1. hayatta sevdiğim şeylerin çoğuna ulaşamıyorum. sevimli bulduklarımla idare ediyorum ve onları da oldukça ilkel buluyorum. bu ilkelliklere kimileyin masumiyetleri kaynaklı bir şefkat duyuyorum, bazense ilkel yanlarımı okşadıklarından onları mecburen hoşgörüyorum. sonuçta ben de ilkelim, bu da ayrıca mutsuz ediyor.
  2. aşırı açıklayıcı ve gereğinden fazla mantıklıyım. didaktiğim. sürekli birilerine bir şeyleri açıklarken buluyorum kendimi. kendime bile. duygularımı, hislerimi seyredip tahlillerini yapıyorum, insanlara yaşadıkları şeyin ne olduğunu anlamaları konusunda yardımcı olmaya çalışıyorum. sürekli bir şeyleri parçalama, inceleme halindeyim. biliyorum ki karşımdakileri yoruyorum. sıkıyorum. bir yere kadar eğlenceli - hoşsohbet biriyim fakat o bir yer çoğunlukla geliyor.

    keşke her şeyi daha fazla karmaşık hale getirmeden yapabilsem.
  3. en mutlu olduğum anın fotoğrafını bile siyah beyaz yapsam, sanki o an geçip gitmiş ve ben ölmüşüm gibi bir hüzün kaplar içimi. birden bire "ya ne gündü, iyi ki hayatımda öyle bir süreç oldu" modundan "işte geri döndürülemeyecek bir güzel an daha böyle kayboldu, geriye anısı kaldı" moduna sürüklenirim.

    hayatım da öyle gidiyor aslında senelerdir. hiçbir zaman her şey yolunda gitmedi ama, en yolunda gidebilecekmiş gibi durduğu anlarda bile bir siyah beyazlıkla geçti zamanım. sanki biri nöronlarımın arasındaki serotoninleri düzenli olarak vücudumdan söküyormuş gibi. sanki, hayata dair en güzel fotoğrafların tümü renklerini yitirmiş gibi.

    ve artık siyah beyaz bir filmde oynuyorum. hayatıma güzel ne katsam, "başkası yaşasa güzel bir hayatı olabilirdi" diyorum. bu da pek doğru değil, bir kandırmaca sayılabilir aslında, fakat kaliteli bir çevrem ve değerlendirmeyi başarsam ilginç olanaklarım varmış gibi geliyor. tüm sorun, o renklerin kayıp oluşu.

    bunun ayırdına birkaç gün önce gerçekten hissederek vardım. aradığım renklerin ne olduğunu, o renkleri eskiden hiç aramadığımı, şimdiyse arasam da bulamadığımı anladım.

    tek'liğin ve ben'liğin verdiği keyfe tutkunluğumu bilen bilir. fakat ben kum tanesiysem, içimi bir çöl haline getirdim. öyle bereketsiz, öyle kurak ki, bir kaktüsü bile yok artık. kırılmaz, avuca hapsedilmez, ama kum işte. üstüne bas, tekmele, umursama, kum hep kum. aşındır, yine kum. aşındırma, kum. sadece kum.

    egoist biri miyim? bencil miyim? belki. sanırım. çıkarcı değilim de aslında, ama yıpratıcıyım. yıkım ustasıyım ben, başka türlü kendimi unufak edip çöle çevirebilir miydim? kendimi ufaladıkça, "sonunda bir atom bombası çıkacak içimden!" umuduyla, sadece daha küçük ve geçimsiz, biçimsiz parçalar edindim.

    !---- spoiler ----!

    i can't explain, you would not understand
    this is not how i am
    i have become comfortably numb

    !---- spoiler ----!
  4. hatalarımın telafisini uç çözümlerde aramayı kesemediğimden, sadece daha fazla hata yaptım. şimdiyse savunma mekanizmalarımı zayıflatmaya çalışırken, incinmişliğimle daha da kolay yaralanır oldum. öyle bir şey ki, 7 saat uyku yetmiyor ve adeta benim için sıradan olan bir düşünme sürecini hızlı tamamlamakta güçlük çekiyorum. tereddütlerim arttı çünkü en ufak şeyde bile. yorgunum. kendimi salmak istemiyorum ama hiç keyfim yok ve bu işime de yansıttığım kadar yaygın bir hal aldı.
  5. ne kadar da can yakıcı.

    yaşadığımız veya yaşamlarımıza bir şekilde dahil olmuş güzel şeylerin bir bir yok olmasını seyrederken, geriye yalnızca buruk bir sevinç kalıyor. en güzel zamanlarına tanıklık etmediğiniz şeylerin solması bile üzebiliyor. biliyorsunuz ki eskiden böyle değildi, iyiydi, veya iyi olmaya hiç fırsat bulamamıştı - o şansı ona tanımamıştı hayat.

