1. -tik tak-

    ‘’tik tak’’

    eski bir saat, odaların birinde koridorlardan yankılanıyor vuruşlar.. masada bir sürahi, saat ve bir kafka eseri.. böyle hissetmekten nefret ediyorum.. çaresiz, umutsuz ve hastalıklı.. ayrıca ben, böyle bir adamım. tüketim çağında bir prototip. ‘olur öyle’ deyip de geçemiyorum, üstünden atlayamadığım gibi. günlerim parasız ve kadınsız olarak mağaza vitrinlerinde geçiyor. söylememe gerek yok, fersahlarcahlarca uzaktan fark edilen biriyim. saçlarım kirli ve dağınık. kaba bir burnum, bilye kadar gözlerim var.

    çirkinliğim fakında olmakla beraber, kitlelere karşı direnmek de istemiyorum. hem, acılarımla beraber büyümek güzel, eğlenceli de.. bütün ‘olamazsın’lara ‘yapamazsın’ lara ‘’rağmen’’ işte, buradayım ve onlara kendimi gösteriyorum.. bu cümbüşe davet edilmemiş herkesin diyetidir bu.. alaşağı edilmiş ne kadar ego varsa şimdi onlardır beni var eden.

    ‘’cehennemde çürü’’

    kafamdaki böcekler, yarasa ve baykuşlar bu cümleyi kafamın duvarlarına kazıyor.. dışarı çıkmaya çalışır gibi bir havaları var.. tutmakta zorlanıyor, direndikçe terliyorum. aklımın odalarına tıktığım bu koca evren, artık kabına sığmıyor, sonsuzdan küçük mutluluklarımı da elimden almak istiyor.

    ‘’zamanın azalıyor..’’

    ‘’tik tak..’’

    yeter ve sus! öyle sus ki çığlıklara benzesin sessizliğin.. karanlık odalarda sessizce, sus.. öteden beri en büyük suçu zamana attım, kolayı buydu.. hiç, bir aynaya bu denli farklı bakmamıştım.. kendi kendimin fobisiyim.

    ‘’tik tak’’

    kafamı parçalamam gerekiyor derin ve vakur bir susuş için.. parçalayıp, içinden böcekli fikirleri ayıklamam gerekiyor.. hayır, bu kadar zor bile değil belki.. böcek ilacım bitti. belki de böcekler değildir, asıl sorun.. ‘’ortamın kendisi’’ dir.. belki aklım, bir böcek mahzenidir. sorunlu olarak gördüğüm şey, normalin ta kendisi, ‘’normalin kendisi’’ sorunun kendisidir, kim bilir..

    ‘’son bir adım’’

    çoktan tükenmiş zamana bir parça anı. yorulmuş ve silik bir anı, birkaç gram suç..

    tik.. tak..
  2. anahtarlık

    anahtar bence en vefasız nesnedir. insanı kapının önünde, ansızın bırakabilir. paspasın altında mutlaka yedeği bulunmalıdır.

