geçtiğimiz oscar ödül töreninden sonra ödül almadığı için üzüldüğüm bir film oldu. filmde oyunculuğunu en beğendiğim dominic rolü ile barry keoghan' dı küçük kasabada yok sayılan, itilen, kakılan, istismar edilen genç, her şeye rağmen hayalleri olan saf bir genç rolünü çok güzel işledi. bu hayranlığımı belirttikten sonra filmi biraz daha irdelemeye başlıyorum tabi henüz bir defa izledim bir şey hakkında tam manasıyla düşünmek için bir kaç defa daha izleyip düşünmem lazım her neyse,
!---- spoiler ----!


hikaye küçük bir adada geçiyor hayvancılıkla, çiftçilikle geçimini sürdüren, kendi halinde belirli rutinlerle yaşayan insanların kasabası burada hayat yine aynı sıradanlıkla akıyor ancak uzaktan da duyulan seslerden ve film içi diyaloglardan anlıyoruz ki şehir merkezinde bir iç savaş var. bu iç savaş filmde tam olarak görmediğimiz makro bir durum filmde izlediğimiz inatlaşma hikayesi ise makro durumun içindeki mikro durum. yani o küçük kasaba da bu iç savaşı simgesel olarak iki arkadaş padriac ve colm üzerinden izliyoruz.

sebepsiz küslük, sebepsiz gerginlik ve insanı bezdiren bir inatlaşma ve sonuç olarak çıkan arbede, diyaloğun olmadığı, masanın devrildiği yerde savaş kaçınılmaz oluyor ama dökülen kan da, ölen de, öldüren de bizden oluyor sonuç olarak kocaman bir anlamsızlık ve boşa geçen değerli bir zaman kalıyor.

colm için bir şeyler yazayım evet insan bazen yalnız kalmak istiyor yada her gün yaptığı şeyleri anlamsız buluyor zamanın değerli olduğunu, bu dünyaya boşa gelmediğini ispatlamak istiyor colm karakteri de bunu yapmak istiyor ama çok katı aslında bunu başarabilirdi onu boşa oyaladığını düşündüğü insanlarla da başarabilirdi colm tabiri caizse dimyat' a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu.

!---- spoiler ----!