• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.50)
sarmaşık - tolga karaçelik
angola’ya yük taşımakta olan sarmaşık gemisinin armatörü iflas eder ve gemi mısır’da alıkoyulur. kaptan ile birlikte gemide kalmak zorunda bırakılan beş kişilik mürettebatı zorlu bir 120 gün beklemektedir. bu uzun bekleyiş gergin bir hiyerarşik güç mücadelesine dönüşecektir. gişe memuru filmiyle tanıdığımız tolga karaçelik’in bu ikinci uzun metrajı prömiyerini sundance film festivali’nin yarışma bölümünde yaptı ve bu yılki altın koza film festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülüne layık görüldü.


  1. sevgili nadir sarıbacak, sarmaşık filmindeki rolüyle antalya altın portakal film festivalinde en iyi erkek oyuncu ödülü aldı. a haber’in canlı yayınladığı törende nadir sarıbacak, teşekkür konuşmasını yaparken salonun dışarından görüntüsü verilmeye başlandı. sansüre uğrayan konuşma şöyle:

    "bir 60 saniyenizi alacağım. tolga (karaçelik) sağol böyle bir rolü bana teklif ettiğin için. bütün ekibe, jüri üyelerine teşekkür ediyorum. sağolun. çok kısa bir hasbihal etmek istiyorum. çok kısa, 30 saniye. memlekette ilgili dertlerim var. bu filmden de hareketle çok güzel arkadaşlarım var. farklı dinden, dilden, ırktan, meşrepten, mezhepten. hepsini aşk derecesinde seviyorum. bizi ancak kardeşlik ve muhabbetin kurtaracağına inanıyorum. muhabbet gerçekten. belki bir duble rakıyla ya da bir demlik çay. sadece muhabbet etmek kurtaracak bizim dertlerimizi. buna inanıyorum. çünkü vücudun organları gibiyiz. kulağın ağza, elin ayağa nasıl muhalif olmayacağına göre bizi kesildiği zaman bütün vücut acıyacağına göre kader bağımız var memlekette. bütün kardeşlerimi seviyorum ve onların dertlerimizi kurtaracağımıza inanıyorum. her duygudan düşünceden, ortak birlik. çok teşekkür ediyorum sağ olun."

    bir duble rakı mıydı sansüre uğrayan yoksa "farklı dinden, dilden, ırktan, meşrepten, mezhepten" güzel arkadaşlar mıydı? ya da memleketi muhabbetin kurtaracağını söylemek mi?

    enhalnas doğru söylemiş. gidip izleyelim filmi derhal.
  2. “Onun sürekli ışıltısı altında gerilere doğru kapkara uzanan kıyı, ölümsüz ve durak bilmez denizin üzerinde kıpırtısız duran yenilmez bir teknenin yüksek bordosunu andırıyordu. Karanlık kara, suyun ortasında üzerine uyanık ışıklar serpiştirilmiş dev bir gemiydi sanki, üzerinde milyonlarca can taşıyan, pislik ve pırlanta, altın ve çelikle yüklü bir gemi. Paha biçilmez gelenekleri ve söylenmemiş acılarıyla, anlı şanlı anıları ve alçakca unutkanlıklarıyla, rezil erdemleri ve şahane günahlarıyla ve bütün yüceliği ve güçlülüğüyle yükseliyordu göğe doğru. Büyük bir gemi!”

    –Narcissus’un Zencisi, Joseph Conrad, sf.174, İletişim yayınları.

    *

    Gemi durmuşsa her şeyin anlamı değişir! Denizin ve gemi hayatının usta anlatıcısı Joseph Conrad için denizin ortasında giden bir gemi de aslında durmuş gibidir; genel olarak gemiyi kara parçasına benzetiyor olmamıza rağmen Conrad’ın tersine karayı gemi gibi düşünmesinin nedeni budur. Geminin yüzeyi bir mekan olarak insana dair her şeyin bahse sokulabileceği mikro bir evren oluşturur.

