• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.75)
yüzyıllık yalnızlık - gabriel garcia marquez
"yüzyıllık yalnızlık'ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. yüzyıllık yalnızlık'ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. yüzyıllık yalnızlık'ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız."
(tanıtım bülteninden)


  1. !---- spoiler ----!

    doğrusal ve döngüsel olmak üzere iki zaman kurgusuyla sürer kitap. bir yandan kasabanın ve ailenin kronolojik olarak ilerleyip genişlemesi öte yandan aile içinde adları birbirine konup duran karakterlerin bir yineleme biçiminde tekrarlanması bu iki zaman kavramının romandaki izdüşümleri. -tabi sendeleyip ayağını burkan zamanın kalkarken odaya bıraktığı bir zaman parçasının odanın zamanın yıpratıcı etkisinden sıyrılmasını sağlaması parıl parıl parlayan kırık ayna parçaları kadar gösterişli. aile fertlerinin yaptıkları işleri bozup yeniden yapmaları da bu bağlamda değerlendirilebilir.

    romandaki erkekler birer karakter özelliği gösterirken kadınlar daha çok 'tip'ler şeklinde karşımıza çıkıyor. bu kadınlarla, onlar tarafından olmasa da, her biri neredeyse eşit yalnızlık ve korku içinde büyüyen çocuklar kasabayla ve evleriyle birlikte yazgıyı yineleyerek, aynı zamanda ilerlemenin karşı konulmaz sürükleyiciligiyle yaşıyorlar. bu, kuruluşu ve bir daha tekrarlanmamak üzere yok oluşu arasında kasabanın ve ailenin başarısızlığının öyküsüdür.

    her ne kadar kolombiya tarihi ve marquez'in hayatından derin izler taşıyor olsa da romanda diğerlerine kıyasla üstün tutulan bir siyasi görüş sezemedim. hepsi aynı kötülükte kurgulanmış gibi. belki de her kesimden okuyucu bulabilmesi açısından önemli bir durumdur bu.

    romandaki 'magic realism' alıştığımız, tanıdığımız naturalist kurguyu epey örseliyor ve bu, eserin değerini, anlatımdaki çekiciliği gümüşten balıklara elmas gözler takmışçasına arttırıyor. mevcut kurgular tabiata tâbi, biz buna başı yerde ayakları gökyüzüne uzanmış, "amuda kalkmış" gerçekçilik diyelim.^:swh^

    !---- spoiler ----!
  2. okuduğum en güzel, en samimi, en özgün hikayeye sahip kitaplardan biri. sıkmayan betimlemeleri, mekan ve karakterleri insanın kafasında anında resmediyor ve birden bire önünüzde kanlı canlı yaşayan bir dünya çıkıyor. hem gerçekçi, hem ütopik unsurları rahatsız etmeyecek bir biçimde içinde barındırıyor. kitap biter bitmez kafamda oluşan ilk düşünce "keşke hiç okumamış olsaydım da aynı heyecan ve hevesle bir kez daha okumaya başlasam" oldu. yüzyılın yüz romanı listesinin tepesinde boşuna yer bulmamış kendine.
  3. márquez'i tanıdığım eser. karakterlerini olayların içinde birden hayata getirir marquez. sonra büyümelerini,yaşadıklarını, yaşlanmalarını gözünüzle görmüşsünüz gibi yaşarsınız. kesinlikle okunulması gerek ayrıca. hiçbir şey kaybettirmeyeceği gibi biçok şey kazandıracaktır.
  4. sarı kelebeklerin bu kadar hüzünlü olmasına sebebi kitap.

    !---- spoiler ----!

    “o gece mauricio babilonia, son birkaç aydır süregeldiği gibi akreplerin ve kelebeklerin arasında her gece sevgiyle ürpererek, çırılçıplak kendisini bekleyen meme'nin yanına girebilmek için banyonun kiremitlerini sökerken, nöbetçi onu vurdu. belkemiğine saplanan kurşun, onu ömür boyu yatağa bağladı. iyice yaşlandıktan sonra, hiç sesini çıkarmadan, hiç sızlanmadan, sevgisine bir an bile ihanet etmeden anıların acısı ve bir an rahat vermeyen sarı kelebekler arasında tek başına öldü. herkes onu bir tavuk hırsızı olarak tanımış ve toplumun dışına itilmişti.”