    anahtar aynı zamanda en vefalıdır. eğer sahip çıkarsanız sizi yarı yolda bırakmaz, sürpriz yapmaz. açtığı kapıyı açar, açamadığına da ümit vermez.
  3. bugün nefret ettiğim insanlar'a karşı yarın içimde çiçek besleyebilen biri oluşum kaypak olduğum anlamına gelmez.nefret etmeme rağmen kin tutamıyorum.her defasında çekip gitmek istediğim ama bir türlü yapamadığım bir ülke de yaşıyor olmam oldukça yorucu. ''ne yoruluyorsun çek git işte sen de rahatla biz de rahatlayalım'' deme.rahatlayacağını bilsem, aklı selim, duyarlı, anlayışlı, empati yapabilen, hoşgörülü davranabileceğini bilsem sırf sen rahat et, rahatlayın diye giderdim.istanbul'dan izmir'e,izmir'den ankara'ya baştan başa cahillik ve ırkçılık kokan, katakullici, dolandırıcı, kan emici halkımın özünde iyi insanlar oluşuna inancımı ilkokuldayken her sabah okuduğumuz 'andımız'' da ki 'büyüklerimi sevmek, küçüklerimi korumak' dizesini benimsediğimden alıyorum sanırım. aaayy çok mu hafif oldu yoo bir bok olmadı.devam edelim o zaman diyarbakır karpuzu olsun ama pkk lı olmasın, bize iki adana bir urfa ama kürt olmasın, erzincan tulumu lütfen bir kg ama alevi olmasın yenmez yoksa, mıhlama olsun ama izmirli gibi servis edelim lütfen,hatay künefesi olsun başkası mümkün değil.buraya ait olmasın antep fıstıklı olsun ama arap falan olmasın her yer suriyeli hep kokuyorlar falan ama zengini olur iş için buradalarmış yatırım yapacaklarmış ohh mis gibi falafel koktu bi anda. yaa öyle mi... sizi izliyorum sizin beni izlediğiniz gibi değil siz seyrediyorsunuz ben görüyorum.neyse burada egomu şişirmeye gerek yok hem yer de kalmadı zaten.düşünün ki çıtayı ne kadar düşürdük. sebebi ne? irkçılık mı? nefret mi? tahammülsüzlük mü ? yoo tabi ki de cahillik. vicdanınız ne alem de ? kalbiniz ne durumda yorgun musun?her şey birbirini tekrar ediyor gibi görünse de, umume açık yerlerinde nasıl ki peş peşe sıçılıyor kimisi sifonu çekiyor kimisi denk getiremiyor ama o koku nasıl da hoyratça her yere saçılıyor ise öyle işte.ben yapmadım demekle olmaz gerekte yok. insan olduğundan utanma insanlığından utan /utanabilirsen! ülkemiz de hepimize yetecek ekmek ve su varken (ağaç, orman demiyorum belki zamanla yeniden kazanırız) ne diye ölüyoruz ne diye öldürüyoruz ne diye cahil cahil konuşuyoruz.iki kitap okuyup orhan pamuğ'a 'orhan' demekle olmuyor güzel evladım. cahillik kitap okumakla, film izleyip eleştirel bir bakışla sinemasal yorumla kapanmıyor, konser ve festival fotoğrafları yetmez güzelim, o elbise o yüzükle de olacak şey değil, ne kadar çok direniş ve eylemsel aktiviteler de olsan da kafanda yesil mor bandana da olsa olmaz olmuyor olmayacak evladım. komşunun kapısını çalmadıkça, insanlara çay ısmarlamadıkça, hayvanları sevmedikçe, çiçekleri dikmedikçe, anneanneni aramadıkça, arkadaşlarına yardım etmedikçe, tanımadığın insanlar için bir şeyler yapmadıkça, aman banane be dedikçe, düşene bir de sen vurdukça, sürekli mış gibi muş gibi davranarak ben iyiyim ben iyiyim ben iyiyim dedikçe bir bok olmayacak.
    ''sevmekten kim usanır tadına doyum olmaz'' şarkısını efkar bastığında,fasıl için gittiğiniz mekanda masaya gelen kemancı abiden dinlerken nasıl da sevgi kelebeği herkes. neden sevmekten usanıyorsunuz neden sevmekten korkuyorsunuz.niye bu kadar nefret dolu paranoyaklar oldunuz? beni çok üzüyorsunuz bana bir şey yapmıyorsunuz sakin olun bu kadar mutsuz tahammülsüz kontrolü kaybetmeye sebep ne oldu? akp mi? onu biz seçtik diğer şık? biz mi ? evet !! sorun bir parti beş parti değil o partileri oraya çıkaran asıl siyasetçiler bizleriz.bir bok bilmeden bilmiş gibi yapmaktan besleniyoruz. bende konuşayım bende diyim o öyle mi olur onu öyle yapanın ağzına tükürim. oh be iyi geliyor iyi geldiyse al eline aynayı o çok baktığın ama göremediğin kendini bulmaya çalış. ayna farazi bir şey cancağızım masaya bakarken de, yolda yürürken de, uyumaya yakınken de tut o içindeki seni sana doğru çek kendine sev onu, sev kendini, sev kedileri mıncır patilerini, öp çiçekleri, bırak artık bencilliğini yeter kendinden uzak kaldığın yeter başkası gibi davrandığın bitsin bu insanlığa olan hasretimiz. bitecek mi ? ben şimdi ayşecik gibi 'hayat sevince güzel ' şarkısında sokağa çıksam hayat sevince güzel la laa laa laaa desem, kasabı terziyi restauranttakileri dansıma davet etsem, ilk işleri alt katta oturan ev sahibime senin kiracı dellenmiş valla ağbicimm biz seni severiz bu kız deli yarın bir gün evinde alkol partileri düzenler diyebilir:) demeseler de beni buna düşünmeye iten, hepimizi sevmekten, içimizde ki insanı tepkileri dışarıya çıkartırken iyi ve güzel olanı tüm samimiyetimizle yaşamaktan korkutan düzeni bu sistemi biz getirdik.bizim yaptığımız şeyleri biz değiştirebiliriz hatta yapmadığımız şeyleri de değiştirebiliriz. değişmiş olanı da değiştiririz yeter ki sevmekten, sevilmekten korkmayalım sevmekle, empatiyle, hoşgörüyle, kapı komşunun, mahalleli'nin halini hatırını sormakla, yardımlaşmayla başlayacak aziz dostlarım..
    hera
  4. aşk ve jamais vu
    !---- spoiler ----!

