• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.03)
fakat müzeyyen bu derin bir tutku - ilhami algör
"her şeyin iyi gittiğini nerden çıkarıyorsun?" dedi. "herif rüzgârı kendinden menkul uçurtmanın teki. ara sıra telleri takılır gibi kadına geliyor gece yarısı." "fakat müzeyyen, bu derin bir tutku," dedim. tırsmaya başlamıştım. haklı olabilirdi. "evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku," dedi, arkasını dönüp gitti. hikâyeye göre adam, kadını çok seviyor, sevdikçe ruhu büyüyor, eve sığmıyor... bülbülün çilesi, yazarın zulası... inceden sarma bir sigara, inceden bir bardak... jak danyel isimli bir şişe, hicran isimli bir yara, tuhaf isimli bir roman. kafamız iyi, açmayın kapağı, biz böyle iyiyiz.

ilhami algör, alelacayip aşkların ve oyunbazlığın, hüzünlü dolambaçların yazarı. fakat müzeyyen bu derin bir tutku, italyan yokuşu'ndan aşağı, rüzgâra asılıp tophane'ye inen roman. avaramu!
(tanıtım bülteninden)
  1. fakat müzeyyen bu derin bir tutkuya dair

    kitabın ismini ilk duyduğumda şiir gibi demiştim ve içimde şiir rüzgarları esmişti. sonra aynı isimdeki youser için yapılan yorumları okuduğumda nefesim daralmış ve yitirdiğimiz bir insanın daha acısını hissetmiş, hissetmeyi tüm bedenime, hayatıma yayma uğraşına girmiştim.
    dökülen o yaprak hep iziyle kalacak döküldüğü yerde, fakat unutulmayacak bu derin tutku…



    & artık sevdiği kadını özlemek ve akşamları ona hikayeler vermek için, sabahın kör vakitlerinde, şehrin bir yerlerine giden adamın hikayesine devam edebilir miydim? edemezmişim gibi geliyordu. bilmiyordum.

    & gece olmuştu evden sessizce çıkmış, saatlerce sokaklarda, ruh gibi dönüp durmuştum. midemde bir soru işareti vardı. yakıyordu. sorunun ne olduğunu hissediyor, fakat parçaları bir araya getiremiyordum. parçalar benden kaçıyor, kaçmalarına göz yumuyordum.

    & “ulan,” dedim, “ayna… seni yüz parça yapar parçalarını şehrin varoşlarına dağıtırım. öyle bir yerleştiririm ki parçalarını, ömrün bir araya getirmek için kıçını yırtmakla geçer. sen parçalarını bir araya getirip kafanı toplarken, şehir alır başını başka bir yere gider, ayvayı yersin.”

    & saldım nefesimi, nefesim alev oldu, alev duvarlara değdi, duvarda bir kapı açtı, kapı, ayrık otları, eğrelti otları, peygamber kılıçları, aslanağızları, pençeleri, yeşil, koyu, ağdalı yapraklarıyla orman gibi bir bahçeye geçti. bahçenin orta yerinde bir halı belirdi. halının desenleri arasında, anka kuşları hüthüt kuşları, ebabil kuşları, bülbüller ve envai kuş, hüsn-ü yusuflar, menekşeler, sümbüller ortasında yürüdü. halının ortasına kan rengi bir gül oturdu. güle ışık huzmesi vurdu. gül dışındaki her şey, yapraklar, kuşlar, gülün ışığı ile kör oldu, karanlıkta kaldı. resme güle sorma o bilmez adını verdim. halıyı ucundan yaktım. ateş usul usul yürüyorken, resmi kendi haline bıraktım.

    & gözleri, sadece gözleri, sıkılmalarının, ne istediğini bir türlü bilememenin ve belki de bu yüzden , karşısına çıkan yeni ve yabancılara dokunmak isteyişinin, sürüklenişlerden kurtaracak ve sıfırdan başlama şansı verebilecek bir çeşit tutunma çabası olduğunun farkındaydı. belki de bu yüzden gözler, kendisi tarafından ve çocukluğa giden bir tarihte oluşmuş, artık “kendime rağmen”e dönüşmüş bir kabuklanmanın içine hapsolmuş, çıkış yollarını yitirmiş bir kimliğin yardım çağrısı gibi bakıyordu.

    & italyan yokuşundan aşağı, rüzgara asılıp tophaneye indim…

mesaj gönder