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    “meme kıza elini verdi ve peşinden gitti. fernanda onu son kez, rahibe adayına ayak uydurmaya çalışırken gördü. sonra manastırın iç avlusuna açılan demir kapı üzerine kapandı. meme hala mauricio babilonia'yı, makine yağı kokusunu ve başının üzerindeki sarı kelebeklerden oluşan haleyi düşünüyordu. çok uzun yıllar sonra, krakow'un kasvetli bir hastanesinde, adı değişmiş, saçları kazınmış ve tek sözcük konuşmamış olarak bir sonbahar günü ölünceye dek hep mauricio babilonia'yı düşünecekti.”

    !---- spoiler ----!

    fernanda del carpio senden nefret ediyorum, en nefret ettiğim kitap karakterlerinde ilk üçe oynarsın.
  5. merak edip aldığım ama okuyamayıp yarım bıraktığım eser. rus eserleri gibi kimin kim olduğunu akılda tutmakta zorlandığım için caanım kitabı yarım bıraktım.
    janus
  6. latin amerika yazarlarının bu topraklarda bunca beğenilmesinin sebeplerinden biri türkiye'nin tarihsel olarak oraya çok benzemesidir. diğeri marquez'dir.
    zaten kolombiya o bölgenin türkiye'ye en çok benzeyen yeridir.
    kitabın edebi yanının tartışılır bir tarafı yoktur.
    melciades'in kehaneti ile sondan gelirken yazarın anlatımı ile baştan sona doğru ilerleriz.
    alınlarında haç işaretli gençlerin devletçe öldürülmesi, işçi katliamlarının ardından olan biteni hatırlayan kimsenin bulunmaması ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
    yüzyıllık yalnızlık sadece bir latin amerika edebiyatı eseri değildir.
    aynı zamanda bu orta kuşak ülkeler denilen siyasi cinayetlerin, katliamların, abd destekli darbelerin yaşandığı topraklarında eseridir.
    o dünyalıdır, ama en çok buralıdır.
  7. edebiyat nedir, ne değildir diye düşünüp durduğum o tatlı günlerimin birinde tanıştım bu kitapla.

    edebi anlamda gerçeğin dibinden romantizmin ya da imkansızın zirvesine kadar çok şey gördüğünü fark ettim bu dünyanın. fakat yine de büyülenmek nedir bilmezdim.

    sihir nedir, büyü hak mıdır diye düşünüp durduğum anlarım da oldu.neyse işte..bu kitabı okurken büyülendim biliyorum.
  8. neokur isimli siteye yazdığım yorumu editlerine kadar dokunmadan ekliyorum;

    bu roman çok uzun süre elimde kaldı. ilk başlarda inanılmaz sıkıldım. yarısına kadar gelmem 1 ayımı aldı ki tam da emin değilim belki de bir ayı da geçmiştir. çünkü hiçbir şey olmuyordu. her şey durağan ve sıradandı. sonrasında okuduğum diğer marquez kitaplarını düşündüm. hepsinde aynı şey vardı. hepsini okurken aynı hatayı yapmıştım. alıştığım, popüler kültürehizmet eden kitaplar gibi değildi marquez'in kitapları. finali için okunmamalıydı, aksine finalde sarsıcı, şaşırtıcı hiçbir şey olmazdı. güzellik, kitabın sonunda değildi; güzellik; her cümleye özenle, parça parça serpiştirilmişti. büyülü gerçekçiliğin en büyük temsilcisi, her cümlede bir final yaratmıştı ve yüzyıllık yalnızlık bu büyülü cümlelerle yazılmış bir destandı. ben bunu kitabın yarısında fark edebildim. zaten sonrasında da kitabın kalan yarısını kısa bir sürede bitirdim.

    hikaye bir yana, o nasıl bir üsluptur ki marquez' in veda mektubu ismiyle paylaşılan o uydurma mektubun daha 3. satırında bunu marquez yazmış olamaz dedirtebilmiştir bana. bir kitap düşünün ki baştan sona bir eşi daha olmayan bir üslupla yazılmış olsun. bu üslup kurulurken zamanımızda denenen ve benim en naif tabirle zorlama olarak niteleyebileceğim hiçbir yola başvurulmamış olsun. bir paragraf düşünün ki; o paragrafta yazar dünyalar güzeli bir kızı alıp göğe uçursun ama siz tüm o paragrafı ''susadım ve su içtim'' cümlesi kadar basit, sıradan, doğal bir şeymiş gibi okuyun. marquez' in elinde kelimeler yeni anlamlar kazanıyor ama eski anlamlarını da kaybetmiyor. marquez bir kızın göğe uçtuğunu yazdığında, uçmak fiili insanlara özgü(!), sıradan(!) bir eylemi niteliyor o cümlede; ama uçmak dendiğinde aklınıza gelen ilk şeyi de karşılamaya devam ediyor aynı zamanda.

