• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.16)
kör baykuş - sadık hidayet
kör baykuş 1977'de behçet necatigil'in unutulmaz çevirisiyle varlık yayınları'ndan çıkmıştı. philippe soupault'nun "yirminci yüzyılın düşlemsel edebiyatında bir başyapıt", andre breton'un ise "başyapıt diye bir şey varsa o da budur" sözleriyle nitelediği bu kült romanı, yine necatigil'in çevirisinden, necatigil'in "önsöz"ü ("türkçede iran edebiyatı ve doğumunun 75. yılında sadık hidayet") ve bozorg alevi'nin "sonsöz"ü ("sadık hidayet'in biyografisi") ile sunuyoruz.


  1. ne tuhaftır ki kendisini zweig le bağdaştırdığım bir yazardır. tasvirleri ve ruhsal betimlemeleri inanılmaz güzeldir . bir freud kadar da başarılıdır. kanımca...
  2. lakin tek korkum: yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan.
  3. kör baykuş üzerine :


    sadık hidayet'i okurken hissettiğim duygunun penceremdeki tasviri şöyledir : sanki tepeden tırnağa karanlıktan oluşmuş ama sesleriyle büyüleyen deniz kızları kelimelere dönüşmüş ve öyle yoğunlar ki okudukça onların ellerinde diplere iniyorsunuz, ölüm vurgunu gibi…

    penceresi dar ve karanlık ne olduğu anlaşılmaz geometrik şekillerden evler arasında çıkmaz sokaklar biriktirerek okuduğum kitapta odanız bir mezara dönüşüyor ve içeri duman dolmaya başlıyor.
    defalarca okunsa da sürekli yeni anlam yağmurlarıyla dönecek bu kitabın kapağını açmak hayatınızdaki gecenin de gün yüzüne çıkması anlamını taşımaktadır!...



    !---- spoiler ----!

    & onu kendi tenimin sıcaklığıyla ısıtmak istedim, ona kendi sıcaklığımı verip ölümün soğukluğunu ondan almak istedim.

    & bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla, gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi.

    & odamı sınırlayan dört duvar arasında, varlığımı ve düşüncelerimi kuşatan hisarın içinde ömrüm azar azar eriyor. bir mum gibi, hayır, yanlışım var, ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.

    & sokaklarda belli bir amacım olmaksızın, rastgele yürüyor; para ve şehvet peşinde koşan , o tamahkar suratlı ayaktakımı arasından rahat, umursamaz geçiyordum. onları görmeye ihtiyacım yoktu, biri ötekinin kopyasıydı. hepsi bir ağız, ağza asılı bir avuç bağırsaktan oluşuyor, cinsel organlarında bitiyorlardı.

    & lambayı yakmak için yerimden kalkınca, karaltı eridi, yok oldu. aynaya gittim, yüzümü inceledim, fakat gördüğüm çehreyi tanıyamadım, inanılmaz bir şeydi dehşet veriyordu. görüntüm benden daha diriydi, güçlüydü şimdi; bense tasvir, bir resim gibiydim. bu odada yalnız kalamazdım kendi tasvirimle. kaçarsam peşimden gelir diye de korkuyordum, nerdeyse boğuşacak iki kedi gibiydik. elimi kaldırdım, gözlerimi kapadım, avucumun oyuğunda sonsuz bir gece yaratmak istedim. korku, her zamanki gibi, apayrı bir sarhoşluk verdi bana; başımın döndüğünü, dizlerimin çözüldüğünü hissettim; midem bulanıyordu. ansızın ayakta durduğumu fark ettim. garipti bu, bir mucize: ben nasıl ayakta durabilirdim? bana öyle geldi ki, azıcık kımıldasam dengemi kaybederim. sendeleme gibi bir şey hissediyordum. toprak ve üstündekiler, sonsuz uzaklıktaydı benden. içimde müphem bir arzu: bir deprem olsa da, bir yıldırım düşse de, sakin pırıl pırıl bir dünyaya yeniden doğsam!

    & hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske. tutumlu kimselerdir bunlar. bir kısmı evlatlarına saklarlar maskelerini; bir kısmı da vardır ki boyuna maske değiştirirler, ama yaşlandıklarında görürler ki bir sonuncu maske kalış ellerinde, ve bu da pek çabuk eskir, o zaman maskenin gerisinden gerçek yüzleri çıkar ortaya.

    & ah, keşke ölümün eşiğinde olanların hepsi, bu benim gördüklerimi görselerdi! bazen bunu da düşündüm. istırap, korku, dehşet ve yaşama arzusu, hepsi bitmişti bende. bana telkin ettikleri dinî inançlardan kurtulmuş, huzura ermiştim. tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. kasap dükkânı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar. evet, ikinci bir hayat düşüncesi korkutuyor, hasta ediyordu beni. hayır, bütün bu öğürtü veren dünyaları, bütün bu iğrenç yüzleri görmeye ihtiyacım yoktu benim. tanrı bir sonradangörme miydi ki dünyalarını ille de göstermek istesin bana?

    & son defa, her akşamki gibi dolaşmaya çıktığımda hava kapalıydı, yağmur yağıyordu, çevreyi yoğun bir sis kaplamıştı. renklerin şiddetini, eşyalardaki kenar çizgilerinin şirretliğini hafifleten bu ıslak havada bir ferahlık, bir huzur hissettim. yağmur, karanlık düşüncelerimi yıkamıştı sanki.

    & yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
    kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı, hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır. afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. ama ne yazık ki bu tür devaların da etkisi geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler.

    & göz ucuyla gölgeme baktıkça korkuyordum…

    !---- spoiler ----!
  4. "kesik koni" tabiri geçiyordu. tümü içinde çok yersizdi. 10 sene falan oldu, aklımdadır.
    0f
  5. çok övüldüğü ve gerçek ile hayal arasındaki köprüyü güzel kurduğu için okumayı tamamladığım ancak anlattığı zihniyet nedeniyle bana keyif vermemiş bir öykü oldu.karakterin dinler ile ilgili bazı tespitlerini etkileyici buldum.'ne malım var kadıya verecek,ne dinim var şeytana verecek' atasözünü de öğrenmiş oldum

    !---- spoiler ----!

    kitabın ilk kısmındaki hayali anlatımla ikinci kısmındaki gerçek anlatımı arasındaki uyumu ve kur'an okuyan iki dişli ihtiyar denen adamdan testi alması ile mezarcının testi hediye etmesi arasındaki bağlantı hoşuma gitti ancak yazarın hayat hikayesi okununca farkedilen duyarlı adamı bulamadım kitapta. ilk bölümde ne yazıkki bende yalnızca abaza bir adamın fantazileri fikrini uyandırmakla başlayan eser ardından benden başka kimse ölüsünü bile göremeyecek diyen kadını sahip olunacak şey olarak gören bakış ile karaktere sempati duymamı engelledi ve benim için o büyülü aşk sözleri ve duygu dolu sözler sadece sahip olmak isteyen adamın tınıları halini aldı. ikinci bölüme geçtiğimizde yine cinsellik ölüm ve sahip olmakla ilişkilendirililerek başlıyordu.aynı kadına ikimiz sahip olamayız birimiz ölmeliyiz güçlü olan kadına sahip olur diyordu. bu durumu kadının kocasına vermemesi üzerinden saran bir hezeyan ve çocuğu taciz eden bir karakterle devam ettirdik. kadının adamı istememesi boşanma ihtimali adamın aşkı araması değil benim bahçeme kimse giremez duygusu ile kendine her şeyi mübah gören bir adam vardı karşımızda.mevcut duruma eleştri getirildiğini de düşünmüyorum çünkü kadının dünyasında neler olup bittiğini hiçbir zaman öğrenemedik sadece bir adamın tatmin edilmesi gereken şehvet duyguları vardı ve dadının ilgisi bile buna hizmet etmek içindi.

    !---- spoiler ----!
  6. ille de behçet necatigil çevirisi. kendisinin farsça bilmediği ve kitabı almanca'dan çevirdiği söylense de, kitabın bunca diğer çevirisi o ilk cümleyi necatigil'in çevirisi kadar vurucu kılamamıştır.