    İnsan sıkışmışlığının duvarlarına çarpmaya başlar o yüzeyde. Zamanın, varoluşun, iktidarın, inancın, benliğin, ötekinin, aklın ve güç ilişkilerinin anlamları kayganlaşır. Gerilir. İnsanın kendisiyle ve ötekilerle olan ilişkisi de, düzen ile kaos arasındaki sınırın kendisi de. Çünkü gemiyi düzende tutma girişiminin kendisi belirli bir noktada bizzat kargaşanın nedeni haline gelir.

    Tolga Karaçelik Sarmaşık’ta(2015), o gemi yüzeyinde belirli kurallar ve kaideler etrafında hiyerarşik olarak bir araya gelmiş olan bir grup insana odaklanarak neyin neden ve nasıl değişeceğini ya da değiştiğini gösteriyor. Psikolojik gerilim ve fantastik ögelerle bezenmiş hikaye insan varlığına ve politik olana dair bir alegoriye dönüşüyor böylece.

    Sarmaşık‘ta insanın sıkışma hali üzerinden insan ile otorite arasındaki ilişki sorunu çok sağlam bir noktadan tartışmaya açılmış. Karaçelik 2010 yapımı ilk filmi Gişe Memuru‘nda da bir sıkışma haline odaklanmıştı, ancak orada mesele başka bir şekilde gündeme getiriliyordu.Mesele yabancılaşmaydı esas olarak. Genel ve soyut bir “sistem” insanı insanlıktan çıkaran bir makine gibi işliyordu Gişe Memuru‘nda. Makinenin nasıl işlediğini ve insanı neye dönüştürdüğünü görüyorduk o işleyişte. Akılla deliliğin, düş ile kabusun sınırları karışıyordu giderek.

    Sarmaşık‘ta ise, yine fantastik ögeler ve akıl ile akıl-dışı arasındaki sınırın bulanıklaşması söz konusu olsa da, daha somut ve başka bir düzlemde, geminin mikro-evren oluşturan yüzeyinde iktidar ilişkileri, güç sorunu gündeme getiriliyor. İnsan doğasına dair imalarla somut olarak memleket meselerinin işaretleri sayılabilecek temsillerle politik olana dair bir tartışma sunuluyor.

    “Hepimiz aynı gemideyiz” lafı bile örneğin filmde anlamı tersine dönerek, mevcut duruma razı gelmeyi dayatacak şekilde ideolojik sıva işlevi gören bir klişe olmaktan çıkıp o sıvanın geri dönüşsüz bir şekilde dökülmeye başladığı anı işaretliyor. İplerin gerildiği bir noktada, otoriteyle çatışmalı karakter Çenk’in ağzından bu sözü duyduğumuzda, tehlikenin adının konulduğunu anlıyoruz. Hepimiz aynı gemideyiz ama gemi hepimiz için aynı anlama gelmiyordur artık; bu söz de idare edelim dişimizi sıkalım durumu sürdürmeye gayret edelimden çıkıp artık böyle devam edilemezin sınırını belirlemiş olur. Düzeni sağlayan ya da sağlar gibi görünen kurallar ve o kuralları kendince işleterek durumu devam ettirmeye çalışan otorite, tam da bu noktadan itibaren kaosun, kargaşanın bizzat nedeni olacaktır.

    Herhangi bir sebepten dolayı patlayan bir kriz anında “biz burda ne yapıyoruz?” sorusunu birbirimize yönelttiğimizde, geminin aslında gitmediğini yani bir gemi de sıkışıp kalmış olduğumuzu da idrak ederiz. Bu idrak anı, nasıl kurtulacağımıza ve hatta dahası o andan itibaren ne yapmamız gerektiğine dair apaçık bir kavrayışa sahip olacağımız anlamına gelmez. Ama o andan itibaren insan doğasına atfedilen düzen eğiliminin hiç de genel geçerliliği olan bir kaide sayılamayacağını düşünmemizin yolu açılır. Filmde sunulan yine de bir “devrim süreci” ya da tasarlanılan bir “devrim anı” değildir. Kırılma anının bir kopuş getirdiği söylenebilir, öncesiyle sonrasını ayıran bir kopuş anı, ama ne olduğunu ve ne olacağını bilmediğimiz bir şeydir bu, film o belirsizlikle öylece sonlanır.

