1. yüzünde bir çizgi, saçında bir ak
    görünce: ' en sonra hazan! ' dedin mi?
    elini alnına koyup dalarak;
    ' bahara döneyim, bir an! ' dedin mi?

    geçiyor geceler, günler bir örnek
    bir koku veriyor işte her çiçek,
    bilmiyor seslerle renkler değişmek
    ' boş yere dönüyor cihan! ' dedin mi?

    ne kurban kes artık ne de mum ada,
    yetmiyor bir ömür bin bir umuda!
    bir tatlı gün geçti hayatında da!
    ' devam et ey güzel zaman! ' dedin mi?
    hubot
  2. buradan bir insan geçti
    şimdi bastığım yerde durdu
    koyu bir gölgesi vardı
    beyaz gülüşleri
    tuzlu gözyaşları vardı
    geçti bir insan buradan
    öldü gitti
    gölgesi kalmadı, gülüşü soldu
    gözyaşı kurudu
    toprak oldu bir insan
    bir daha buradan geçmedi.
    abi
  3. but i have nights to sleep,
    hearts to break.
    i have no reason to sweep,
    the roads that i track.
  4. adenanın ruhuna.

    hikayesi vardı o tanrıçanın: tanrı elinin tersiyle dokunmuştu o kadına,
    o ise bunu bilmiyor; kırmızı desenli, sigaranın sinmiş olduğu küçük bir odanın içinde,
    bana bakıyor rüşeym pozisyonunda; ben ve tanrının eli, çıplak bedeninden biraz uzaktayız.
    özgürlükten daha iyi bir şeyler olmalı, marcel diye sesleniyor bana,
    ve saçlarının üzerinde gezdiriyorum parmaklarımı bunu ifade ederken,
    öyle olmalı diye yanıtlıyorum onu
    yatağının üzerinde bir kaç kez dönüp yerinden kalkmakla yetiniyor.
    yüzü şimdi pencereye daha yakın.
    platon"un zamanı anlamlandırdığı düz çizgiyi hatırlatan kemiğine bakmaktayım,
    vücudundan zaman akıyor o kadının.
    yatağından kalkıp pencereye taraf haraket ediyor şimdi, zamanı da vücuduna alarak.
    küçük poposu bir dünya taşıyormuş gibi ağır,
    hüzünlü, siyah, bir düz çizgi de orada ve hiçte platon"un zamanıyla ilgili değil bana sorarsanız, varlığıma gülümsüyor.
    o şimdi pencerenin önünde, bırakalım zaman aksın, marcel diye sayıklıyor.
    tanrının ters eli diyorum ona, hiç onu düşledin mi?
    saçları kısa; parmaklarını burunun üstüne kenetlemiş,
    yüzünü göremesem de gülümsediğini biliyorum,
    ah marcel, mitoloji gibisin, bunu bir kaç kez tekrarlıyor.
    sonra, bedeninden utanan giyinik bir tanrısın diyor bana.
    o an üzerimdeki giysilerin ağırlığını, belki de hayatımda ilk kez fark ediyorum.
    sahip olduğun kadınlar (duraksıyor) evet, onlar, onları kıskanıyorum marcel.
    hepsi vücuduna dokunmuş onların, ağırdan aldığın nefesleri dinlemişler,
    tırnaklarıyla omuzunu çizmişler, biliyorum (yeniden duraksıyor şimdi, fakat az önceki gibi sakin duraksama değil bu, daha derin, ifade edilemeyen)
    ve şimdi biliyorum ki, onlara kendilerini, kadınlıklarını tanıtmışsın.
    bunun bilincde olmak, onların çıplak ve orgazm olmalarından daha önemlidir senin için.
    - annem neredeydi acaba o bunları söylerken? geçmişe ait olan, hep ruhumu sakinleştiren annemin ayak arası ne kadar uzaktaydı? ben doğduktan sonra hep o sıcaklğı başka kadınların ayakları arasında aramamış mıydım? -
    en çokta buna içerleniyorum biliyor musun? hep sevişmelerden sonra kadından önce giyiniksin değil mi? tahammül edemiyorsun bedenine.
    şimdiyse tanrının eline gelelim, ellerin marcel, ne kadar çirkinler.
    kanepeden ayağa kalkarak vücuduna taraf ilerleyip, ona kırmızı marlboro uzatıyorum,
    içimden evet diyorum, evet, beni annem gibi anlıyor; ve bundan tehlikeli, böylesine mutlu ne olabilir ki soruyorum kendime.
    sanki içimden geçen kelimeleri duyuyormuş gibi,
    mutlu sözünden hoşlanmıyorum marcel. bana her zaman yapmacık,
    uzak, kederli gelmiştir. sigarasını yakıyorum.
    yüzüme üflüyor, bu çaresizliğinin ifadesi.
    bütün bunları sen seçtin adena. sen hep çıplaktın, hep bunu istemiştin;
    - babam neredeydi marcel bunları söylerken? hep onun sarhoşluğuyla sevişmeyi öğrendim. -
    anlamak istemiyor adena. soyunur musun marcel?
    gözlerine bakıyorum: kıyısından çok uzaktalar. bir femme fatale ifadesi.
    atkımı boynumdan çıkarıyor, gerisini sen hallet.
    gömleğimi, pantolonumu, çoraplarımı ve donumu sırayı bozmadan çıkarıyorum,
    bana yakalştırıyor bedenini. ilıklığı duyuyorum.
    penisimi tutup beni kendisine çekiyor, nefesi kulağımda.
    şimdi onu daha iyi anlıyorum anne: adena, "rağmen" tipli bir kadın,
    seni, ihanetine, acımasızlığına, tanrılığına rağmen seviyorum marcel!
    bilmem martha"yı hatırlar mısın anne? ona "çünkü" tipi kadın diye seslenirdim.
    seni seviyorum marcel, çünkü bana değer veriyorsun, çünkü herkesten farklısın.
    peki, diana, anne? diana"ya ne demeli? evet, "eğer" tipli sarışından bahsediyorum: eğer benimle gelirsen, eğer yanımda olursun seni severim marcel.
    hadi lanetle beni sevgilim.
    minik burun delikleri var karşımda. adena diyorum ona, lanetlisin sen.
    geceye ait, tanrısın ters eliyle dokunduğu kadınsın.
    ellerimi kulak memelerinin ardına, biraz boynuna taraf götürüyorum; yüzü avucumda, gülümsüyor adena.
    bu gülümsemenin içine tükenmişlik saklı, umutsuzluk var; şeytana ait gülümseme olmalı bu; avucuma gizlenen bu resim aslında tanrının bir parçası
    gülümseme artık adena, lanetlisin sen, lanetliler gülümsemeyi unutmuştur.
    dudaklarını yavaşca - evet o ümitsizlikle - bir iki santimetre yukarı kaldırıyor, dişlerinin beyazlığı önündeyim
    içime gir, bütünleş, orada gülümseme yok diye fısıldıyor.
    - aslında kimdir adena? ona acıyor muyum? adenada, bir zamanlar devrime duyduğum ama açıklamakta her zaman zorlandığım tarifi imkansız çekicilik mevcut,
    sağ yumuruğum yukarıda, sol elimde kırmızı bayrak gibi kadındır adena -
    ama gençliğin devrimi aldatıcıdır.
    hep gerçekleşemeyen devrim gibi o da bunun farkında.
    hikayesi yarım kalmıştır o tanrıçanın: şimdi viyanaya götüren bilete baktığım zaman bunu daha iyi anlıyorum.
    çünkü, eskiden çok sevdiğim bir kitapta şöyle bir cümle vardı:
    sevgililer yaralar, anneler teselli eder.
    öyle.
    öyle olmalı adena.
  5. uzunca zamandır görmeyeli seni
    bir başka kadın,bir hoş olmuşsun
    kollarına alıp da sarmayalı seni
    beyaz peynir gibiydin kaşar olmuşsun
  6. ölmeden önceki son saatim.
    aklıma geldi, yediğin elma şekeri,
    ve sen gülünce içimdeki yaşama sevinci.
    şimdi daha iyi anlamak varmış
    öyle kendi halinde kanat çırpan kelebeği.