    Hepimiz yaşamımızın bir yerinde 'deja vu' olarak adlandırılan ve olayların ortasında ilk kez yaşadığımız bir anı geçmişimizde çoktan yaşamışız gibi hissettiğimiz anlık şoklara uğramışızdır. Peki ya bunun tersi varsa? Evet, var: Jamais Vu.. Aşklarımız gibi her yeniden yaşadığımızda, binlerce kez bile olsa ilk kez oluyormuş gibi hissetmeye de Deja Vu'nun tersi olarak Jamais Vu deniliyor. Bizim yaşadığımız da bunun gibi, değil mi?

    Her seferinde aynı heyecanla aşık olmuyor muyuz? Unutup tüm çektiğimiz acıları, yaşadığımız o hayalden gerçeğe dönerken geçtiğimiz sancılı-kavgalı tüm aşkların üzerine nasıl oluyor da aşk bir kez daha bize jamais vu yaşatıyor. Hiç olmamış gibi onlarca kez olmuşu yaşayabilmenin en garip yanı bu his. Daha dün 'asla sevmeyeceğim,' 'asla eskisi gibi olmayacağım' diyen tüm insanların inadına onlarca kez daha yaşadığı, binlerce kez önünden geçtikleri bu kader yolunu tekrar geçerken ilk kez hissiyle tekrarlanan bir jamais vu aşk denilen. Aynı hatalara tekrar iten, tekrar üzen ama ve ancak asla vazgeçilmeyen..

    Basit yaşamlarımız var, basit alışkanlıklarımız, basit hatalarımız var tekrar tekrar yapmanın bencilliğinde savrulduğumuz. İşte onun bambaşka yansıması aşkın bu vurgulu hataları. Asla aşklarımızda deva ju yaşamak istemiyorken her seferinde yeniden-sıfırdan yaşıyormuş gibi jamais vu yaşamamamızın başka bir açıklaması olamaz o yüzden. Aşkı seviyoruz, hatalarımızı kolayca benimsiyoruz, geçmişimizi kolayca unutmadığımızı zannederken her hatırladığımızda aklımızda yeniden kurgulayıp kendimize göre yumuşatıyoruz; en nihayetinde de vakti geldiğinde, sıcaklığı yüzümüze-gönlümüze vurduğunda aynı gencecik yüreğe sahip olduk sanıp aynı aşkı aynı şekilde ilkmiş gibi yaşıyoruz. Bundan daha güzel jamais vu olabilir mi?

    !---- spoiler ----!
  5. gece sessiz yine. en azından benim için. sokakta mahallenin gençleri muhabbet ediyorlar. e havalar ısındı. ben de gencim de bu mahallenin genci değilim. benim mahallem buraya biraz uzak. okumak için geldim buraya. yok hayır öğrenci evi değil üç kardeş birlikteyiz... elimde bir dergi. kısa uzun yazılar var. okudukça birileriyle konuşasım geliyor ama saat geç yarın okul var. kimseye yazmayı istemiyorum o yüzden, yazıktır uykusuz gitmesin dersine. derken telefonum titriyor. bir bakıyorum haber:"kanarya zirvede"... helal olsun diyip bırakıyorum telefonu kenara. ben su içicem ister misin? tamam geliyorum... telefonun ledi yanıp sönüyor. hop üç arkadaşımın doğum günü. samimi olsak zaten bilirdim diye hiç bakmıyorum. sokaktaki sesler azaldı. e geç oldu yarın okul var.

