1. kırılmış umudunun titrettiği sesinin sebebi ben miyim çocuk? hem kıyamayıp hem de canını acıtacak, seni yalnız bırakacak eylemleri planlamaya devam eden ben miyim? ben hâlâ senin ablan mıyım? cüret edebiliyorum ha bunu söylemeye? ayda bir bile zor aramaya fırsat bularak, kendi geleceğimin peşinde koşarak ben bu iddiada bulunmaya cüret edebiliyorum ha? hayatımın üzerindeki baskıdan kurtulmak adına, geleceğimi garanti altına almak adına seni belki de bana en ihtiyacın olduğu anda yalnız bırakan ben değil miyim?
    ben seni ablasız bırakmadım ki, ben seni annesiz bıraktım... normal bir çocukta anneye eşit olan şey, sende bendim. bu kibrimden değil, ben bunu biliyorum. bizim şefkatli bir annemiz olmadı ki. benim hayatımda annemin yeri yoksa, senin hayatında da sana şefkat gösterip, seni koruyan ben olmuşsam bu bunun sonucunda oldu. oldu işte ve ben buna rağmen seni, sanki bensiz olmak seni etkilemeyecekmiş gibi, bunu düşünemeden ardımda bıraktım. yaptım bunu ben. her gece seni kollarına alan insandan mahrum bıraktım seni. her şeyini anlattığın insandan mahrum bıraktım. sinirlendiğinde seni sakinleştiren insandan mahrum bıraktım. derdini çekinmeden döktüğün insandan mahrum bıraktım. oyun arkadaşından mahrum bıraktım.
    sesini titrettim ben senin! o minik sesini nasıl titrettim ben, ha çocuk? ha küçüğüm benim? ablasının birtanesi? o umudu, o çaresizliği ben sana nasıl hissettirdim?
    babamın yanına gittin, sana dedim ki, ben sana dedim ki, ben gelemeyeceğim, marttan önce görüşemeyeceğiz dedim. sen inanmak istemedin ki ah be kardeşim, öyle bi umuttu ki o... belki biz geliriz dedin, olmaz boşuna heveslenme dedim, üzülme diye dedim öyle, annem gelmek istemez buraya ben bilmiyor muyum? ben istemez miyim sen yanıma gel? isterim lanet olsun! çok isterim! sana sarılmayı özledim, sağını solunu mıncırmayı, yaramazlaklıklarına eşlik etmeyi, bana bıdır bıdır bir şeyler anlatmanı, bana nazlanmanı özledim. seni çok özledim... istemem mi ben senin gelmeni... isterim ki, isterim biliyorsun değil mi? biliyorsun değil mi? biliyor musun? küçüğüm? söylesene? cevap ver, susma! nolursun susma... söylesene? abla biliyorum desene? der misin? der miydin? şartlar yüzünden biliyorsun değil mi? sen istiyorsun biliyorum derdin değil mi? ... sen gene de umut ettin az evvel, babamın yanına gittin, gideceğini bilsem, farketsem gitme derdim, kardeşim heveslenme ne olursun bak gelemezsiniz biliyorum sorma boşuna derdim, durdurmaya çalışırdım, ama anlamadım, farketmedim. sen gittin ve sordun baba gidelim mi ablam gelmeyecekmiş dedin. niye kızdı babam sana? şimdi olmaz, yarın konuşalım, git yat diye niye bağırdı... annem gene kavga mı çıkarmıştı, azarlamışlar mıydı seni, annem yetinmiyordu hiçbir şeyle gene, gene, gene! ne olmuştu mustafa? mustafam? en çok ismiyle hitap etmeyi sevdiğim söylesene ne olmuştu? birisi sana kızarken seni arka odaya götüren ben yokken ne olmuştu? aylardır neler oluyor ben uzaktayken? seni arka odaya kimse götürmüyor kollarından korumak istercesine tutarak değil mi? bağırtıları duymaman için seninle birisi konuşmuyor içeride değil mi? içeri gönderiliyorsun, kovuluyorsun etkilenme diye ama zaten etkilenerek... değil mi?