    Hobbes’un ne olursa olsun otoriteye uyulmalıdır yoksa herkesin herkesle savaşı baş gösterir savı, insan doğasının açıklayıcı bir kaidesi olmaktansa sürdürülemez hale gelen otoritenin sürdürülebilirliğini sağlamak adına bir eğilimin genelleştirilmiş hali olarak anlaşılır bu noktadan itibarem. Her birimizin çıkarının- -yani güvencesinin ve güvenliğinin- mevcudiyetin ve otoritenin ne olursa olsun kati bir şekilde devamlılığında güvencesini bulacağı varsayımı, aşırı rasyonelleştirmeden kaynaklıdır ve filmin bir noktasında bu varsayımın iptal olduğunu görürüz. Söz konusu rasyonelleştirmeyi çökerten esas olarak -bir şekilde geçerliliğini yitirmiş- otoritenin kendi varlığı ve uygulamalarıdır.

    Güven-güvensizlik dengesi çatladığında, başka şeylerin yanı sıra maddi koşulların da belirlediği çıkarlar farklılaşmaya başladığında, gelecek belirsizleştiğinde, güvenlik arayışı bizzat mevcudiyeti kaosa sürükleyen bir güvensizlik kaynağı haline gelecektir. Tıpkı yaşadığımız hayatın seyrinde de gidişatını görebileceğimiz bir hikayedir bu.

    Bu haliyle, fena halde memleket gibidir söz konusu -Sarmaşık adlı- gemi. Kürdün adı yine yok misal, dahası kürd yine dilsiz, müslüman karakter iktidarla ilişkisi bağlamında tekinsiz bir karakter. Bir açıdan kalender görünen otorite Beybaba’nın hiyerarşiyi koruma ve durumun sürüp gitmesini sağlama adına otoriterleşmeyi şiddetlendirmesi de memlekete dair oldukça somut göndermeler sayılır.

    Tolga Karaçelik’in sözleri gemi ile türkiye arasında kurulabilecek dolaysız bağı açıklıyor: “İşlevini kaybetmiş bir otorite, hiyerarşiyi yani statükoyu devam ettirmek için neleri göze alır?” Filmde -tıpkı memlekette olduğu gibi- neleri göze aldığını görüyoruz, yalan söylemek ve insanları birbirine düşürmekten, gönül çelip şiddet ve tehdit uygulamaya kadar çeşitli iktidar teknikleri iş başındadır. Ama bunlar kuralları ve kaideleri uygulamanın ve düzeni böylece ayakta tutmanın yolu değildir artık. Amiyane deyişle “şiddet sarmalı” bir eşik geçildikten sonra kendi kırılma noktasına kadar gidecektir

    Bizde malum “gemisini yürütene kaptan denir”; gemi yürümediğinde, beraberinde biz burada ne yapıyoruz sorusunu gündeme getirecek bir çatışma varsa, ki bu çatışma kaçınılmazdır çünkü insanın insanla ve otoriteyle ilişkileri asla saydam zemine sahip değildir ve zaten siyaseti mümkün kılan da budur bir anlamda, bir kırılma noktasına doğru kaçınılmaz olarak gidilecektir. Gemi yürümüyorsa kan akacak, sarmaşıklar bütün gemiyi saracaktır. Filmin uçu açık bitiş sahnesini de çeşitli şekillerde değerlendirmek mümkün. Gece çatışma doruk noktasına varıp tamamlanmış ve sabaha ulaşılmıştır. Güç ilişkileri değişmiştir artık, ama ne olduğu da artık aynı şekilde belirsizdir. “Biz burda ne yapıyoruz” sorusu kısmen karşılık bulmuş, yerini “şimdi ne yapacağız?” sorusuna bırakmıştır.


    Kötücül bir film Sarmaşık; kötülük hakında bir film. Ucu açık bitiyor ve bize kesin bir “kurtuluş fikri” sunmuyor. Daha çok düzenin nasıl sürüp gittiğini ve belirli bir durumda neden öylece sürüp gidemeyeceğini hatırlatıyor. Her şeyin sonunda şimdi ne yapmalı sorusu bekliyor insanı yeniden.