    bir söz vardır "bir şey onu en istemediğin anda gerçekleşir" diye. neden? hayır niye yani. maalesef doğru da bu galiba. neyi çok istesem olmadı hiçbir zaman. az isteyince de olmadı. galiba istediğim hiçbir şey gerçek olmadı benim. sırf olmasına engel olur diye bazı şeyleri hayal bile etmiyorum artık. bir yandan da ne de olsa hiç gerçek olmayacak şeyi hayallerde bile yaşayamamanın burukluğu var. ah murphy ah! her şey senin suçun değil ama günah keçisi sen oldun artık naparsın. sokaktakiler ne mutlu ya. doğru ya onlar bu mahallenin gençleri. ben de kendi mahallemde olunca mutlu oluyorum. ama dediğim gibi işte. benim mahallem buraya biraz uzak.
    jimi
  6. tiryakiadam'ın restini görüyorum. makber denen huzura ulaşmadan önce bir yazı yayımlayacak kadar ayaktayız madem, istediğiniz gibi olsun. fakat bu kadar detaylı ve güçlü bir deneme yerine, bir kaç tane günlükvari yazım paylaşacağım. bir de olağan dışı şekilde şarkı hediye edeceğim; saygılarla efendim.
    the rip - portishead http://www.youtube.com/watch?v=kBOaLjtR4mw

    !---- spoiler ----!

    karanlık bir gecede yürümeyi tercih ederdim hep... yalancı kalabalıkların arasında kaybolmaktansa, gerçekçi bir yalnızlığı daha samimi buldum. bilmiyorum neden, ama insanların gözlerime bakmaktan kaçındıklarını hissettim hep. o kaçan gözler, ben giderken arkamdan bakardı… sigara izmariti atar gibi fırlatılan hayatları izlerken acırdım her birine; empati kurmaktan bile kaçınırdım biliyor musun? o kadar çok inanmışım ki güçlü olduğuma; o kadar güvenmişim ki yaşadıklarıma, en önemlisi hayatımda ki insanlara… bu hayat için yine de yeterli değildi. yeri geldiğinde aşka sığındım, yeri geldiğinde aileme, çoğu zaman dostlarımın omzunda ağladım… sığındığım aşkımın, beni kabul edemeyen ailem gibi, beni aldatan dostlarımla hayatımı mahvedişini izledim…

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    her kurduğu hayali elin de patlamış birini tanırdım; onunla yaptığımız uzun sohbetler de bana anlatacağı sürekli yeni hikayeleri olması beni şaşırtırdı... biraz ondan bahsetmem gerekirse, yaşadıkları anlı-şanlı şeyler değildi, ama onu bitirmeye yetmişti. ailesi parçalanmış, çoğu arkadaşı tarafından terk edilmiş, sevgilisi cebinde ki paranın gidişiyle birlikte yavaş yavaş kaybolmuştu... halen daha böyle insanlar malesef var.

    kendi sessizliğime kaybolduğum samsun da ki bir yaz günün de, tekrar karşıma çıktı. garsonun tam o geldiği sırada getirdiği bir bardak çayın güzel bir sohbetin habercisi olduğunu fark ettim... ona yönelir yönelmez, bana kim olduğumu sordu... böyle bir soruda biraz apalladım, ona beni tanıdığını anlatmaya çaba gösterdim ama yetmedi. tekrar sordu " kim olduğunu biliyormusun? "... denilecek bir şey kalmayıncaya dek kendimi ifade ettim. yetmedi... " sen ne kadar sensin ki? ailenin seçtiği, onlarında ailelerinin seçtiği bir dine bağlısın... ahlakın mahalle de öğrendiğin kadar, kültürün televizyonda izlediğinle sınırlı... yasalardan korkmana bile gerek kalmıyor değil mi? ama korkuyorsun... çünkü için de bir de sen varsın... o seni hiç dinleyip kim olduğunu öğrenebildin mi? bu fedakarlığı hiç yapabildin mi? "... bu kadar ağır bir cevabı siktir ettim, bu kadar olağan dışı bir konu beklemiyordum... ona biraz daha dikkatli baktığımda sarsılmış olduğunu görmüştüm, ne olduğunu sormama gerek yoktu, olanları biliyordum zaten. ama bu konu hakkında uzun vakittir düşündüğünü ve ilk üzerine konuştuğu kişinin ben olduğumu hissediyordum...

