1. suriyeli akını filmi ve ardından yapılan söyleşi tam bir hayal kırıklığı idi benim için. göçmenler üzerine herhangi bir şey bilmiyor olsaydım, saf saf kampların ne kadar muhteşem yerler olduğunu, türkiye halklarının ne kadar da misafirperver, göçmenlerle dayanışma duygularıyla dolu olduğunu ve hiç ama hiç yabancı düşmanı olmadıklarını düşünüp pembe hayallere dalabilirdim. elbette türkiye'de yaşayan herkes yabancı düşmanı değil ve göçmenlere karşı olumsuz duygular beslemiyor ve elbette türkiye devletinin göçmen politikası, her türlü olumsuzluğa ve eksikliğe rağmen avrupa'nın ikiyüzlü politikalarına kıyasla ehven-i şer ama ortada gerçekliği yansıtmayan bir şeyler döndüğü de su götürmez.

    filmin avrupa birliği fonlarıyla çekildiği ve göçmenler üzerine türkiye - ab arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan 3 milyar avroluk anlaşmanın içeriği ile birlikte düşünüldüğünde neden bu kadar gerçekçi olmayan bir tablo çizildiği daha rahat anlaşılıyor. af örgütü'nün geçtiğimiz günlerde yayımladığı bir rapor ab - türkiye arasındaki anlaşmanın tam olarak ne anlama geldiğini biraz daha berrak bir şekilde görmemizi sağlıyor. türkiye'nin rolü de epey bir netleşiyor: ‘Avrupa’nın Bekçisi’ (Europe's Gatekeeper). yani mülteci akınını bizden uzak tutun, biz size finansal destek sunalım ve insan hakları bağlamında ne gibi ihlaller yaptığınızı hiç sorgulayamayalım. af örgütü bu anlaşmayı üç kelime ile ifade ediyor: eziyet, işkence, iade.

    af örgütü raporu

    filmin ardından yapılan söyleşide ise yönetmen dışında ab'den ve mülteci-der'den birer katılımcı vardı. yönetmen iyi niyetli çabasını anlatmaya çalıştı ama biz "cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir" sözünü hatırladık. ab'den gelen yetkili bütün kritik sorularımızı nezaketli bir soğukkanlılık ile bertaraf etti. gayet iyi bir politikacı olduğu açıktı. neyseki mülteci-der adına konuşan katılımcı türkiye'de göçmenlerin sorunlarına ilişkin gerçekçi gözlem ve tespitlerini anlattı da bütün gece heba olmamış oldu.

mesaj gönder