    kitabın içeriğinden bahsetmeye kalkarsam burası yetmez bana. bambaşka bir şekilde yaradılışı, dünyada insanın varoluşunu anlatıyor marquez. o çok büyük bir yazar ve çok büyük yazıyor. bana sadece hayranlık duymak ve asla onun kadar iyi yazamayacağımı bilip üzülmek kalıyor.

    edit: bir aksilik olmazsa yakında bu incelmeyi tamamen değiştirip, gereksiz övgülerden arındırıp bu kitabın aslında ne olduğu, neden bu kadar güzel ve önemli olduğuyla ilgili uzun bir şey yazacağım üşenmezsem. yeni yetme bir ergenin gelip de anlamadan, bilmeden bu kitaba ve yazara sallaması kabul edilemez bir şey çünkü. bugün dünyada hala edebi romanlar yazılabiliyorsa bu kitabın çok büyük bir payı vardır bunda. don kişot dünya edebiyat tarihi için neyse, bu kitap da modern zamanlar için odur işte. (17.06.2016 bu editin tarihi)

    edit 2: yüzyıllık yalnızlık için ''kötü kitap'' diyenlere kızıp bir edit eklemiştim şimdi o editin hakkını vermeyi deneyeceğim. öncelikle daha ilkokul sıralarında bazı kavramların subjektif olabileceğini ''zevkler ve renkler tartışılmaz'' cümlesiyle öğrenmiştik hepimiz. derdim kitabı beğenmeyenlerle değpil yani. beğenmiyorsa okumaz ve elbette neden beğenmediğini de anlatır. ama nasıl ki onun kitabı eleştirme özgürlüğü varsa benim de onun eleştirisini eleştirme özgürlüğüm var. önce şunu merak ediyorum; bu öz güveni nereden buluyorsunuz. yani bugün bir klasik müzik sitesine girip de ''mozart çok kötü bir müzisyen ya'' yazabilecek cesaret yok bende. peki siz nasıl oluyor da her ne kadar adının hakkını veremiyorsa olsa da bir kitap sitesinde, tarihin en büyük yazarlarından birinin en önemli yapıtı hakkında ''boş kitap'' diyebiliyorsunuz?

    önce size marquez' i bir anlatmak gerek. bunun için ekşisözlük' ten bir entry alıntılıyorum;

    ---alıntı--------
    bir tanıdığım kolombiyada tanışmıştır kendisiyle. yazarla ilgili aktardığı bir anekdotu yazmak istiyorum. kolombiya'da uluslararası bir film festivali vardır. önemli bakanlar, başbakan, ülkenin önde gelen bürokrat ve aydınları ve tabi ki marquez de ordadır. açılış dolayısıyla konuşmalar yapılacaktır. önce kültür bakanı çıkar:
    - "sayın marquez, başbakan ve değerli konuklar. hepiniz hoşgeldiniz". ardından konuşmasını sürdürür. ondan sonra sazı eline başbakan alır:
    - "sayın marquez, şili devlet başkanı, kültür bakanı ve saygıdeğer konuklar". oda bitirir ve şili devlet başkanı bir konuşma için çıkar:
    - "sayın marquez, kolombiya devlet bakanı ve herkese hoşgeldiniz diyorum".
    -----alıntı------ (13.11.2006 11:16 tarih ve saatli khaotik nickli yazarın entrysi)

    bu kısa anektod sanırım marquez' in nasıl bir isim olduğunu anlamanzıa yeter.