    ölmeden önce ki son saatim.
    beşiktaş maçı başlar şimdi, bir elimde bomonti şişesi
    dolmabahce'de yürürken, yakmiştım meşaleyi
    insana can verir, şu beşiktaş sevgisi.

    ölmeden önceki son saatim.
    ağrılar sarmış ruhumu artık bitsin.
    veda vakti, biterken kelimelerim,
    sevdiklerime selam ederim.
    göçtü gitti delikanlı gençliğim.

    edit :imla
  7. bir söz yazmak isterdim
    seni bana getirsin
    beni sana getirsin
    mutluluğu önümüze sersin.

    bir söz yazmak isterdim
    yüreğinin meydanına...
  8. er ya da geç biter her şey
    piller biter mesela
    ilk aşk biter
    ahh mihrican; sarı saçlı, yeşil gözlü dilber.
    bir ameliyat mesela, ölsen de kalsan da biter.
    dünya dönüyor ya
    sanma ki sonsuza dek dönecek
    hayatın saniyelere yenik
    gözünün feri sönerken mesela
    gözbebeğin simsiyah olmuşken anlarsın bazen
    her şeyin bittiğini, er ya da geç.
    bazen kabul etmezsin
    bazen görmez
    kabul etmeyene zorla ettirirler
    işte böyle
    ölerek
    çürüyerek
    bitmeyeceğini sandığın kendin bile bitersin.
  9. duman ağaçlarından müteşekkil
    cehennem ormanında,
    aşk filtresiyle gülüş zehrin karışıyor
    bedenime.
    zebaniler sahte çıktı
    melekler dolandırıcı
    bulanan mideler denizinde...
  10. ister sol yanından şarap ırmakları aksın
    bulundugumuz yerin
    isterse ateşi bedenimi yaksın
    ben seninle sonsuzluk isterim