• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.23)
the tree of life - terrence malick
1950'lerde geçen film, büyüdükçe masumiyetin kaybına tanık olan çocukların hikayesini anlatıyor.
  1. !---- spoiler ----!


    hakkında yorum yapmanın boyumu aşacağını hissederek şimdiden söyleyeyim, sürç-i lisan edersek affola.

    çok katmanlı bir film ve anlatmaya neresinden başlarsam ve sadece anlatmaya çalıştığım o açıdan anlatırsam elimde kalacak gibi.terrence mallick'i tanımak konuşmak isterdim ki kendisi bile birkaç cümle ile açıklamaya çalışsa filmi o bile eksik kalırdı. insan varoluşundaki bir boşluktan yola çıkıyor bu film ve pek tabi bunu anlatmaya çalışırken sözcükleri kullanmak yerine hisleri kullanmayı tercih ediyor. ve pek tabii ki bu boşluğu hissedenlere yapıyor bunu.

    tanrının varlığı ve onun varlığının insanın varlığı ile olan konumunu işliyor en temelde. biz dünyevi hayatlarımıza dalmışken, dünyevi belalardan korunmaya çalışırken vee sadece bu belalar başımıza geldiğinde tanrının varlığını hatırlıyorken ve hep soruyorken "tanrım, bütün bu kötülükler başıma gelirken neredeydin?" tanrının varlığı, bir varoluş nedeni olmaktan çok kurtarıcı olmaya başladığında ihtiyaç duyuyoruz ona. biz, tanrının varlığının sadece biz hayattayken ve sadece bizim hayatımız için bir anlam taşımasını beklerken film bize bir gerçeği hatırlatıyor. biz, bütün evrende ve bütün gelmiş ve geçecek olan zamanlarda sadece bu an buradayız ve kendimizle meşguluz. oysa; evren biz varolmadan önce de vardı sonra da varolacak, hayat biz olmadan önce de vardı ve bizden sonra da varolacak. evrenin o tarifi pek de mümkün olmayan düzeninin bir işleyişi var ve bizlere düşen onu anlamaya çalışmak. ama daha önemlisi ona uyum göstermek. film, bize, bu işleyişe uyum göstermenin yolunun sevgiden ve yüzünü tanrıya dönemkten geçtiğini söylüyor.

    dünyanın düzeni ile evrenin düzeni arasında seçim yaptığımız nokta çocukluk dönemimiz. jack; yapmak istediklerine izin verilmemesi, babasının otoriter tutumu, iyi olmak yerine başarılı olmayı öğütlemesi, varolagelen düzen içerisinde kendisine yer açmak istemesi ama bunu başaramaması gibi nedenlerle öfke duyuyor; dünyanın kötü bir yer olduğunu, kendisinin kötü olduğunu, havuzda kendisiyle yaşıt bir çocuğun ölmesine izin verdiği için tanrının da kötü olduğunu düşünüyor. belki de kendisi için durumu daha da kötüleştiren bütün bunları ifade edememesi. kendisi ile aynı şartları paylaşan ama resim ve müzikle bunu unutabilen, ifade edebilen, müzik sayesinde babası ile bağlantı kurabilen kardeşini cezalandırmak istemesi bu yüzden. burada hem filme hem de çocuk oyunculara ayrı bir parantez açmak gerekiyor galiba. filmi bu denli eşsiz kılan özelliklerden birisi de çocuk psikolojisini iyi anlayabilmesi ve çocuk oyuncular üzerinden bunu başarılı bir şekilde yansıtabilmesi.

    filmin başlangıcında yer alan tanrının yolu ile evrenin yolu arasında seçim yapanları temsil edenler ise anne ve baba. anne, tanrının varlığını kabul edip ona boyun eğen ve daha tahammülkar. bu nedenle baba rolünün kendi varlığını sürekli ezmesine tepki göstermiyor. baba, evrenin yolunu seçip başarının peşinde koşanlardan. üstelik bütün başarısızlıklarına ve engellenmişliklerine rağmen hem baba-oğul ilişkisi hem de başarı kavramı üzerine de güzel bir güzelleme bu film.

    son olarak, ateşler içinde yanmaktan ziyade zamandan ve mekandan sıyrılmış bir yerde tek başına varoluşun manasını aramaya çalışmak gerçek bir cehennem tasviri olsa gerek. bundan daha korkutucu bir ceza tasviri düşünemiyorum. keza, aile ile kavuşmanın cennet ile tasvir edilmesi hurilerle ödüllendirilmekten çok daha mantıklı. zamanı ve mekanı güzel ve anlamlı kılan çevremizdeki insanlar olduğuna göre...

    !---- spoiler ----!

mesaj gönder