• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (0.00)
the dirt - jeff tremaine
glam metal grubu mötley crüe’nun hayatını anlatan “the dirt: confessions of the world's most notorious rock band” adlı kitaptan uyarlanmış biyografik film.


  1. mötley crüe başlığına yazarken, başlığının olmadığını fark edip, bir daha izlemeden yazmayayım demiştim. 2019 yılında nihayet çıktığında izlemiştim büyük heyecanla çünkü mötley crüe benim için bambaşka bir grup. ergenlik yıllarım demek. 13 yaşımdan beri, albümlerinin çıkmasını heyecanla beklemek, metal dergilerinden posterlerini kesip, yatak odası duvarıma asmak, konserlerine bilet almak için saatlerce kuyrukta beklemek demek. hatta bir gün okulu asıp, gidip kuyrukta beklemiştim. (annem duymasın)
    nikki sixx sayesinde bas gitarın müzikteki önemini, iyi bir bas gitarcının nasıl olduğunu ve bas gitarın sesini ne kadar sevdiğimi anlamıştım. yani duygusal bir bağım var. o yüzden beğenmemem gibi bir şey söz konusu değil.

    önden açıkça söylüyorum, filmde “her türlü haltı ettik, pişman değiliz, bir daha yaparız ama yaşlandık” havası var. yani öyle sanatla, müzikle dolu, bak şu yaptıklarımızdan şu dersi aldık, biz ettik siz etmeyin mesajı bekliyorsanız, kumandayı yavaşça bırakın ve televizyon karşısından kalkın. yok öyle bir şey çünkü. “2 saat boyunca bakın biz ne çok eğlendik, ne çok hatun götürdük, ne çok içtik, uyuşturucu kullandık, nasıl ölümden döndük” hikâyelerini izliyorsunuz. grubun hayranıysanız, 2 saatliğine nostalji yapar, eski günlerinizi yad edersiniz. ayrıca grubu sevmeyen birilerinin kalkıp bu filmi izleyeceğini düşünmüyorum. izlerlerse, çüş yok artık o kadar da değildir derler muhtemelen. evet, daha ilk sahneden itibaren hakikaten abartılı kısımlar vardı. ama mötley crüe da her şeyi abartılı yapan bir gruptu.

    mesela john corabi’nin solistlik yaptığı o karanlık dönemde, 10-15 kişiye çalmıyorlardı, hâlâ arenaları salonları dolduruyorlardı ama orada vince’in gidişiyle popülerliklerinin düştüğünü hissettiklerini dile getirmeye çalışmışlar kendilerince. başka olaylarda da sapmalar var elbette. mesela tommy ve nikki bir dennys’te tanışmıyorlar ama o kadar da detaya takılmamak gerekir.

    önemli olaylarda detayları güzel yansıtmışlar. grubun hayatındaki en önemli olay tabii ki de vince’in arabayı haşat edip, razzle’ın ölümüne yol açması. bu kadar travmatik bir olaydan sonra, grubun geri kalan üyelerinin (ve hatta diğer grupların) hiçbir şey olmamış gibi aynı yıkıcı hızla hayatı yaşamaya devam etmeleri gerçekten de şok edici oluyor. bunun üzerine nikki’nin aşırı dozdan kalbinin durmasının üstüne hastaneden çıkıp eve gidip tekrar kullanması pek şaşırtmıyor tabii.

    ozzy osbourne hoş bir sürpriz filmde. ama ozzy’nin grubun başarısı üzerindeki etkisi düşünülürse, filmde olmayı en çok hak eden unsurlardan biri.
    tommy lee’nin stüdyoda beklerken home sweet home’un başlangıç notalarını piyanoda tıngırdattığını duyunca tüylerim diken diken oldu.

    oyunculuklar gerçekten ikna ediciydi. iwan rheon mick mars olarak çok iyi bir iş çıkartıyor. vince’i oynayan daniel webber biraz zayıf kalmıştı benim gözümde ama başka birini bulamadınız mı yav dedirtecek kadar değil. machine gun kelly bir rapçi olarak bir rock’çıyı, hele ki tommy lee gibi bir kaçığı nasıl oynayacak acaba diye merak ediyordum ama bence başarılıydı. keza nikki’yi canlandıran douglas booth da öyle.

    şuradan karşılaştırmayı görebilirsiniz

    son olarak da, kapanış jeneriğinde filmden sahnelerle gerçek hayattan sahneleri yan yana koymaları çok eğlenceli olmuş.