1. ıhlamur kokusu.
    soğuk kış akşamlarında peder bey haberleri açınca sıkılıp üst kata, dedemlere çıkardım. babaannem ve dedem o saatlerde yatsıyı kılıyor olurlardı. daha odaya adım atar atmaz, babaannem kaşı gözü arkaya devirirdi. bu 'sobanın üstünde ıhlamur hazır, bizim namaz daha çok sürer sen bekleme' demekti. sonra mutfak tezgahında şekerliği arayıp bulamayınca önce yüksek sesle bir sübhaneke sesi gelirdi ki bu da 'bana bak' anlamındaydı. dönüp babaanneme bakınca boyun, kaş ve göz bu sefer sola devrilirdi ki bu da 'şeker orada değil masanın üstüne bak, salak yemin ederim geri zekalı bu çocuk' anlamına gelirdi. küçük bir mimikle de buzdolabını işaret ediyorsa bu da 'anlattım bozukluğu hadi gene iyisin, tatlı da yapmıştım' demek oluyordu. sonra bendeki mutluluğu görünce babaannemin yüzünde belli belirsiz bir gülümseme, masmavi gözlerinde bir parıldama meydana geliyordu. bu da 'sakın büyüme çocuk, bir daha sobanın üstünde kaynayan ıhlamurun kokusunu nerede bulacaksın' anlamına geliyormuş. çok sonra öğrendim.
  2. sabun kokusu...anneannemin kullandığı o pis kokulu sabunların kötü ama bağımlılık yapan tuhaf kokusu.
  3. şeker kız - candy - anthony ve diğer karakterler; işıl işıl iri gözleri, pırıl pırıl güller ...
    rapunzel masal kitabım ve resimlerine hayranlığım, teyzemin kızının rapunzeli kurtaran prense " bu ne biçim prens böyle, tabla suratlı, böyle prens mi olur? " diyerek, hayallerimi yerle bir edişi...
    saatlerce pişmek bilmeyen tavuk...
    alt tarafı tığ ile örülmüş üst tarafı bez olan bi garip bebeğim, şaziment. gözleri makina dikişi denilen bir dikişle dikilmiş, gözleri asla kapanmaz, ama beni başlarından savmak isteyen büyüklerimin şazimentin uykusu gelmiş git uyut, ne biçim annesin, ilgilen diye yollamaları...
    bebeğin gözleri saçlarına doğru dikili nasıl uyusun diye sormayı akıl edemeyen zavallı ben, o kadar salladığım halde bana şaşkın şaşkın bakmayı sürdüren şaziment...
    yüksek sesle okuduğum bir mark twain öyküsü : bir ziraat dergisini nasıl yönettim. adam çilek ağacından düşüp ayağımı kırdım deyince kovuluyor, ben neden diye soruyorum. çilek ağaçta yetişmez, bunu bilmiyor musun? diye azarlanışım. ( sanki ömrüm çilek tarlalarında geçti. ) mark twain ile benzer bir kaderi paylaşmam...

    çocukluğum...
    şaziment ne ya? bari bebeğin adını bıraksaydınız da ben koysaydım!
  4. kup
  5. lojmanlar bana hep çocukluğumu hatırlatır, gondollu parkları olan, çardakta çay içilen caanım lojmanlar.
    bir de anthony (bkz: şeker kız candy)
  6. çocukluğu hatırlatan şey tabiki tüftüf.birde 2-3 tanesini bantla yapıştırdığımız "taramalı" tüftüfler yapardık. sonra hep birlikte mahalledeki bütün çocuklar gruplara ayrılıp savaş yapardık. şimdiki paintball'a beş basar be beş!
  7. yalan rüzgarı dizisi.