1. Yalnızca sığ sular derin keser

    !---- spoiler ----!

    Yalnızca sığ sular derin kesikler bırakır! Yalnızca sığ insanlar derinlerden korkar, sığlarda dolanır. Yalnızca sığlarda sütliman yaşamlar ilk fırtınada alabora, yalnızca derinliğin kralları her fırtınayı kayıpsız atlatır.

    Her düşünce, her hayal, her insan, her yaşam yükseklerden düşer gelir. Vahşi kabilelerin dualarına cevap verir binlerce yıldır güneşe tapan bulutlar, güneşle savaşlarını kaybedip dökülür yer yüzüne tüm insanlar ve tüm varlıklar: yağmur gibi. Tepelerde başlar tüm maceralar, yüksekten uçar her yaşama yeni başlangıçlar. Ne kadar sığ kalırsa insanlar, o kadar derin keser vadileri, ne kadar düzlükte akarsa yaşam o kadar dallanır budaklanır ve yayılır karmakarışık bataklıklara. Her suyun amacı vardır, her insanın ve insana ait varlığın da: denize ulaşmak adına. Deniz dediğimiz burada, aklımızda savrulan okyanuslar elbette..

    Tek sorun her insanın ve her düşüncenin yeterince derin sulara asla ulaşamıyor oluşudur. Bazıları henüz düştüğü anda bir savaşın ortasına, yanar gider, paramparça olur geçici yaşamlar ve hevesler. Bazımız ki koşarak giderken büyük bir aydınlanmaya, karanlık bir dağ yamacında kapana kısılırız göllerin daraltısında. Bazımız koşarak ineriz dünyanın uç noktalarına, en alakasız bir kaderdir bizi düşüren yüz binlerce yıllık cehalet buzullarına; bir donarız çözemez binlerce güneş, milyonlarca gün, milyarca nefes doğruluk adına. Donduğumuzla kalır bir damla ile dağlar oluşturup trilyonlarca bir araya toplana toplana..

    Çok az beşeri varlık ulaşır kendi yarattığı, kendi gibilerin durulduğu büyük sulara. Çok az beşer şaşar da doğruyu bulur kocaman engin düşünce oknanuslarında. Bulanların birçoğu da, çağlarından, renklerinden, gelişmişliklerinden bağımsız ya deniz üstüne süzülen bir çırpı ya denizin derinliklerinde bir avcı edasında. İnsan aklındaki su direnci, insan aklının kendisini yaşamın yüzeyinde tutma ve yerinden kaldırma kuvveti her şeyi belirli bir süre basit bir yüzeyde tutmasıyla bilinir. Yalnızca bu direnci kırabilen bedenler, derinlerde karanlıkta yolunu bulabilir. Öte yandan yüzeyde kalan hazırcı çalı çırpı insan aklının gel-gitlerinden, fırtınalarından ve depremlerle gelen dev dalgalarından hemen sonra paramparça olabilir. Böylece yaşam kendini devridaim etmeye, oknayuslarla buzullarını oluşturup, kendisine karışmaya çalışan her cehaleti kıyılara biriktirmeye ve yem etmeye devam eder.. Zekanın gezegeninde, sadece en akıllılar, en derindekiler güvendedir. Diğerleri hep savrulmaca hep sürüncemede. O nedenle en sakin akıllar en çok zararı verir, dağları değer ve biriktikçe geç kalır doğru ortak akıl okyanusunu kurmada. Ya donar kalır ya döner toprağa bir şekilde!

    !---- spoiler ----!
  2. orada
    !---- spoiler ----!

    Orada bekliyordu, rüyalarımda, duygularıma ve cümle sonlarımda; asla öznesi olmayacağı yalan yanlış hayalleri.. Orada kalıyordu, geçmişimde, hatıralarımda ve gece yarımlarımda; asla gerçeği olmayacağı saçma sapan odalarda.. Orada sevdim, dualarımda, inançsızlığımda ve inkarlarımda; asla inanmadığım bir ilahenin kanatlarında çoktan uçup gitmişti.