    Film önemli özelliklerinden birini bu ucu açıklıktan kazanıyor bana kalırsa. Böylece çünkü açmaya niyetlendiği tartışmayı kendi eliyle kapatmaktan imtina etmiş oluyor.

    Filmin “sinema estetiği” açısından özelikleri başka bir mesele olarak kalsın. Ama fantastik ögeler konusuna şöyle bir değinmek isterim. Gişe Memuru‘nda da sıkıntılı bir yan vardı bu açıdan. Bu filmde de, hem sarmaşığın sembolleştirilmesinde hem de salyangozun kullanımında zorlama hissi veren bir sunum söz konusu. Kendi adıma yerli yerine oturtabildiğimi söyleyemem. Gemiyi saran sarmaşık belki kötülüğün her yanı sarmasıdır, salyangozlar da hem bir sessizlik işareti hem de hayatın yarından sonra başka bir şekilde süreceğinin dolaylı ifadesidir. Bilemedim.

    Son olarak, sanırım Conrad’ın Narcissus’un Zencisi’nden başka William Goldwing’in Sineklerin Tanrısı‘nı da hatırlarsınız benim gibi filmi izlerken deyip henüz okumamış olanlar için bahsini etmiş olayım.

    kaynak : https://mutlaktoz.wordpress.com/
  3. üç bölüme ayrılmış filmde birinci ve ikinci bölüm son derece temiz, kıvamında ve eğlenceli olmuş. çekmesi ve anlatması en zor olan ve filme asıl özgünlüğünü kazandıran üçüncü bölümde ise her şey kontrollü biçimde yokuş aşağı bırakılmış adeta. peşin bir sonuç olarak film, bu yıl türk sineması için umut besleten iki filmden biridir bana göre.

    diğer için: abluka

    filmdeki üç bölümü edebiyattaki serim, düğüm ve çözüm bölümlerine benzetmek bence hiç yanlış olmaz. ayrıca samuel taylor coleridge'in "yaşlı gemici" şiiri de filmin edebiyatla olan bağını perçinlemiş.

    bir erkek olarak yönetmen, filme dünyamızı çok başarılı şekilde yansıtmış. küfür dozu kesinlikle fazla değil. orospu çocuğu küfrüne gösterilen katı hassasiyet vs her şey tam olduğu gibi. porno film de dahil erkek dünyasına ait ne varsa hepsini buluyoruz filmde.

    bana göre filmden çıkarılabilecek pek çok detay/düşünce/metafor var. hepsini yazmayacağım elbette ama en akılda kalanı tokat sahnesi: iktidar, iktidarını korumak ve kendisine yönelen eleştirileri bertaraf etmek için hep şiddet kullanır. (günümüz için konuşacak olursak; bu, bana bir yerden çok ama çok tanıdık geliyor.)

    finalse en sevdiğimden; sakin, keskin ve muallak!

    oturmayın, buralarda fazla dolaşmayın güzelim. saat itibariyle hemen bugün. gidin izleyin.
  4. üzerimde demirspor formasıyla gittiğim ve beğendiğim güzel bir türk filmi,iktidar sorgulayıcılığı başarılı ayrıca oyunculuklar da; hemen hemen her filmde yaptığım yorumu bu filmde de tekrarladım sonu değişik olabilirdi kesinlikle izlenmesi gereken bir film klişe tabirle "usumuzdan kolay kolay çıkmaz"
  5. samuel taylor colaridge'nin "the rime of the ancient mariner (yaşlı gemici)" şiiri tarafından 3 parçaya bölünmüş film. çok da güzel olmuş, cuk oturmuş.

    copy-paste yapıp ekliyorum şuraya.