    söylediklerini düşünüp cevap vermem gerektiğinde haklı yada haksız olduğunu düşünmeden birden kendimi savunmaya başladım... fikirlerim benim için özeldi, onlar alıntı değillerdi... ona bunu saatlerce anlatabilirdim ama bir kaç altın cümle ile onun kafasında ki soru işaretlerini kırabileceğimi fark ettim... çünkü diğer anlatacaklarıma vereceği cevaplar muhakkak vardı; " dünya üzerinde bulunan insanların çoğu belirli bir dine mensup insanlar, yasalara göre yaşıyor ve olabildiğince standart ve normalleştirilmiş bir hayat tercih ediyorlar. insanlar neden mutlu olduklarında kendilerini sorgulasınlar ki? "... beklediğim tepkiyi vermemişti, biraz durdu... önce biraz ufuğa doğru göz dikti, sonra " sence bütün bu insanların kandırılmış olma olasılığı hiç mi yok? insanların mutluluğundan söz ettin, üzüntülerinin sebepleri de bunlar değil mi sence? savaşın, karşılıklı anlaşmazlığın başlıca sebepleri de bunlardan çıkmıyor mu!?

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    yarın bunu okuyacak insana duyuru;

    bak canım kardeşim, sevgilim, insanım… sen bunu okuduğuna göre ya yazıma zorla ulaşmış yada arzum ve talebim doğrultusunda okuyorsun. sıkılma, bunalma sana beni yada sana seni anlatma çabası içinde yazmayacağım. ortamın, benim bunu yazarken alkol ve sigaranın diretmesi ile konu: aşk, para veyahutta sekse itiliyor. siktir et

    bugün, şu an bu kalemi elinde tutan ben az önce iş görüşmesine girip kendini pazarlayan benin aksine sana dürüst yaklaşacağım. çok değil yine birkaç dakika öncede hayatımın postasını koymuş biriydim. kulağıma gelen efe türküsü buraya yansımayı hak etti şu anda.

    misal etrafta herkes biri ile muhatap, kimi sevgilisi, kimi dostu, arkadaşı… kıymetini bil! ben sadece sana odaklandım. garsonun getirdiği gaz ile ikinci birayı söylemem cüzlanım için külfete, benim için keyife dönüştü.

    konu çok dağıldı bu yalnızlıkta… haklısın sen de sıkıldın, bir de beni anla ama… benim için belki de ilk defa fedakarlık yaparak bu saçmalığı okuyorsun. ikinci birayı söylemem gerektiğini ancak fark edebiliyorum. bu garson ama işinin ehli, iki hoş muhabbet, boş bardağı masadan kaldırıp ikinciyi getiriyorum diye bir diretme; çerez de getir! sanırım kalkmam gerekiyor, biram bitmek üzere ve garson gözünü masama dikti, üçüncüyü söylersem eve kadar yürümem gerekebilir. konu mu? konu buydu sayın okur. şu an! hayatımızda var olan bütün ayrıntılara, düne, bugüne, yarına inat! şu an… bir daha yaşayamayacak olduğumuz o tatlı, acı yada herhangi bir an!

    yavaştan toparlanırken kalemi çantama, yazımı ise size ulaştırma adına çantama koymak zorundayım. ikinci birayı söylemem hataydı, kabul ediyorum. laf aramızda, aramız da yaşanan bu iletişim için değerdi…

    !---- spoiler ----!
  7. " gecenin sabaha, benim ise yorgunluğuma yenik düştüğüm " bu anı bekledim bütün gece. sanırım restler daha uzun bir süre daha devam edecek.