    Orada yaşıyordum çocukluğumu, bir tatil çoğulluğunda, akran çığırtkanlığında ve salçalı ekmek kokusunun yayıldığı toz toprak sokaklarda. Orada diye bir yer tanımlamıştı o da, geliyordu ara sıra. Uzaktan görüyordum varlığını oraya hiç ait olmayan bir farklılıkta. Geçip gidiyordum bu yabancılığın yanından, korkuyordum zira. Şehrin kanatlarından kopmuş o tüylere dokunmanın tabularında bocalanıyordu çocukluğum. İlk kez sevmeye hazırlanan tüylerimin diken diken oluşunda yatıyordu ilk arabesk dizeleri yaşantımın. Orada anladım, anlamların yalnızca hislerle yoğrulduğunda kemiklere güç, akıllara zarar, ruhlara yara olduğunu.

    Orada büyüdüm ben zamanla. Kısa süreceğinden hiç emin değildim, çarptı dolayısıyla. Büyümenin nasıl bir sürgün olduğunu fark ettim, alkolle karışık paket paket sigarayla. Kitaplarca cahillik akıttım beynimden, karamparça kağıtlara döktüm sözcükleri, dillere savruldum zaman zaman. Aynı dilde farklı söylemlerin aynı adamın farklı gölgelerinin ince nüansları olduğunu öğrendim hatta! Büyümek zaman almıyormuş oysa, bir karar verebilme aralığıymış boşa geçirilen gençlik. Boşa da geçirdiğim yazlarım da olmuştu belki, ne zaman kitap setleri satın alamadıysam geçmişin garibanlığında, heveslerin savurucu rüzgarlarında.

    Orada bekliyorum hala ben. Kocaman bir adam edasında, bir elimden tutuyor çocukluğum, "gitmeyeceksin, değil mi?" sorularının ısrarında; diğer elimde gencecik bir çocuk ağlıyor sanki öfkeden, "Neden, ben!" diyecekmiş gibi her an yüzüme. İkisini de bırakıp gidemiyorum, sağıma baksam binlerce sevenim el ele tutuşmuşlar çocukluğumun lavanta kokulu çayırlarında, solumda bekliyor yiğit duruşuyla korkak bir sokak delikanlısı yanına aldığı tüm hayalleri ve saçmalıklarıyla.

    Orada bıraktım herkesi. Oraya gitmeyeceğimden emin olduğum anda! Hepsi kalakaldı öyle kendi odalarında. Binlerce odalı sarayları var insanlığımın, bazen işkence ediyorum yarım kalan sevdalarıma, hala çok sevilmiş olmanın bahçelerinde geziniyor prensesler dokunulmazlığın tozlu ayrıntılarında. Orada saklıyorum kayıp cennetimi, kimselere de açmıyorum kapılarını geçmişimin, geleceğimden çalabilirler korkusuyla! Bugüne hapsettiklerim var, kuru bir Merhaba'yla.

    Orada yaşıyoruz hepimiz uzun yolun en kısasında, geçiveriyoruz tüm gerçekliğin ortasından küçücük bir kapı aracılığıyla, mutlu oluyoruz bazen ve bazen sarılıyoruz en korkunç rüyalara.

    Orada kalacağım hepimiz, bir başka adımın ardından yarım yamalaklığımızın acemiliği götürecek bizi en doğru ve en yanlışın kardeş olduğu kavgalara! Gelecek adında, geçmiş tadında, bugünün anlamında ve geleceğin kokusunda heyecanlar kaydediyoruz düşlerimize, sabah rüzgarı değmeyegörsün kumsallara uzanmış çıplaklığımıza. Titreyerek uyanıyoruz bazen bu yabancılığa, işte o zaman anlıyoruz: hiçbir yer orası değil, hiç kimse orada değil ve hiçbir zaman oraya varamayacağız tam anlamıyla.