    ı

    direkler eğik, burnumuz batmış suya
    insan düşmanın sillesinden kaçar ya
    soluğunu ensesinde duya duya
    ve koşar başını hiç kaldırmadan
    gemi öyle koştu, rüzgar öyle coştu
    kaçtık güneye hiç durmadan

    ıı

    birden rüzgar dindi, tüm yelkenler indi
    yoğun bir hüzün çöktü her şeye
    ağırlığı hissettik, rastgele sözler ettik
    sırf denizin sessizliği bozulsun diye

    ııı

    nasıl ıssız bir yolda yürürken birisi
    adımlarını korku ve dehşetle atar
    ve dönüp ardına baktıktan sonra
    çevirip de başını bakmazsa tekrar
    çünkü bilirse bir adım gerisinde
    kendisini izleyen bir şeytan var
  6. youreads’in film hafızama kattığı en güzel filmlerden birisi. iki yıl önce izlemiş olsam da iktidar eleştirisinin çok net yapıldığını ve mürettebatın bu süreçte ne ölçüde ve nasıl değişime uğradığını anımsayabiliyorum. etkileyici, didaktik ve oldukça eleştirel bir film, izlemeyen varsa nacizane canlandırma görevinde bulunayım.
  7. 2015 yılı, türkiye sineması açısından çok iyi geçti. izleyebildiklerimden abluka,sarmaşık,rüzgarın hatıraları, nefesim kesilene kadar,ana yurdu gayet iyi filmlerdi. hatta ne kadar hep aynı hikayeyi anlattığı için eleştirsem de zeki demirkubuz'un bulantı filmini de bu filmlerin yanına yazabiliriz. bu filmler arasında ön plana çıkan filmler tabii ki abluka ve sarmaşık. iki film de iktidar ve baskının bireyler üzerindeki etkilerini ve bunun sonucunda da bu bireylerin çözülüşlerini konu edinmiş.

    abluka, iktidarını bir mahalle üzerinden sağlamaya çalışan devletin, iki kardeş üzerindeki baskısını anlatıyordu. iki kardeşin akıbeti düşünüldüğünde bunda pek de başarılı olduklarını söyleyemeyiz. sarmaşık filmi de bu çözülüşten sonra "iktidar, işlevini kaybettiği zaman hiyerarşiyi ve statükoyu devam ettirmek için neler yapar? gemi, gitmiyorsa gemi değildir. o zaman kaptanla ne yapacağız?" soruları üzerinden bir sorgulama yapıyor.

    filmde, iktidar temsili, kaptan beybaba üzerinden yapılıyor. beybaba'nın bir ismi yoktur. beybaba hep yukarıda kamarasında kalmaktadır. bir sorun çıktığında ulaşılamayandır. görünmeyen ama var olan devlet iktidarıdır. sadece bir kez aşağı iner. onda da bozulan düzeni yeniden sağlamak adına çalışanlarına gözdağı verir. ama burada beklemediği bir isyanla karşılaşır. iktidarı sarsılır ve bu iktidarını bir daha da sağlayamaz.

    !---- spoiler ----!

    filmin başında, beybaba, güvenmediği cenk ve alper'den haberdar olmak için ismail ve nadir'e ayrı ayrı muhbirlik teklif eder. yani ismail ve nadir iktidarın yanındadırlar. kürt karakterine de cenk, beybaba'nın üzerine yürüdüğünde beybaba'yı korumaya çalışması sebebiyle iktidarın yanında duruyor diyebiliriz. dikkat edilirse, filmdeki tüm kötülükler de bu üç karakterin başına gelir. önce kürt karakteri ansızın kaybolur. daha sonra cenk, ismail'i yaralar. nadir, bileklerini keser. kaybolan kürt'ün hayaleti, filmde sadece nadir ve ismail'e gözükür. bunlar bize, iktidarın ve iktidarın yanındakilerin çözülüşünün önemli göstergeleridir. hatırlarsanız abluka filminde de, iktidar bozulurken bundan en büyük zararı iktidarın yanında bulunan ahmet ve kadir görmüştü. iki film bu yönden de çok büyük benzerlikler gösteriyor.

