1. bu konuda yeteneksiz olduğumu biliyorum. ispatlı bir süper lise geçmişim var. sınıf mevcutu 40 idi ve kafası basmayan bir kaç kişiden biriydim. turistik bir bölgede yaşamadığımız için "are you kola?" deme şansımız da olmuyordu. dil öğrenme çabama en büyük katkı guns'n roses "don't cry"'ın yer aldığı albüm olabilir. kaset kapaklarının çarşaf gibi şarkı sözlerinin yer alması ingilizce öğrenme heveslisi biri için en büyük kaynaktı işte. o çarşaf aynı şekilde geri katlanamazdı ama olsun.

    bir ingilizce hocası; "çocuklar ingilizce öğrenmenin ilk kuralı türkçe düşünmeyin" demekten geçer. nasıl yani? ben türkçe de düşünemiyorum!, hocanın ne demek istediğini yıllar sonra fatih terim'in ingilizcesini dinlerken anladım. "i don't want to see the back" diyordu ya fatih terim. "what can i do, sometimes. it is the football, that is the football. " ile devam ediyordu. biz ne diyorduk en fazla "talk to me softly there is something in your eyes"...

    lise 1'e geçince matematik, fizik, kimya derken ilk 3'e girmeye başladığımı görünce demekki sorun ben de değil sadece ingilizce'de imiş. olmaz olsun böyle dil. sınıf sonuncusu kimlikten yavaştan kurtulmaya başladığım için mutluydum. dil öğrenme mecram "use your illision"'dan lost repliklerinden jack'in "where are we?" ile "we have to go back kate" şekline evrilse de vazgeçmemem gerektiğini öğrendim.

    ve yıllar geçince sağa sola seyahatler ile "hi friend, can i take two beers please?" veya "can you offer another else?" demenin çok da zor olmadığını farkettim. son nokta ise ingilizce öğrendim diyebilmem için mutlaka bir film spoiler'ını ingilizce vermem gerekir. henüz o mertebede değilim. "i am studing so hard, maybe i can try"

mesaj gönder