    mezun olduğunuz ilkokulun yeni güvenliği, sizi gün içinde okul bahçesine bile sokmayabiliyor. 8 yılınızın geçtiği sıraları, iyi/kötü arkadaşlıklarınızı, sıralar ve boyalar değişse bile gidip yâd edebiliyorsunuz, fakat hiçbir şey o yaşanmışlığın tadını vermiyor.

    bir zamanlar sırdaş olduğunuz kişinin numarasının telefonunuzda kayıtlı olmadığını, kayıtlı olsa da en son üç yıl önce dolu dolu bir sohbet ettiğinizi fark ediyorsunuz. sırf telefonda konuşunca dahi sizi mutlu eden isimler, artık hayatınızın hiçbir noktasına dahil değil ve muhtemelen akıllarına bile gelmiyorsunuz. sizin de aklınıza benzeri isimler gelmiyor zaten.

    öylece silinip gidiyoruz. bir şekilde ismini dünyaya duyurmuş birisi bile, her zaman kişiliğinin dar bir kesiti ele alınarak anılıyor. en iyi dostlarımızın bilmediği pek çok davranışa sahibiz.

    birkaç aylık bir köpeğin, veya birkaç yaşındaki bir kedinin engellenemez ölümüne tanık olmak, birilerinin para kaygısı veya özensizliği sonucu solan insan ya da hayvan pek çok yaşamı görmek; bir öğrencinin yapmayacağı hatayı, büyük bir şehirde bir doktorun yaptığını öğrenmek...

    geçmişe gömülü yüzlerce milyar hayal, umut, yaşam, çaba var. bunların hepsi üstünde yürüdüğümüz dünyaya bir çizik atıyor; fazlasını değil. bir çizik yerine yarık atanlar da oluyor elbet, çünkü bazılarının umudu, iradesi, gücü ve imkanı daha büyüktür; fakat umut verebilecek kadar büyük olmak?

    bazen gördüğüm kötü bir durumun öznesiyle empati kurup daralıyorum. öyle bir an yakalıyor ki beni, sanki o "an"ı kimse benim gördüğüm gibi göremezmiş gibi geliyor. o zaman, kendimi gerçekten "kendimmiş" gibi hissediyorum. ben olmak buymuş gibi. sonra "kendime geliyorum", araya yine bir duvar giriyor. o soğuk, sakin, hatta zaman zaman kibirli bir öfkeye tutulan ben oluyorum. bir oyun başlıyor, durduramıyorum.

    belki her şeyi büyüten bir yapım vardır, empati kuruyorum diye arabeske bağlıyorumdur. belki empati kurmamak adına kendimi kapatıyorumdur - fakat bunu öyle bir yapıyorum ki götün teki gibi hareket etmeye başlıyorum. belki de sadece basit bir dengesizim, yalnızca ben olduğum için kendime bu kadar yer ayıracak kadar torpil geçiyorum.

    hafıza ve umut ne kadar acı verici; özellikle de tüm güzel dileklerinizi keşkelere ayırmışsanız.
  6. benden nihilisti mezarda.^:swh^
  7. hayatımız kurallar koymakla, bu kuralları dayatmakla geçiyor. hayatımız, insanlardan bir şeyler beklemek ve onların beklentilerini karşılamakla dolu. hayatlarımız, özünde birer çift bencilliğin eseri; öyle ki, yapılırken akıldaki birey zaten ortaya çıkan birey olamaz asla, ayrıca hepimiz %100 benciliz, saçtan tırnağa benciliz, kemiğimiz ve etimizle benciliz. tüm iyiliklerimiz duygusal tatmin için, tüm seçimlerimizi kontrol edemediğimiz önceliklerimiz yapıyor. hepimiz içten pazarlıklı, bencil ve bunu reddettiği için ikiyüzlü canlılarız. işin acı kısmı (kötü değil acı), birçoğumuz bunu fark (his) etmeyecek kadar da olayın akışına kendimizi kaptırmışız. kurduğumuz her ilişki menfaat ilişkisi, sadece bunun barizlerinden rahatsız oluyoruz, çünkü "duygusal" reflekslerimiz var bizi bu konuda uyaran, duyguyla kurulan menfaat ilişkilerini daha emniyetli görüyoruz. sevgi, güvendir. böyle bir hayatta, biri kendine bile belli bir yere kadar dürüst olabilirken, bir başkasıyla dürüst bir yaşamı paylaşabilir mi bilmiyorum. bunun bedelini ödeyebilir mi, onu da bilmiyorum. hem duygusuzca analiz edip, hem de o duygulara muhtaç olan benim, bir gün kendine bir denge getirip o dengeyi kuran birini bulup bulamayacağını merak ediyorum. gerçi öyle birine rastlamak fikriyle içim kaç gün daha ısınacak o da soru işareti. arada iç dökme kısmına da geldik, evet.
  8. islak bir kibrit yanmazmış anladım. bu yüzden bir kibrit kurutucu buldum, bir de üstündeki yanıcıyı tazelemesi için malzeme. bakalım bu ahşap eskisini vaat edilen şanlı günlere getirip parlatabilecek miyiz.
  9. "neden yetişkin olamadık?" diye sordum bugün, kendi kendime düşünürken.

