik. bundan önce de öyleydi. bundan sonra da öyle olacak. evet. bundan eminiz. bunu biliyoruz, ve kabul ediyoruz. (omuzlarımdaki yükü hafifletebilmek için üçüncü çoğul şahıs kullanmam umarım sizleri rahatsız etmez. sadece böylesi daha akışkan.)

    2 - ikide bir eline bakmaktan vazgeçer misin artık! dandikler işte. baktıkça iyileşeceklerine mi inanıyorsun? onları her seferinde kendine göstermene gerek yok. 2 ve 7 ve görüyorsun ve arttırıyorsun ve o kadar. kırmızı ya da siyah, ya da mavi ya da yeşil ya da beyaz ya da sinek ya da karo ya da maça ya da... sonuncusunun adını anımsayamıyorum.

    1 - bir sonraki perdeye kadar bir sigara molası verebilirim. ya da çayımdan bir yudum alabilirim. ne dersin?

    2 - bebekten farkın yok. ne yaparsan yap. beni rahat bırak... hey! fazla uzaklaşma. birazdan başlıyor.

    sigara içilemiyor mu burada. ah, ben de bir sigara içebilseydim ya. sadece bir tane sigara. hatta hepsini içmeme de gerek yok. birkaç fırt, yarısına kadar gelsem de idare eder. zaten hepsini içemem ki. midem ve ciğerlerim ve gırtlağım ve dilim ve yanaklarımın iç yüzeyi el vermez. tanrım! nasıl da içiyorlar şu mereti. baca gibi tütüyorlar. sanki hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi, sanki biraz sonra öleceklermiş gibi içiyorlar. onlar gibi olabilmek için yıllarca dua ettim.

    3 - evet! evet! tanrım! şu an hazine bulmuş gibi sevinçliyim. bu sıkıcı salı akşamı buraya gelmekle ne iyi ettik bilemezsin sevgilim. bu cümleler... hepsi de dünyada üretilmiş bu cümleler. hepsini sonsuza kadar zevkle dinleyebilirim.

    4 - bebeğimmmm, benim tatlı kelebeğimmmmm. böyle konuştuğun zaman seni anlamakta zorlanıyorum, biliyor musun. beni korkutuyorsun. tıpkı, tıpkı deli biri gibi konuşuyorsun. hani aklını tamamen kaybetmiş olan manyak ve korkunç olanlarından bahsediyorum. şu akıl hastanelerinde belgeselleri çekilenler gibi. ama yine de benim kelebeğimsin şapşal şey. seni böyle budalalıkların yüzünden sevmekten vazgeçeceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun elbette. hahahahaaa şapşik şeyyyy bir an önce eve gidelim istiyorum. sana en sevdiğin yemekleri yaptım.
  7. !---- spoiler ----!

    kötülük, iyilik üzerinden tanımlanır. fakat iyilik, kötülük üzerinden tanımlanmaz. iyinin zıttı anlamında "kötülük" kötü değildir. asıl kötü, iyiliğin olumsuzu olan iyliksizlik, hareketsizlik, eylemsizliktir.

    !---- spoiler ----!
  8. karikatür gibisin. hareketlerin tamamen kristalize olmuş. ve tek yöntemin doğaçlama yapmak. bu ancak, hiçlik duygusuyla susmanın sosyal olarak tuhaf kaçmayan biçimi olabilir.

    hiçlik duygusu yetmez tabii. yetecek olan, yok olmaktır. susarken, başkalarının aklına hiç gelmemiş ve gelmeyecek olsa dahi, neyin var, diye sorma ihtimallerinin kuruntulu tedirginliğini de ortadan kaldırmak gerekir.

    o zaman konuşmaya başlar ve kristalleşir karakterin. tıpkı bir karikatür gibi, tıpkı bir paylaço gibi. sakar rolü yapmak en etkili yöntemdir. sporcu özellikleri taşımayan bedenin koordinasyonsuzluğu gibi. çocukken büyüklerine, seni öveceklerini bildiğin şeyleri yapmak gibi.

    yok olmak için susmak değil paylaço olmak gerekir. allah aşkına, bir düşünsene, sen hiç paylaçoya, neyin var, diye sordun mu?

    ama nedir, inmek istediğini belirttiğinde şoförün dolmuşu durdurup inmen için kapıyı açtığı ve senin de adet yerini bulsun diye indiğin bir cehennemde, görevini biçimlendirmek yapılabileceklerin uygun olanlarından biri gibi geliyor.

    kişi, bir amaç uğruna yok olabilir mi, diye soracak olursan şayet, inan bilmiyorum. ama şaklabanlığın haz verdiği ise su götürmez bir gerçektir.

    bir başkası, kişi için önemli olanın iyi niyetinden şüphe duymamalıdır. aksi durumun iki kişiyi de yalnızlaştırmaktan başka faydası yoktur.

    o zaman her paylaçoluk söylemi, bir deneydir de aynı zamanda. öyle bir deney ki, sonucunda önemli olana dair dolaylı da olsa bir yansıma ya da anlık bir parıltı beklenilen. aksi durumda geriye kalan ise, sessizliğin içinde dişlerini temizleyen adamın çıkardığı vurdumduymaz ciyaklamaların benim için sinirden kendini sikmekliğidir.
  9. !---- spoiler ----!

    kalbinin sesini dinle...

    cümleye dair, ilk bakışta dikkatimi çeken şeyden bahsedeceğim.bu cümleye dair önemli olan şey, içerisindeki, ses, sözcüğüdür. cümleyi anlamlı kılacak, diğer cümlelerle arasındaki farkı yaratacak olan, ses'tir.

    cümlenin nesnesi kalp. kalpten konu açılınca, bağlam, beyin-kalp ikiliği oluyor haliyle.

    beyin: ses çıkarmaz. cümle kurar, dili kullanır, bilgi yaratır, söyleme dairdir. kısaca düşünce, işte. uzatmaya gerek yok.

    kalp: ses çıkartır. köpeğin havlaması gibi bir şeydir, ses. ne demek istediğini bilmeyiz sesin. ya da bir bebek ağladığında, ne dediğini anlamayız bebeğin. anlamamıza da gerek yok. zira bir şey söylemiyor zaten, sadece ses çıkartıyor.

    kalbin sesi: edebiyat yapmak manasız ve faydasız. kalbin sesi, bildiğimiz, ritimdir. ulu orta bir bilgi bu. kalp, atışından başka ses çıkarmaz. herkes için böyle yani, uzaklarda aramaya gerek yok.

    o zaman şöyle bir sonuca varıyorum ister istemez:

    kalbinin sesini dinle: ritmini bul, sana uygun olanı bul, senin için doğru olanı bul, senin için zorunluluk olanı bul, kalbinle aynı telden çal, kendinle aynı sayfada ol. seni bu yoldan alıkoyacak olan seslere, ve özellikle ve özellikle, cümlelere, söylemlere kulak asma.

    gerçek zamanlı eyyorlamam bu kadar.

    !---- spoiler ----!