    özür dilemeyeceğim mustafa. bu hazzı kendime yaşatmayacağım. reddediyorum ulan. özür dileyip de suçumu hafifletmeyi reddediyorum! özür dileyemem mustafa, dileseydim de kabul etmemen gerekirdi. kabul ederdin sen, önemli değil abla der ve sarılırdın. ama yapma kardeşim. hak etmiyorum ben...

    özür dilemek istiyorum... ama dileyemem ben. dileyemem ki. dileyemem hayır, yapamam hayır.

    sözünü veremem çünkü sözlerini tutmayan yavşağın tekiyim ama istanbula geleceğim tamam mı? senden başkasının bana böylesine ihtiyacı yok ki... senin yanında olmam gerekiyordu sen tam olarak büyüyene dek... ben seni nasıl unutabildim ki? nasıl dedim ki, annem babam burada iyi olur diye... hayatında bu boşluğu nasıl oluşturdum ben... herkes her zaman bu kadar üstüne düşme kardeşinin dedi... anlamadılar mustafa, anlamadılar! bilmediler! annemizi bilmediler! annemizi tanımıyorlardı. bana kardeşine annelik yapmaya çalışma dediler. bizim dayak yediğimizi bilmediler asla mustafa! benim sana sarılan insan olduğumu bilmediler! bana hep dediler ki sen uzak dur ve ben gitmeliyim ama kardeşimi bırakmak istemiyorum dediğimde de bana ne dediler tahmin et? onu düşünme, annesi var, onu düşünme, merak etme, ailen var ya onlarla saçmalama, onu düşünme! ben inandım, benim bir yanım gene de eziliyordu, hayır bilmiyorsunuz o beni nasıl seviyor, ben onu nasıl seviyorum bilmiyorsunuz, ama öteki yanım inandı. dedim ki sonra geri geleceğim nasılsa, 1 sene ya bir şey olmaz dedim, şu anda diyordum ki bundan sonra hiç bir şey olmaz zaten alıştı, gideyim üniversiteyi uzakta okuyayım dedim, niyet etmiştim buna. senin istanbulda beni özlediğini bilmedim ben, düşünmedim, aklıma getirmedim. çünkü bir kere bıraktım seni... bir kere terkedersen böyle mi oluyor demek ki, ya da belki bana has bu gamsızlık. son birkaç senede hırçınlıkların karşısında kendimi uzaklaştırdım senden değil mi... seni yıllardır koruyup, kollayıp, senin için ne ifade ettiğimi bilirken, insanların beynime girmelerine izin verdim, ben kimim ki, beni tersliyor işte, beni bir şeyi olarak görmüyor demek ki ondan böyle yapıyor dedim. halbuki koşulsuz seven anneler ne yapar? tersleyen, bağıran çağıran, türlü nankörlüğü yapan evlatlarına ne yaparlar? gene de sevmezler mi? gene de affetmezler mi? derler mi ki artık bana böyle davranıyorsa ne hali varsa görsün? o hırçın, o nankör, o asabi evladın annesine hâlâ daha ihtiyacı olduğunu bilmezler mi? bilirler... ben bilemedim işte. çünkü ben senin için yerimi bildiğim hâlde insanlara inandım. geri çekilmeliyim, annesiyle arasına giriyormuşum demek ki, ben kötü şeylere sebep oluyormuşum dedim.

    salağız biz. biz insanlar, salağız.
    başkalarının bizim hislerimiz hakkında yargılarına kanıyoruz. izin veriyoruz ki bizim hislerimiz hakkında tanım yapsınlar, kalıplar belirlesinler ve hattâ hareketlerimize yol çizsinler, bize komut versinler. çünkü salağız. benim sevgim, benim hissim, benim eylemlerim diyemiyoruz.