    insanlar hayatlarının belli aşamalarında bazı sancılar yaşıyor, sonra bu sancıları arkalarında bırakıyor ve ilerliyordu; veya aşkın, paranın, seksin, saygınlığın peşinde koşuyorlardı hiç değilse ve arkalarında bırakmadıklarını akıllarından uzak tutuyorlardı.

    insanların hayatta bir amaca ihtiyacı yoktu; çünkü yaşama amacı, yaşama istencinin bir ifadesidir. tıpkı rüyalardaki olayların bazı duygulara kılıf olması için uydurulması gibi. (öznel düşüncemdir)

    ben ne o "ergenlik sancıları"nı bir kenara bırakabilmiştim, ne de bir amaçsız tam olmayı başarabilmiş. evet, ne yazık ki bazılarının rahatsız olacağı kadar çocuk mantığıyla bakabiliyorum dünyaya. ortalama birinin -gerçi benim gibilerinin sayısı artıyor her geçen gün- zorlanmadan yapabildiği şeyleri ben yaparken yaşama isteğimden harcıyorum. hayata devam etmek için onu sömürmek; bazı şeyler pek istendiği gibi gitmeyebiliyor.

    yetişkin olamıyorum işte. bir türlü "artık ben bir meslek sahibiyim, insanlar bu iş için beni muhatap alıyor ve bana güveniyorlar; artık 25 yaşındayım, öğrenci değilim, elime düzenli olarak bir miktar para geçiyor; artık yaşamın belli seviyelerini aştım ve yeni mücadelelere hazırım" diyemiyorum. eski mücadelelerimi hiç kapatamadım, yenilerini eklerken onları da taşıyorum.

    sırtımda yılları sürüklediğim doğrudur. hangi yılları sürüklüyorum? tümünü. neden? bilmiyorum. hiç, kime veya neye ve neden kırıldığınızı bilmeden, sanki biri hayatınıza feleğin sillesini vurup sizi bir karadeliğe sürüklemiş gibi hissettiniz mi? "kimi affedemiyorsun" sorusunu ne zaman sorsam, "kendimi" cevabını alıyorum. ben kendime, kendim olmaktan başka ne kötülük yaptım? bilmiyorum.

    gerçekten de sanki kendime bir şey yapmışım gibi. yıllar boyu kendimi salmışken bana sürekli "kendine yazık ediyorsun" dedikleri için mi böyle oldu acaba?

    zamanım boşa gidiyor. çok yoruldum, gerçekten. bir türlü toparlayamıyorum, ne yaparsam yapayım zamanım boşa akıyor. dolu nedir? dolu, dolu hissedebildiğindir. ben bu hissi hissedememekten yoruldum.

    sanki dünya aynı uzun şarkının tekrar tekrar çalmasından ibaret. şarkı uzun olduğu için bir türlü ezberleyemesem de tekrarından sıkıldım. zaten ezberlemek de istemiyorum. sanki arkadaşınızın çok sevdiği için açtığı bir şarkıymış da bu, zorla katlanıyormuşsunuz gibi düşünün. veya bu şarkıyı anne babanız çok seviyormuş gibi.

    trinity'nin neo'ya beyaz tavşan'ı takip ettirdikten sonra dediklerindeki gibiyim. uyumakta sorun yaşıyorum, bir çıkış arıyorum fakat bulamıyorum.

    wachowski kardeşler biliyordu, nietzsche de biliyordu. nietzsche çok daha önceden söylemişti nihilistlerin dünyayı basacağını. ben, onların içinde nihilist olduğunu bilenlerdenim işte.

    içimdeki acı geçmiyor.
  10. birkaç gün için bilimkurgu takılıyorum. iki güne birer öykü sığdırdım. bakalım nasıl gidecek? kitaplarım gelince okuyarak bilimkurgu zehirlenmesine girmek niyetim. göreceğiz.