    tolga karaçelik, filme, hiç konuşmayan, bir adı dahi olmayan kürt karakterini, sulukule'de evi yıkılmak üzere olan roman karakterini, müslüman karakterini, lümpen karakterlerini koyarak filmde gemi mürettebatı üzerinden bir türkiye alegorisi yaratmaya çalışmış. iktidar mefhumunun etkilerini de bu bireyler üzerinden anlatmaya çalışmış. bu yönetmenin tercihidir fakat iktidarın etkilerini kimlikler üzerinden anlatması ve bunun bariz bir şekilde bize gösterilmesi hoşuma gitmedi. çünkü devletin bu baskıcılığı ve iktidarın etkileri sadece kimlikler üzerinden var olmuyor. bu durum istisnasız herkese sirayet ediyor. belki tolga karaçelik, bizim, karakterlerin gemiye gelmeden önceki hayatları hakkında bir fikir sahibi olmamızı istemesi ve duruşlarının ne yönde değiştiğini bu kimlikler üzerinden görmemizi istemesi sebebiyle böyle bir tercihte bulunmuş olabilir. ama yine de gemi mürettebatını bu kimlikler dışında da izleyebilirdik diye düşünüyorum.

    tolga karaçelik'in, filmi, iktidarı ancak birlik olup yenebileceklerine dair gönderme yaparak bitirmesi bize de verilmiş güzel bir mesajdı.

    !---- spoiler ----!
  8. !---- spoiler ----!

    harika bir film. beybaba'nın temsil ettiği iktidar ve görmezden gelinen insanlar, beybaba'nın kendisine sucuk getiren adamı azarlayarak kovması, kendi söylediği bir sözü inkar edip tam tersini söylemesi ve yine zeytinyağı gibi üste çıkması, kan gövdeyi götürürken yerinden kıpırdamaması ve filmin içine gizlenmiş daha birçok şey ayrı güzel. ama bunları çıkarsak da, kimse kimseyi temsil etmese dahi film o haliyle bile çok güzel yine.

    deniz üstü köpürür'ün çaldığı sahne, nadir sarıbacak'ın oyunculuğu, sarmaşıklar, salyangoz... çok çok iyi bir film. gemide kalitesinde bir film daha beklemiyordu kimse eminim. ama yapılmış nihayet.

    !---- spoiler ----!
  9. !---- spoiler ----!

    kaptanın 2. kaptana gemicileri rahat bırakmasını söylediği, ardından başıboş gemicilerin tehlike yarattığı gün yüzüne çıkınca 2. kaptana böyle bir şey demediğini iddia etmesi gibi bir sahnesi vardır ki, siyasi olarak okursak^:ki ne kadar ucu açık bırakılsa da ne için çekildiği ortada olan bir film^ tayyip'in hdp'li belediyelere karşı vurdumduymaz halinin ardından işlerin çarketmesi durumunda takındığı tutum akla gelebilir.

    !---- spoiler ----!
    bu arada filmin hemen ardından nadir sarıbacak'ı görmek ve dinlemek de ayrı bir güzeldi.^:;)^
    sde
  10. geminin haciz edilmesi konusu denizcilik sektörünün kanayan yarası. işlerin hukuki boyutları o kadar yavaş ilerler ki çözümü yıllar sürebilir.

    2003 yılında bayrağı panama, şirketi liberya'da, işletmecisi singapur'da, armatör türk , fas / casablanca'da haciz sebebiyle 43 gün bağlanmış geminin 2. zabiti olarak yaşadığımız süreci hatırlattı bana. her ne kadar liman açığında değil de rıhtımda bağlı kaldığımız için bu kadar derin psikolojik yaralar almamıştık. maaşımız da 1 ay gecikmeli olsa bile yatıyordu.
    buna rağmen gemi içerisinde personelin birbirine sarması an meselesiydi.

    (ufak bir spoiler olacak;
    kaptanın tüm personeli güverteye dizip bağırıp çağırması sahnesinde elindeki dökme demirden ambar kapak pimini kimse öyle sakince almaz. aylardır maaş alamayan, kuru bakliyat yemekten iskorbüt olma eşiğine gelmiş o psikolojideki personel alır o demiri kaptanın (afedersiniz) g.tüne sokar.)