    !---- spoiler ----!

    sıradan semt pazarı günlerinde; kapalı renkte bir pardesü üzerinde gök kuşağını andıran eşarp ile ruhsuz şekilde ucuza meyve-sebze almaya çalışan kadınları siz de görmüşsünüzdür... onlar ki bizim analarımız, onlar ki hayatlarında bütün hayallerden feragat etmiş yegane kişiler. ama asıl değinmek istediğim konu biraz farklı, onların bizim yaşlarımızda yok muydu hayalleri? yok muydu kafalarında canlandırdıkları bir hayat şekli? hepsi bu monotonluğu isteyecek kadar kör olmuş olamazdı…

    biz de aslında o günlere sürüklendiğimizin farkında değiliz, yanımız da olan eşimizin açtığı televizyon programını izlerken elimizde ki kabağın içini soyarak hayat geçirmekten farkımız nerede?! biri bize nasıl yaşayacağımızı, diğeri neler yapıp yapamayacağımızı söylüyor... ancak hiç biri bizim ne şartlarda yaşadığımızı ve neler ile imtihan edildiğimizi merak etmiyor... sadece insanlar bize koydukları sınırları söylemek ile yetiniyor. bunun neresinde özgürlük, bunun neresinde hayalperestlik...

    kaybedilen bir nesil daha, nice milyon nesil gibi...

    !---- spoiler ----!
    !---- spoiler ----!

    çocukluğum superman gibi doğa üstü güçleri olan bir kişilik olmanın hayalleri ile geçti. bir gün hepimizin paylaştığı bu ortak hayalin benim için olan paydasında, ailem ve sevdiğim insanlara yardım etmek ön plandaydı. ancak bırakın superman olmayı, klark kent gibi bir gazeteci bile olamadım… ilk kez hayal kurup, tattığım hayal kırıklığı bu olmuştu.

    babam aile çevrelerinde pek sevilen bir kişi değildi, benim de benzeri olmamdan çekindiklerinden olsa gerek, kıyasladıkları kişi o yüzden hep babam olmuştu. ne babamı, ne kendimi sevebildim bu yüzden. 11 yaşımdan beri çalışmaya diretilen ve bir yandan da mucizeyi başarmamı bekleyip okumamı istenen bana; hiçbir zaman sorulmadı “ sen ne istiyorsun “ sorusu… her bir hayalimi tek, tek ve özenle söndürmelerini izledim, buna üzülmedim. bunu yapan kişilerin benim ile aynı kanı taşımasını kabul edemedim. düşünsene özen ile kurduğun her bir hayalinin olmayacağı gerçeği ile yüzleşmeyi… empati kurmayı denesene, hiçbir hayali gerçek olmayacak kadar güçsüz birini...

    !---- spoiler ----!
  8. osman, bak! kör bir adam etrafa küfürler savuruyor...

    görüyorum, ve arttırıyorum.

    1 - elim dandik. bundan önce de öyleydi. bundan sonra da öyle olacak. evet. bundan eminiz. bunu biliyoruz, ve kabul ediyoruz. (omuzlarımdaki yükü hafifletebilmek için üçüncü çoğul şahıs kullanmam umarım sizleri rahatsız etmez. sadece böylesi daha akışkan.)

    2 - ikide bir eline bakmaktan vazgeçer misin artık! dandikler işte. baktıkça iyileşeceklerine mi inanıyorsun? onları her seferinde kendine göstermene gerek yok. 2 ve 7 ve görüyorsun ve arttırıyorsun ve o kadar. kırmızı ya da siyah, ya da mavi ya da yeşil ya da beyaz ya da sinek ya da karo ya da maça ya da... sonuncusunun adını anımsayamıyorum.

    1 - bir sonraki perdeye kadar bir sigara molası verebilirim. ya da çayımdan bir yudum alabilirim. ne dersin?

    2 - bebekten farkın yok. ne yaparsan yap. beni rahat bırak... hey! fazla uzaklaşma. birazdan başlıyor.

    sigara içilemiyor mu burada. ah, ben de bir sigara içebilseydim ya. sadece bir tane sigara. hatta hepsini içmeme de gerek yok. birkaç fırt, yarısına kadar gelsem de idare eder. zaten hepsini içemem ki. midem ve ciğerlerim ve gırtlağım ve dilim ve yanaklarımın iç yüzeyi el vermez. tanrım! nasıl da içiyorlar şu mereti. baca gibi tütüyorlar. sanki hiçbir şey umurlarında değilmiş gibi, sanki biraz sonra öleceklermiş gibi içiyorlar. onlar gibi olabilmek için yıllarca dua ettim.

    3 - evet! evet! tanrım! şu an hazine bulmuş gibi sevinçliyim. bu sıkıcı salı akşamı buraya gelmekle ne iyi ettik bilemezsin sevgilim. bu cümleler... hepsi de dünyada üretilmiş bu cümleler. hepsini sonsuza kadar zevkle dinleyebilirim.