    Orasının neresi, bizi kimlerin beklediğini, kimlerin terk ettiğini ve nerede orayı bulabileceğimizi ise kimse bilmiyor hala. Bilmeyecek de nasılsa, boşuna sormayın her konuşabildiğiniz yabancıya, hiç öğrenmeyeceğiniz şeyleri. Hiçbiri yeterince sevmeyecek sizi nasılsa! Siz orada beklemedikçe sevmeyi, yenilmeyi ve ölmeyi hazır olda.
    !---- spoiler ----!
  3. şiiri çizmek mümkün mü?
    !---- spoiler ----!

    Şiir, insan aklının şairsel deliliğin pençesinde düşlerini kanattığı ve kalemin damarlarından aşk damlatan deneyimler olarak insanlık tarihi kadar derin bir geçmişe sahip mirasımızdır. Peki şiirimiz modern, yapay, sayısallaştırılmış ve işlemcilerin kapasitelerine bağlanmış harfler halinde resmedilebilir mi? Yani özetle, bilgisayarlar şiir yazabilir mi? Belki de daha güzelini?

    İnsan beyni-her ne kadar çok efsaneleştirip sonsuz güce sahip görünse de-belirli bir tanrısal matematiğin pençesinde ve belirli kalıplarda birçok kez de yanılsamalar ve anlamsal bağlantılarla çalıştığı yeni yeni ortaya konulan yarı-gizemli bir parçamız; şiirlerimiz ise tüm düşünsel parçalarımızın rüya benzeri karmaşalarda anında dizelere döküldüğü kalem oyunlarımız olagelmiştir. Hatta modern çağlara giden yolda, insanlığın inanç orta çağının şiirler inançları tüm dünyayı kasıp kavurmuş ve hala da kavurmaya devam etmektedir. İnsan ırkı olarak cehenneme çevirdiğimiz dünyanın en cennet kokulu ağıtlarını yazar şiir, en güzel lezzetleri tadar yalnız dimağlar dizelerde ve en güzel efsaneler yazılagelmiştir hikayelerde. İçinde bulunduğumuz ve onu takip eden binlerce yıl içerisinde ise insan-makine ara yüzlerinin yaşamın her yerinde söz sahibi olabileceği beklentisiyle edebi eserlerimizin de artık bilgisayarlara teslim edilebileceği bir dönem mutlaka gelecektir.. Peki, herhangi bir makine bize yaşadığımız veya düşlediğimizden çok daha derin büyüsel anlamlar içeren dizeler yazabilir mi?

    Cevabı, hem Evet hem de Hayır. Evet, çünkü insan beyninin çalışma ve hissetme dinamiklerini tek seferde girdi haline getirerek yarı-semantik yarı-kültürel yaşam yüklerimizin tamamını en konsantre halde kaleme dökebilecek ve bunu yaparken bizi gerçekten ruhla, aşkla ve tutkuyla yaptığına ikna edecek bilgisayarlar-makineler ileride üretilebilecektir. Hayır, çünkü insan şiirde ve edebiyatta mükemmeli değil, her zaman kusurlu olana kendini kaptırmış kararsız yığınlar bütünü olmaya devam edecek ve kendi yapay edebi, şiirsel anlam kurgularını her zaman devam ettirecek. Binlerce yıllık gelişmeyi anında silen vahşi yaptırımları ile-önceden de yaptığı gibi-kendi medeniyetleri silip silip tekrar yaşamı sıfırdan dünya üzerinde kurmaya devam edecektir! Belki de yazıyı unutacak, şiiri yeniden keşfedip sıfırdan başlayacaktır. Belki de insanoğlu milyonlarca yıldır binlerce kez kendini dünya yüzünden silerek yeniden doğmuş, büyümüş, şiiri keşfetmiş ve sonra yok etmiştir! Bunu henüz bilemiyoruz, ancak öğrenemeyeceğimiz anlamına gelmez. Hala aşkla yazabiliyoruz, inançla dövülebiliyor akıllarımız; bu da makinelerin mükemmele yakın taklitleriyle daha anlamlı hale gelmeyebileceği anlamına gelmez.

    Şiir her zaman edebiyatın içinde, edebiyatla birlikte akıldan doğan taşkın nehirlerdeki kelime selleri olmaya devam edecek ve tarihin bir yerinde artık sanatlar bizler için bireysel ve tam otomatik olarak üretilecektir. Ağır ağır sosyal medya çöplüğü ile başladığı gibi..

