1. kendine edebi anlamda güvenen youreads yazarlarının katkılarıyla oluşacak, en son yazılacak bölüme bağıntılı olarak bir başka yazar tarafından yazılan bölümlerin birbirine eklenmesi biçimde ilerleyecek roman.

    bir kaç gün giriş bölümü için gönüllü bir yazar bekleyeceğim. eğer bir giriş yapılırsa devam edeceğim, şayet herhangi bir giriş yazılmadı ise kendim yazıp devam edeceğim. katılımlarınızı bekliyorum.
  2. ve aniden dur diye bağırıverdi.acı bir frenle duran taksi insanların meraklı bakışlarını üzerine çekmişti.taksici arkasına baktığında koltukta duran birkaç kağıt paradan başka birşey göremedi.adam gitmişti bile.

    tekrar eve dönmeye karar verdi.sokakları bir çırpıda geçti.sanki boşlukta süzülüyordu.apartmanın kapısına geldiğinde yine onu gördü.yüzünde garip bir şaşkınlık vardı.hiç birşey söylemesine izin vermeden apartmana kaçtı.merdivenleri birer ikişer çıktı.evin kapısını o kadar hızlı kapattı ki fortmantodaki anahtarların şıngırdaması duyuldu.bir an kediyle göz göze geldi.hızlıca banyoya gitti, nefes nefese kalmıştı.aynaya baktı ve "neden" diye geçirdi içinden.biraz sakinleşmeye ve düşünmeye ihtiyacı vardı.ardından yatağa attı kendisini.işte sonunda gerçekten başbaşa kalmışlardı kendisi ve yalnızlığı...
  3. üç numaralı kostümüydü yalnızlığı. ve her zaman yanıma alırdı işte bak onda bırakmıştı bir kez ve o günden sonra sevmenin huzursuzluğu bulaştı üstüne .onda zaman dışarıda geçirilen birkaç saatti yabancı alemlerde ama evde giydiği yamalı bir pijamaydı yalnızlık. sevmek paylaşmaktı karanlığı ve içi fazla aydınlıktı onu severken. fazla boştu onunlayken. ve fazlasıyla fazlaydı kendine, dünyaya. bir sakızdı dünya ağzında diline dişlerine mecburiyetten gelip dokunan. iş yalnızlığa gelince yalnızlığı sevmeye gerek yoktu "o benimdi salt benim ya da ben oydum evet evet bendim o." gelip teslim olunca ona arınmıştı kendinden. yokluğuna ışık tutan bir soyunma kabiniydi yalnızlık söküp attığı tüm ifadesizlikleriyle. o ise bir yüzüydü üstüne yapışan bir çift göz. kimsesizliğine göz diken ve hatta kimliğine.
  4. "eğer gideceğim hiçbir yer yoksa nasıl kaybolabilirim ki? "
    dudaklarını büzdü yüzündeki ifadenin burukluğunu görünce pencerede şaştı kim bilir kaç saattir oturuyordu pencerenin önünde en korktuğu şeyi başkaları üzerinde deneyerek: seyretmek… sadece on iki dakikaydı oysa sadece sınırlı bir süre ancak sınırsız bir acıyı içine alabilen, tüm doğruları silip götürebilen. kimseyi görmek istemiyordu aslında ne kısa bağırsaklıları ne uzun bağırsaklılları, sarı suskunları, yeşil neşelileri, gutları, güçlüleri, öfkeyi ve üzüntüyü de ama bakıyordu işte. aslında baktığı ufukta kaybolan şehir değil, kendi hayat çizgisiydi, yaşlılık çizgileri arttırırken zaman ömrün çizgilerini silikleştiriyordu ne tuhaf.
  5. kafasında tüm bu düşüncelerle apartmanın kapısından çıkarken, sokak lambasının aydınlattığı kapının aynalı camından kendini gördü ve "şakaklarıma kar mı yağdı, ne var. benim mi allahım bu çizgili yüz" diye geçirdi içinden. kafasındaki düşünceler daha da artmıştı, yaş otuz beşti gerçekten, peki yolun yarısı mı sonu muydu ? buradan sonra başka bir yol bulunur muydu ? delikanlılık çağındaki cevher gözünün yaşına bakmadan gitmiş miydi ? zamanla nasıl değişmişti insan.. o güler yüzlü adam artık "o" değildi, bugün iki kere karşısına çıkan ilk aşkının hatıraları bile yabancı gelmişti, dostlarla da yolları ayrılmıştı, giderek yabancılaşmıştı. dıştan içe doğru bir yabancılıktı bu; önce etrafındakiler sonra kendisi yabancı gelmeye başlamıştı kendine. sonrasında öyle bir büyüdü ki yalnızlığın doğurduğu yabancılık hissi; önce ufacık iş yerine, sonra mahallesine, semtine, yıllardır koynunda uyuduğu, serserilik yaptığı, ilk aşkı tattığı, gezdiği tozduğu, yeri gelince savunduğu onun için sokaklarda sabahladığı şehrine.. derken tüm dünyaya yabancı gibiydi, hayır hayır yabancıydı. gittikçe artarken yalnızlığı, gittikçe artıyordu da yabancılığı.. her doğan gün bir dert olmuştu onun için. her gün her şeye ve kendine, kafasının içindekilere tahammül etmek ve çıldırmamaya çalışmakla geçiyordu.
  6. şu son bir saatte içinden geçenler, içinden geçtikleri neydi neyin nesiydi sanki? yüzlerce metre yukarıda uçan şu kuş onun mu içinden geçiyordu yoksa o mu kuşun içinde süzülüyordu? bilmiyordu bilemedi de ve hatta bilmek istemedi de. işin aslı şuydu; canı sıkkındı morali bozuktu ve açıkçası işin aslı yoktu. iş içinden çıkılmaz bir hale gelmişti ve nedenini bilmiyordu. içinde bitmek bilmeyen bir konferans vardı ama ne soytarılık ne saçma söylemlerle. kendi bile inanmıyordu dediğine ve nasıl her seferinde aynı palavrayı yediğine şaşıyordu. neydi derdi neyle kavgası vardı çok mu acılıydı hayat hikayesi hayır hayır bilmiyordu, bilmeyecekti de. sormaya lüzum görmedi bu yüzden kayarken zaman kılıflarının
  7. işini bitirdiğinde kendinden tiksinecek haldeydi. protesto eder gibi sevişilir mi bir kadınla? yanında duranın ne hissettiğini düşünmedi ona tek bir kelime dahi etmedi. sordu kendine, ne zaman bıraktım ben yaşamayı. ne zaman boyun eğdim onların varlığına? hayır onlar yapmadı ki. onlar bir an bile ayırmadı ki benim sefil hayatımı düşünmeye. bu yüzden mi kendimi yok saydım? ben kendim mi vurdum zincirleri bileklerime? bu siktiğimin sorularını hayatımın sonuna kadar soracak mıyım?
  8. sonra ali şeriati geldi. ve şöyle söyledi masonlara:
    "sizi rahatsız etmeye geldim!"
  9. merdiven basamaklarını sırayla 1'er ve 2'şer atlamaya çabalarken, bu takıntıyı edindiği güne sövdü. o sırada her zaman ki gibi giriş katta oturan yaşlı ev sahibi kapıyı açtı, sigara içmekten çatlamış bed sesiyle;
    - kirayı ne zaman ödeyeceksin?