    4 - bebeğimmmm, benim tatlı kelebeğimmmmm. böyle konuştuğun zaman seni anlamakta zorlanıyorum, biliyor musun. beni korkutuyorsun. tıpkı, tıpkı deli biri gibi konuşuyorsun. hani aklını tamamen kaybetmiş olan manyak ve korkunç olanlarından bahsediyorum. şu akıl hastanelerinde belgeselleri çekilenler gibi. ama yine de benim kelebeğimsin şapşal şey. seni böyle budalalıkların yüzünden sevmekten vazgeçeceğimi sanıyorsan, yanılıyorsun elbette. hahahahaaa şapşik şeyyyy bir an önce eve gidelim istiyorum. sana en sevdiğin yemekleri yaptım.
  9. karikatür gibisin. hareketlerin tamamen kristalize olmuş. ve tek yöntemin doğaçlama yapmak. bu ancak, hiçlik duygusuyla susmanın sosyal olarak tuhaf kaçmayan biçimi olabilir.

    hiçlik duygusu yetmez tabii. yetecek olan, yok olmaktır. susarken, başkalarının aklına hiç gelmemiş ve gelmeyecek olsa dahi, neyin var, diye sorma ihtimallerinin kuruntulu tedirginliğini de ortadan kaldırmak gerekir.

    o zaman konuşmaya başlar ve kristalleşir karakterin. tıpkı bir karikatür gibi, tıpkı bir paylaço gibi. sakar rolü yapmak en etkili yöntemdir. sporcu özellikleri taşımayan bedenin koordinasyonsuzluğu gibi. çocukken büyüklerine, seni öveceklerini bildiğin şeyleri yapmak gibi.

    yok olmak için susmak değil paylaço olmak gerekir. allah aşkına, bir düşünsene, sen hiç paylaçoya, neyin var, diye sordun mu?

    ama nedir, inmek istediğini belirttiğinde şoförün dolmuşu durdurup inmen için kapıyı açtığı ve senin de adet yerini bulsun diye indiğin bir cehennemde, görevini biçimlendirmek yapılabileceklerin uygun olanlarından biri gibi geliyor.

    kişi, bir amaç uğruna yok olabilir mi, diye soracak olursan şayet, inan bilmiyorum. ama şaklabanlığın haz verdiği ise su götürmez bir gerçektir.

    bir başkası, kişi için önemli olanın iyi niyetinden şüphe duymamalıdır. aksi durumun iki kişiyi de yalnızlaştırmaktan başka faydası yoktur.