    !---- spoiler ----!
  4. beni neden göremiyorsun?

    Beni neden göremiyorsun, ben sana göz karartıcı bir parlaklıkla süper novalar gönderdikçe? Beni görmen bu kadar mı zor acaba; gözlerini aşkla kapatabildiğin o gözyaşı yalnızlığı saatlerinde? Beni görmen için bakman gereken yerin ne kadar çok kendilik içerdiğini anlaman için kaç yaşam geçmesi gerekiyor mesela?

    !---- spoiler ----!

    Ne kolay sorularla sana kaçması şüphelerin, bir "sen" tutturup onlara kişiyi gömmek aynı bedenin sinir uçlarına ne kolay.. Ne kadar da zor sen diye tanımlanan binlercenin bir kişiye yüklenmesi, birkaç saçma duygusal patlama anında. Bir şarkıya bağlamak ne kolay birkaç senelik duygusal hezimetleri; ve bir savaşta binlerce yüreğin durması için yürek hoplatan etkili bir marşı çaldırmak gibi aşk denilen! Aşk diye bir cümle üreten hormonların savaşlarında, mantık diye kaleler inşa eden bencil kralları asıyor yaşam denilen, her örneğin gerçeğe uyarlamasında!

    Beni neden göremiyorsun ki? Ey benliğim.. Bu kadar senleştirip yaşamın yeterli miktarda asla sunmadığı bu doyumsuzluk halinde, ölmek için bu kadar beklemen niye gerekiyor mesela kendi içindeki umutsuzlukta? Neden kendindeki saçmalıkları öldürmek için başkalarının gerçeklerinde yosun tutması gerekiyor hislerinin? Neden planladığın tüm doğruların plansız yalanlara köle..?

    Ben neden göremediniz mesela? Çok mu zordu izah etmek birkaç cümlelik alışılagelmiş itiraflarda içimde köpüren magmalara rağmen, kabuklarımdan bir cennet yaratmıştım bile, atmosferine girmeden tutku denilen gezegenlerin sınırları içerisinde.. Görmeniz için bakmanız yeterdi, keza.

    Neden göstermek istedim ki en başta? Kimseye göstermeden akıttığım yaşlardan damlamış göllerin kıyısında, huzurla bir roman karakteri oluyordum, elimde kılıçlar-kalkanlarım ağır geliyor diye-koşuşturuyordum kan dolu damarlarımda. Heyecanlıydım oysa.. Neden duruldum ki acaba?

    Şimdi anlıyorum, gözlerine heyecanla baktığımda; korkuyordum açıkça: ya kalırsa.. Gitmelere o kadar alışmışım ki uzak bir çöl sıcağında, yalnızlığımızın tek kişilik krallığında, ikinci bir göz çiftinin çırpınışlarında ava çıkıyordu oltalarım. Umutsuzca, açlıkta öldüresim geliyordu tüm güzellikleri. Bir karşıt-aşk tutkusuyla, zaten bitebilir kaygısıyla, zaten başlamamıştı sanrısıyla ve içimdeki en karanlık buhranların tanrısıyla el ele ölüyordu içimde biriken isyancılar.

    Görünmemeye o kadar alışmış yüreğim, göründüğü anda kaybediyorum cümlelerimi; yeniden yazıyorum başka başka uykusuzluklara bir başka elveda. Son sevgilimde ilk göz ağrımı terk ediyorum ben-sizlerin de yaptığınız gibi-ve ilk kez aşık oluyormuş gibi bahaneler arıyorum yaşlanmış korkularıma. Ölüme aşık oluyor, gençliğe tapıyorum. Güzelliğe lanet okuyup, saçlarındaki gençlik kokusuna koşuyorum arılarca.. Bitmiyorum da, her seferinde yeniden bir kraliçenin uğrunda, ölüyorum adamlığımda, tutsaklığımdaki bu sınırsız özgürlüğün ortasında.

