1. süleyman'ın sonu

    ağustos sıcakları ortalığı kavuruyordu. süleyman’ın yaşadığı küçük kentte insanlar gündüzün ateşinden geceye sığınıyordu. gündüzleri bu küçük, az bilindik sahil kasabasında in cin top atarken, geceleri yerlerini insanlara bırakıyor ve o küçük kasaba insan cinlerin cümbüş yaptığı bir açık hava diskosuna dönüyordu.

    kasaba sahilden başlayarak katmanlar halinde tepelere kadar uzanıyordu. süleyman’ın evi kıyıya epey uzaktı. kasabanın pek kimsenin yolunun düşmediği ara sokaklarının birinde. bu ev süleyman’ın sığınağıydı. aman insanlardan uzak olsun. evi kiralarken emlakçıdan tek talebi bu olmuştu. kimsenin yıllardır uğramadığı, geçmişin gizemiyle örtülü bu izbe ev, onun canına minnetti. ama bu gece bir şey vardı, açıklayamadığı, içinden taşan, kalbini kafasında attıran. öyle sıcaktı ki, yapış yapış. sonunda kendini dışarı attı, aşağıya, sahile.

    gece yarısını geçeli çok olmuştu ama geçtiği her yer insan kaynıyordu. hepsi yerli değildi gördüklerinin. bu sapa yerde bile bunca turist. “hayret bir şey” diye geçirdi içinden. sahile yaklaştıkça kıyıdan gelen müzik sesini duydu önce. bu mesafeden pan’ın büyülü flütünü izler gibi izledi sesi. nasıl ışıklı bir geceydi. “şair olsam, dolunaya şiir yazardım bu gece” diye şaka yaptı kendine. yolda gördüğü insanlarla selamlaştı. garip, hiç süleyman değil bu.

    müziğin onu getirdiği yeri biliyordu. daha önce bir kez gelmişti buraya: aynalı meyhane. meyhanenin adını okuduğu anda gördü onları: meltem’le, mustafa. “bunlar ne zaman bir araya geldiler ki?” diye düşünürken, mustafa onu gördü; “vayy, kimleri görüyoruz, hem de burada.” “dur, sakın itiraz etme, bu gece bizimlesin. içerde cahide var, mehmet’le bir arkadaşı da var. iyi grup, hoş grup. biz de sigara içmek için çıkmıştık dışarıya, tesadüf seninle karşılaşacakmışız. kasabanın gizemli yabancısı......süleyman, yoksa sultan mı demeliyim?” o da kendi yaptığı şakaya yine kendi güldü. süleyman’ın geri dönesi geldi. hatta döndü de. mustafa bırakmadı, çevirdi onu: “gel yahu, sofra kurulu zaten, rakılar açıldı, müzik güzel, masamız da tam denizin dibinde, bayılırsın.”
    sarhoş ağzıyla süleyman’ı çekiştire çekiştire götürdüğü masada gerçekten adını söylediği herkesi tanıyordu, biri hariç. ‘mehmet’in arkadaşıymış, muğla’dan gelmiş, adı baykal mı baysan mı ne.’
    cahide hoş kadın, kasabanın şen dulu. süleyman cahide’yle yan yana. kadının öte yanında o baykuş suratlı baykal. cahide resmen diziyle süleyman’ı tacizde. baykal da cahide’nin ağzının içinde. baykuş kadına yanaştıkça, o da süleyman’ın içine girecek neredeyse. iyice kafası karıştı süleyman’ın. rakılar arka arkaya gidiyor. rakılar yenilendikçe, baykal’ın eli cahide’nin olmadık yerlerinde dolaşıyor. “kimse görmüyor mu, fark etmiyor mu?” diyor süleyman. “bu nasıl bir arkadaşlıktır?”

    süleyman o gecenin sonunu göremedi. gördüğü son şey kafasına doğru kalkan yarısı kırık rakı şişesiydi.

    gecenin özeti yine mustafa’dan geldi karakolda: “adam manyaktı abicim, kadını kıskandı resmen. bizim hatamız onu masaya davet etmekti. ne bilelim elin münzevisinin masamıza intihar etmeye geldiğini?”
    hero

mesaj gönder