    gelelim yüzyıllık yalnızlık' a. büyülü gerçekçilik diye adlandırılan akımı marquez yaratmadı, bu tanımı da marquez bulmadı ama bu akımın belki de en güzel örneğini yüzyıllık yalnızlık ile marquez sundu. distopyaların, ütopyaların, post modern romanların arasında klasik roman kurgusu ve mantığıyla yazılan bir kitabın bir başyapıt olabileceğini, klasik romanın ölmediğini dünyaya gösterdi. kitabın ana temasını yalnızlık olarak belirledi, bir aileyi yalnızlık ile lanetledi ama bunu yaparken de arka fonda bir ülkenin hatta dünyanın varoluşunu anlattı. tüm bunları benzersiz ve leziz bir üslupla yaptı. ama sen bu kitabın neden bu kadar övüldüğünü anlamaya çalışmak yerine, lan bu kadar usta bir yazar, -hatta usta olmasına gerek de yok ya neyse- neden sürekli aynı isimleri kullanmış da kafa karıştırmış acaba diye düşünme zahmetine bile girmeden ''isimler birbirine benziyor, karışık, sıkıcı, boş kitap'' deyip köşene çekildin. o benzer isimlere sahip insanların benzer kaderlere de sahip olduğunu göremedim. her karakterin aslında daha önceden yaşanmış bir hayatın farklı bir versiyonunu yaşadığını, kitap boyunca zaman kavramının lineer bir çizgide gitmediğini, bir çemberde aktığını göremedim. spoiler' in tillahı geliyor şimdi; kitabın sonunda, kaderini okuyan adamı,n o kaderi okumasının da yaşadığı kaderin bir parçası olduğunu görüp heyecanlanamadın, vay be! diyemedin. çünkü ne bunları görebilecek bir bilgi birikimin vardı ne de merakın ve çaban.

    bir konuda sana katılırım; evet kitap başta sıkıcı. sıkıcı çünkü daha önce okuduğun polisiyelere benzemiyor. o akdar basit değil, kolay değil. donnie darko' yu gece yarısı uykun kaçınca show tv' de izlediğin aksiyon filmleri gibi izlersen donnie darko da sıkıcı ve anlamsız gelir ama ben o filmi 7 8 kez izledim, aynı yerinde 3 4 kez ağladım. yönetmenin -ki senaristi de kendisi- lise yıllarında yazmaya başlayıp profesyonel kariyerinde uzun metrajlı ilk filmi olan donnie darko elbette ki tv' de gösterilsin diye 3 günde yazılıp 1 ayda çekilen o filmlerdend aha yoğun, dolu ve karışık olacak. bu kitap da öyle işte. öyle 2 3 ayda ilham gelip de yazılan bir kitap değil. içerisinde aforizmalar, twittera yazınca fav alacağın cümleler barındıran bir kitap değil. altını çizebileceğin cümleler çok fazla değil, değil çünkü o cümleri oradan alıp başka bir yere koyduğunda hiçbir anlam ifade etmiyor. o cümle orada güzel, öncesi ve sornasıyla güzel, o hikayede güzel, o karakterle güzel...

    daha çok şey anlatır ya da yazarım bu kitapla ilgili ama araştırma kısmı size kalsın diye başka bir alıntı ile bitiriyorum;

    ''bir edebiyat aşığı ve kitap delisi değilseniz, sıkıcı gelebilir.''
  9. sonunu zor getirdiğim kitaplardan biriydi. yanınıza a3 boyutunda bir kağıt ve kalem almadan okumaya başlamayın derim. ya da internette soy ağacının görselini indirin daha güzel. hafızama yeterince güvenmeme rağmen sülaledeki aureliona ve arcadio bolluğundan dolayı bir süre sonra beynim yanmaya başladı resmen.

    bir ahmet ümit kitabında 20 tane hasan 20 tane hüseyin olduğunu düşünsenize bi. ilmik ilmik işlenerek kurgulanan romanın son sayfasında katilin kim olduğu açığa çıkıyor:

    - ..ve bu sebeple katilin hüseyin olduğu anlaşılıyordu.
    + hangi hüseyin olm ?
    - hasan'ın oğlu hüseyin'in torunu hasan'dan olma hüseyin. 18nci hüseyin.
    + vay bubaan kemiğine.
  10. marquez'in hikayelerinin bizim hikayelerimizden tek farkı isim ve yerlerin ispanyolca olması. az biraz da cinsellik vurgusu. bu kitaba da bu düşüncelerle başladım ve yanılmadım da açıkçası. bu kadar farklı kültürlerde bu kadar uzak coğrafyalarda aynı hikayelerin yaşanıyor olması dünyadan beklentimi düşürüyor. pislik her yerde aynı pislik.

    kitabı yüzde yüz kurgu hikaye diye okuyamıyorsun, gerçek bir hikayeymiş gibi de okunmasına izin vermeyen doğaüstü öğeler var içinde. burada devreye yazarın becerisi giriyor ve küçük dokunuşlarla bu orantıyı gayet kararında tutuyor usta.

    isimler konusunda bende genel çoğunluğa katılıyorum ursula dışında kimin elin kimin cebinde, ölen kim doğan kim belli değil kitapta. isimleri akılda tutmak konusunda bir yol bulabilirseniz mutlaka okunması gereken bir kitaptır.
    .....