    Hepiniz yaptığını yaptım ben de aslında; görünmesine gerek olmayan tüm yalanlarımdan kalan kocaman bir doğru(?)da kurguladım en idealimi, sonra sorguladım 'niye bu kadar tutarsızdık' diye, gayet saçma. Sonra aynaya bakıp kendime sordum doğrudan: "Beni niye göremiyorsun, acaba?" belliydi çok kör olduğum aldığım her umuttan dolma havayla. Belliydim çok, belli belirsiz bir doğrultuda, aynı körebe oyunun başka bir ebesiydi, sobeleniyorduk duygularla, yaşamla ve zamanla.. Hepimizi yakalıyordular, hiçbirimiz kabul etmiyorduk kurallarını, konu yaşamda yenilmek olunca; kaybolup kaybolup aynı dar egolarımızda. Hiç değişmedi.


    !---- spoiler ----!

    bu da bonus: ÇATLAKLARIMIZ, DUVARLARIMIZ, VARLIĞIMIZ
  5. etiketleriniz
    !---- spoiler ----!

    Üzerinize kıfayetler yerine, en doğal haliniz ve teniniz yerine giydiğiniz etiketleriniz var. Etiketlerinizden oluşan görüntünüz, etiketlerin tanımladığı benliğiniz-bencilliğiniz ve etiketlere hapsolmuş düşünceleriniz var. Sonra da içtenlik ararken kendinize ne kadar yabancılaştığınızı fark edip mutsuz oluşlarınız..

    Önce tümleştirdiğiniz inançlarınızın, dinleriniz, sınırlarınız, topraklarınız, aileniz ve sevdikleriniz var. Önce tümden geldiğiniz ve birbirinize sattığınız şaka gibi sıfatlarınız, rakamlarınız, markalarınız, lezzetleriniz, takıntılarınız, tanımlarınız ve muğlaklarınız var!

    Kendinizi başkalarında aramaktan içlerinde size ait hiçbir şeyi kalmamış rengarenk kelime duvarlarınız var. Yüreğinizdeki, yalnızlığınızdaki karanlığı örtmek adına binlerce kez boyanmış suratlarınız, ruhlarınız ve adamlığınız var. Kaskatı kesilmiş insanlığınızdan yaşadığınız dönemleriniz en moda şekillerine kendinizi taştan yonttuğunuz sanat eserleri gibisiniz; tek kötü yanı hep bir örneksiniz. Sanat olamayacak kadar genelsiniz. Özel olmaya çalıştıkça kopya çektiğiniz fikirleriniz, kolpa masallar peşinde çıktığınız savaşlarınız ve saçma hayallerle kurduğunuz ikiyüzlü yaşamlarınız var.

    Hepsi etiketten ibaret. Ya erkeksiniz ya kadın. Ya çocuksunuz ya çocuksu. Ya yaşlanmıyorsunuz ya hep yaşlı. Ya kendinizi arıyorsunuz ya kaybetmişsiniz. Ya tercih sunansınız ya tercihlere boğulan. Ya kölesiniz ya da köleliğin kölesi. Ya zenginsiniz ya da zenginlik fakiri. Ya duygusalsınız ya duygunun esiri. Ya çok zekisiniz ya da akli sanrıların cahili. Ya aydınsınız ya da aydınlık saçacak kadar bir diğer sokak lambası. Ya yalansınız ya da gerçek diye herkese satıcı.

    Hepiniz etiketlerden ibaretsiniz, kendinizi ne zaman çırılçıplak hissetseniz korkudan ağladığınız için asla doğruyu söylemeyecek kadar güzel yüzlü ve güzel-yakışıklı yalancılarsınız.

    Hepimizin etiketlerini etkileyenler de sizlersiniz, etiketlerinizi masalara döküp ortak olanları yüceltip tüm farklıları dışlayan veyahut tüm farklılıklarını kendinde biriktirip dışlanmanın keyfiyle psikolojisini bozmaya meyilli ergenlersiniz.

