1. bugün aylık ibadetimizi yerine getirmek üzere ikea'ya gittik. ihtiyacımız olmadığı halde satın alma dürtüsü uyandıran ürünlerin arasında dolanıyorduk. zamanımızın çoğu, dikkatimizi çeken bir ürünü neden satın almamız gerektiğine dair içimizde kendiliğinden şaşırtıcı şekilde inşa olan mantık örgülerine karşı yürüttüğümüz sessiz mücadeleye sarf oluyordu. bazı ürünlere geçerken sadece dokunuyor ve parmaklarımızla dokusunu hissediyorduk. bazılarını ise elimize alıp fiyatını kontrol ediyor, evirip çeviriyor, orasını burasını kurcalayıp kullanım provaları yapıyor ve tekrar yerine koyuyorduk. çoğunu yanımızdakiyle konuşmadan, sessizce yapıyorduk. geçen yüzyılın başlarında yaşamış insanlar gelip halimizi görseler eminim hipnoz edildiğimizi falan düşünürlerdi.

    renkli, plastik bir tepsi tutacağı gördüm. bunu görmemle birlikte içimde hızla cereyan eden duyguların bir kısmını yakalayabildim ve sanırım bu ürünlere duyduğumuz satın alma arzusunun nedenini anlamaya biraz olsun yaklaştım. en azından kendimce. bunun bir nedeni utanç olabilir diye düşünüyorum. evimizdeki derme çatma mobilyalarımız, geçici çözümlerimiz ve uğraştırıcı düzeneklerimizle özdeşleştirdiğimiz benliğimizin karşısına ikea, tasarım harikası, yıllarca kullanılabilecek ve mümkün olduğunca çok fonksiyonlu olduğu iddia edilen alternatif bir mükemmellik koyuyor. evimizdeki derme çatmalığı benliğimizle özdeşleştirdiğimiz için, ikea'da tanık olduğumuz mükemmellik de bizden daha üstün olduğu şüphe götürmez, fakat biraz para harcayınca ulaşabileceğimiz bir benlik olarak görünüyor gözümüze. ve daha aşağı, eksik olmamızdan kaynaklanan, neredeyse bilinçli bir utanç duyuyoruz; ancak bu utanç duygusunu öyle hızlı bilinçaltına itiyoruz ki, geride kalan hissettiğimiz şey, sadece o ürüne sahip olarak tatmin edebileceğimizi hissettiğimiz bir arzu oluyor. ikea bu alternatif mükemmel benliği soğuk ve burnu büyük bir edayla yaratmıyor; tam aksine sevecen, arkadaş canlısı, bize elini uzatıp gülümseyen, hep davet eden bir benlik bu. bilinç altına yakın yerlerde süren bu ikna çalışmalarına karşın gerçek dünyaya ait olan bilincimiz ürünün fiyatını ve kullanışlılığını sahip olmaya ilişkin kıstas olarak öne sürüyor. böylece, tatmin etme ihtiyacı duyduğumuz çekici arzu ile gerçek dünyanın hesapçılığına bağımlı sevimsiz bilincimiz bir çatışmaya giriyor. öyle kolay manipüle edilebilir bir bilinç ki bu, mesela sevgilimizle gitmişsek ikea'ya, hiç ihtiyaç olmayan bir ürün için sevgilimizin "alalım mı?" sorusuna sevimsiz olmadan "hayır" yanıtını vermek herkesin harcı değil. kendi kendimize verdiğimiz satın alıp alamama mücadelesinde de eğer ürünün fiyatı çok yüksekse, almamaya karar veriyoruz ve sahip olma arzumuzu ve nihayetinde altında yatan utanç duygumuzu bir kızgınlıkla ört bas ediyoruz; "adam kazıklıyor bunlar da...". eğer ürünün fiyatı uygunsa çoğunlukla alıyoruz ama almıyorsak, o zaman utanç duygumuzu realize ediyoruz: ne çeşit bir insan pahalı bulmadığı ve kendisini daha mükemmel yapacak bir şeyi almaz? bu durumda başvurduğumuz çare, unutmak. yürümeye devam edip içimizden bunların hepsinin çok usta pazarlama hileleri olduğuna kendimizi ikna etmeye çalışmak ve az önce yaşadığımızın gerçek olmadığını tekrar edip utancı geride bırakmak.

    ha bunun yanında sattıkları ürünler öyle mükemmel falan da değil. misal, sattıkları basit ürünlerden metal kafalı sıvı sabunluk zamanla pas yapıyor ve bir süre kullanmadıktan sonraki ilk kullanımda elinize pas doluyor!

mesaj gönder