    sabaha kadar yazarım, sabaha kadar konuşurum seninle. güneş doğsa, batsa, ben gene burada seninle konuşmaya devam edebilirim. seninle saatlerce dertleşir, nefesimin kesildiği yerde sarılırım sana. sen uyursun, ben seni seyretmeye devam ederim. saçlarını okşar, terini siler, pijamanı değiştiririm, üstünü açıp duruyorsun ve beni tepikliyorsun diye sana söylerim, eşek sıpası derim sana, sana kızarak severim seni, ağıza bak buruna bak derim yerim lan derim, fındık burunlu derim bir de hep dediğim gibi.. gene salyan akıyor mal der gene severim seni. yastığın ince olduğu için rahat edemem ben, belki odama geçerim, belki de geçmemem mustafa. eskiden geçemedim biliyorsun değil mi... beraber uyuyorduk hep hatırlıyorsun değil mi... çok yalnızsın ulan şu an değil mi... ah devam edemiyorum mustafa, konuştukça konuşuyorum, konuştukça ağlıyorum mustafa. gideyim mustafa nolur. bu gecelik gideyim. bu gece de gideyim. yaza kadar gelemeyeceğim mustafa ama sonra geleceğim tamam mı? gitmeyeceğim başka şehire tamam mı? yurtta kalırsam her haftasonu, kalmazsam her akşam sabaha dek yanında kalacağım kardeşim sana söz veriyorum. tamam mı? bu sefer inanır mısın bana? hep buradayım ben, her zaman yanındayım dedim sana, yıllarca, kavgalar ardından, üzgünken sen, yaralıyken hep dedim. seni buna inandırdım. onlar böylr olsa da ben yanındayım biliyorun değil mi dedim sana ve sen de biliyorum abla dedin. sarılarak ağladık. yüzlerce kez yaşadık bu sahneyi biz. ben nasıl unutabildim ki? kendimle baş edemiyorum şu an mustafa... bu sefer inanır mısın dedim ya... zaten sen bana hep inandın. sen bana hâlâ inanıyorsun, çaresizce dönmemi bekliyorsun sen...
    tamam gideyim şimdi, bu gece bitmeyecek yoksa. ben biteceğim ama gece bitmeyecek. hoş, ne kadar bitebilirim ki... bendeki gamsızlıkla, kendini kendini onaran bu bünye ve ruhla, her şeye karşı kalkan oluşturan bu hâlimle, bu bencillikle... ben bitmem. bitmem ben. bitesice biriyim ama bitmem ben. ya sen? uyudun mu? sesin uykuluydu ama kırgındın en son. üzgündün. seni seviyorum dedim korkuyla, senin için öylesine korktum ki, orada neler yaşadığın öylesine dank etti ki bana, senin hâlini ilk defa böylesine anladım ve hissettim... duraksadın bir an, ben de abla dedin. hissederek dedim, keşke burada olsaydın abla diye haykırdın kelimelere dökmeden, duydum yemin ederim, duydum birtanem, duydum hayatım duydum yemin ederim duydum...
    tamam gideyim. uyuyorsundur, buna inandırmalıyım kendime yoksa uyuyamam. yarın okulun var, sabah mahmur kalkacaksın, annem sana kahvaltı hazırlayacak, umarım ki allahım nolursun ki güzelce yersin ve sorunsuzca çıkarsın evden. olumsuz enerjiye maruz kalmazsın ve günün iyi geçer. böyle olsun lütfen allahım. ben günahkârım ama o masum allahım nolur, ben isyankârım ama o masum allahım nolur, ben çoğunlukla dinsizim, münafığım ama o masum allahım nolur...
    tamam yeter gidiyorum, bu hâlimin sana faydası yok. yarın arayacağım. bundan sonra daha çok arayacağım seni, sana bir şeyler göndereceğim kargoyla. hayatından pat diye çıkmaya cüret ettiğime inanamıyorum, seni öylece bıraktığıma inanamıyorum. gidiyorum mustafa, dayanamıyorum ablacım.
    iyi geceler bebeğim, kuzum, kardeşim, miniğim benim iyi geceler.

mesaj gönder