    Her birimiz etiketiz; yığınla. Her birimize biçilmiş kaftanlar giyiyoruz, hazırca. Öğrenmek yerine ezberlemek, yaşamak yerine taklit etmek, inanca doğayla ulaşmak yerine tekrarlıyorsunuz hazırcı etiketlerinizi papağanca!

    Etiketsiz insanları, hatta ve hatta kendinizi bile, tanıyamıyorsunuz. Kapana kısılmış akıllarınız bildiğiniz kelime sayısında. Birkaç sıfatla ölüyorsunuz mutluluktan ve ölüme koşuyorsunuz bildiğiniz birkaç karanlık tanımla. İnsanları klişelerinizle çevrenizde topluyor ve klişelerle kolayca buluyorsunuz yolunuzu koskocaman cehalet çölünün ortasına kendinize kurduğunuz kumdan labirentler arasında..

    Kendinizi, varlığınızı, anlamınızı, inancınızı ve tüm sosyal dünyanızı çiviliyorsunuz olduğu yere etiketlerin büyüklü küçüklü mıhlarıyla!

    !---- spoiler ----!
  6. toplumların evrimi

    !---- spoiler ----!

    İnsanların dünya üzerindeki misafirliği boyunca yüz binlerce kez isim ve kimlik değiştiren toplumlar.. Ortak noktaları olan insanlığın değişme tutkusunu hiçbir zaman kaybetmezken, insanlığın en büyük laneti olan tekrara düşme hatasından hiç vazgeçmeyen bu oluşumların evrimi yaşayan bir olgudur. O nedenle makalemiz için yukarıdaki karikatürü seçmeyi uygun buldum; ilgili karikatürde bundan iki bin yıl kadar önce kadına tapmanın durumunu ile daha yakın tarihlerde kadına hayran olma durumu arasındaki fark anlatılmaktadır.

    Bunu topluma ve insana ait bütün inanç, değer, fikir, eğilim ve bireysellik sistemlerinde görmek mümkündür. İnsan evriminin sürecinde bilindiği ve öğrenilmeye devam edildiği sürece binlerce inanç sistemi bazen doğruyu yanlışı yorumlamada yüzlerce farklı seçenek denemiş hala da denemektedir. Güneş dünyanın en çok tapılan tanrısı iken, şimdilerde dünyaya uzak veya yakın olmasına göre sevilen-sövülen basit bir ışık kaynağı olmuş. Dünyanın büyük kısmı halen bilmediği üzere ay tanrısına tapmaktadır. Bilimsel gelişiminin bebeklik çağında yürümeyi öğrenirken yaptığımız binlerce hata da ayrıca kendini yaşamın içerisinde göstermektedir. Düne kadar ilaç olanların bugün zehir olması bundandır; örneğin, sigara, alkol vb. Değer yargılarımız da benzer şekilde güzellik, toplum, göçebelik, şehirleşme, yalnızlaşma ve bireyselleşme gibi onlarca değişim yaşamıştır. Toplumlarımız bizlerden biraz fazla yaşıyor o kadar..

    Yaşamlarımız çok kısa iken toplumları ölümsüz kılmak adına insan öldürüyoruz.

    İnançlarımız çok saçma iken, onları toplumlara empoze etmek adına savaşlara giriyoruz.

    Bilimsel yaklaşımlarımız henüz emekleme aşamasında iken kendimizi evrenin fatihleri ilan etmeye kalkıyoruz.

    Güzelliklerimiz her sene değişirken, güzellik adına birbirlerimizi kırıyoruz, toplumlarımızı bölüyor-parçalıyor-satıyoruz.

    Tüm bu gerçeklerin ışığında, toplumlarımızın dinamik ve canlı olgular olduğunu fark etmiyoruz. Toplumlara dahil olmanın yalnızca doğumdaki şans veya piyango olduğunu düşünerek ölümüne varlığımızı savunuyoruz. Yalnızca ait olmak istiyoruz, yaşayan gerçekleri değiştirmeye, iyileştirmeye ve güzelleştirmeye çalışmadan. Tüm çalışmalarımız toplumsal bireyselleşme üzerine. Dünyanın toplumsal renklerinde farklı olmak için binlerce bahane arıyoruz, evrensel ve küresel değerlere sarılıp tüm sınırlarımızı kaldırmamız gerekirken. Yapmıyoruz, yapamıyoruz. Her başarımızı binlerce sene saçma tekrarlarla toplumsal hafızalarda efsaneleştirirken; yaptığımız hiçbir hatayı sahiplenmiyor hatta komşularımıza yansıtıyoruz!