    o zaman her paylaçoluk söylemi, bir deneydir de aynı zamanda. öyle bir deney ki, sonucunda önemli olana dair dolaylı da olsa bir yansıma ya da anlık bir parıltı beklenilen. aksi durumda geriye kalan ise, sessizliğin içinde dişlerini temizleyen adamın çıkardığı vurdumduymaz ciyaklamaların benim için sinirden kendini sikmekliğidir.
  10. günler birbirini kovaldıkça havalar bir öncekinden daha güzel olmaya başlıyor.güzel derken normal bir insan tarafından nasıl algılandığına ilişkin bir durum değerlendirmesini kastediyorum.bahar geliyor insanlar mutlu demek istiyorum yani.belki de bahar geliyor ben neden bu kadar mutsuzum demek istiyor da olabilirim.ama hayatımın hiçbir baharının gelişini karşında bir heyecan duymamış olan ben, neden bu bahar mutsuzum diye takılıyorum anlamadım.aslında anladım da anlamazdan geliyorum işte.
    dersten çıktığım vakit gün ortasını iki saat geçmişti.karnımda bir açlık hissettim ama yemek yemek istemedi canım.günden güne daha gereksiz gelmeye başlıyordu yemek yemek.yürüdüm öylece.bir yerlere doğru.yeşillikler büyüktü, güzeldi.yanlarından geçtim.yürürken kaldırım ve çimenlerin sınırındaki, diğer çimenlere nazaran daha uzun olan bazı çimenler gördüm.kaldırımın griliğini ellerinden geldiğince yeşillendirmeye çalışıyorlardı.sanki ellerini uzatmışlar da dur burada daha fazla yaklaşma diyorlardı kaldırım taşlarına.
    sonra birden çimenlerin üzerine adım attım.yürüdüm yeşillikte.insanlar tarafından şekil verilmiş ağaçlara baktım.birbirine birer metre aralıklarla dikilmiş çam ağaçlarını gördüm.çok yakın dikilmiş olmaları sebebiyle dallarını birbirine kavuşmuştu çamların.bir an halay geçen insanlara benzediğini düşündüm, gülümsedim.sonra farkettim ki ağaçlar birbirine bu kadar sık dikilmiş çünkü duvar gibi olsunlar diye.halay çektikleri falan yok yani.ağaçların üst kısımlarını da tıpkı bir kale burcuna benzetmişler ki kimse bu ağaçların aslında bir duvar olduğu konusunda kafa karışıklığı yaşamasın.benim kafa karışıklığımı düzelttiniz sevgili bahçivanlar sizlere teşekkürler(!)
    sonra aklıma geldi.sen çok sevmiştin ağaçlara verilmiş olan bu şekli.rumelihisarının tepesi gibi olmuş baksana demiştin.sonra ağaçların yanındaki atatürk heykelini görmüş seni onunla fotoğraf çekmemi istemiştin.ben de çekmiştim.son gelişindeydi sanırım.
    başka bir ağacın altında oturup sırtımı gövdesine yasladım.karşıma ağaçtan duvarı ve atatürk heykelini aldım.önünden yürümemizi, durup konuşmamızı, senin fotoğrafını çekmemi izledim.önümde muazzam bir sahne kurulmuştu ve anılardan oluşan harika bir oyuncu kadrosu vardı.bu oyunu kaçıramazdım.tadını çıkardım.
    ayakkabılarıma ilişince gözlerim bir garip gülümseme daha geldi yüzüme.ne zaman çimenlerde otursak ayakkabılarını çıkarırdın.bense hiçbir zaman çıkarmazdım.neden bilmiyorum çocukluktan kalma bir şey olabilir.belki bir komşunun evine gitmişimdir de o sırada çorabım deliktir.sonra insanlar görmüştür ve gülmüştür.bu da belki travma olmuştur.ne biliyim çıkarmazdım işte.ama uzanıp çıkardım şimdi.
    sen oldum zannettim bir an.elimi yüzüme götürdüm ama bu sakallı surat sana ait olamazdı.sen olmadığımdan emin olduğum sırada sen olsam ne yapacağımı düşündüm.ilk olarak o kadar sıkı sarılırdım ki kendime bunu anlatacak bir kelime bulamadım.sonra koklardım kendimi.ve saçlarımla oynardım.kendimi gıdıklayıp yüksek sesle gülerdim.buraları çınlatırdım gülüşümle.ve tabi ki ayakkabılarımı çıkarıp çimene basardım.
    gözleri kapattım.iki elimi de çimenlerin üzerinde gezdirdim.sonra birden anladım ki dünyadaki tüm çimenler kardeşmiş.ya da kuzen.ya da her neyse akrabalık dereceleri konusunda kafa karışıklığım var hala ama bir akrabaları olduğunu anladım.eskiden oturduğumuz başka bir çimenlikteki çimenleri hissettim.sizin okulunuzun meşhur bahçesindeki daha meşhur çimenleri.o çimenlerde yatıp kitap okuduğumuzu gördüm.bu sırada gözlerimi açmadan bedenimi yavaşça kaydırdım aşağı doğru.kafamı karnına koymuştum.kalbinin atışını duyuyordum.karnından bazı sesler geliyordu.nefes alıp vermenle kafam biraz inip peşi sıra biraz kalkıyordu. sonra o çimenlerde güreştiğimizi gördüm.sana yalandan yenildiğimi gördüm.aa gerilla yogası yapmaya çalıştığımızı da gördüm.sonra yere düşerek katılana kadar güldüğümüzü de.
    gözlerimi o kadar sıkı kapattım ki yanımdan ayrılamadın.sanırım biraz ağladım.sanırım çok ağladım.öylece uyuyakalmışım.
    uyandığımda bir sonraki derse 15 dakika kaldığını gördüm.sen gitmiştin.ben de kalkıp dersliğe doğru yürümeye başladım.yine yüzümdeki gülümsememle...