    !---- spoiler ----!
  7. -bir şeyler yazıyorum-

    bir şeyler yazıyorum. neler olduğunu, fikirlerinin nasıl çıktığını bilmiyorum. benden bağımsız bir şekilde yaşayan kelimelerle buluşuyor parmaklarım. bana ait olmayan şeyler. orada bir yerde bekleyen, sessiz varlıklar.

    bir şeyler yazıyorum. kendimin bile kavrayamadığı. kendimden öteye gidiyorum. kelimeler benim solucan deliğim. olmak istediğim yerlere götürüyorlar beni. kısa yolum, kestirmem. tehlikeli arkadaşım.

    bir şeyler yazıyorum. buruk gururumun yara bandı olan kelimeler. onlar olmasaydı. ne yapardım ben?..
  8. -gayrimeşru duygular 1-

    üçüncü şahısların ağzında sakızdır şimdi.. o vakur anılar. bir starbucks masasında kahkahalar eşliğinde geçilen dalgadır.. el emeği göz nuru umutlar..

    oysa.. oysa ne de ince ve güzel bir işçilik vardır o masum umutlarda.. o gayri meşru heyecanda. nasıl da hırçın bir gururu vardır o umutların heyhat! bir tolstoy kitabına malzemedir o.. çekilen sigara değil kahırdır oysa..

    şimdi… şimdi üçüncü şahısların ağzında birer sızıdır belki gidişlerimiz… kalışlarımız.. kalamayışlarımız… gayri meşru umutlarımızın fitilidir bir adet gülümseme.. ne kadar naif.. o kadar küstah!

    bir yerlerde adımıza kalkan ‘’şerefe’’ dir belki umut.. ‘’şerefe’’ ‘’şerefe’’ hangi şerefe? neredeki? kimdeki?

    hayal etmek insan işi.. zarar etmez.. şaşkınlıksa aptal işi.. nedir beklenmeyen, bir türlü insandan?.. beklenmeyen belli ise beklenen nedir?.. umudun sınırı, ölçütü kimdedir? nerededir?.. sizden? bizden?

    siz?

    biz?

    hangi ara değişiverdi böyle.. güzelim harfler.. çakallar mı girmiş aramıza?…

    beklenmeyen tehlike. ne güzel de çelişkisin öyle.. insandan..
  9. -insan denen bit yeniği 1-

    ne kadar da insancadır.. eylemlerimiz.. yapılanlar, yapılmayanlar.. ne kadar da insanca.. hiç.. tam olarak terk edildiğimiz olmuş mudur? cin olmadan adam çarptığımızı sandık hep.. inandık buna defaten. kendi yanılgılarımız, ne de güzel sonlar, senaryolar hazırlamıştır bizlere oysa..

    zaman, şimdi gülümsüyordur muhakkak.. zira patates ettiklerinin sayısı yok.. kimse bilmez. bazen bir arkadaşın telefonun diğer ucundan gelen kesik sesidir zamanın kendisi. kendisini belli eden..dokundurur zaman kendine, dokunur kendisine, bize.. ne menem bir şeydir bu zaman dedikleri hey ki hey..

    zaman, insanı insan yapar.. inceltir sivri yanlarını, törpüler zaman.. ve her insan zamanla kendi hikayesini oluşturur. bir bina misali kat çıkar.. kimi aşağıya doğru kat çıkar.. fakat zaman, illa ki bir şeyleri inşa eder.. insan inşa eder zaman hikaye inşa eder.. ve her insan kendi hikayesini bağıra bağıra anlatır..belli eder kendisini.yolları. yürüdüğü ve yürümediği.. zamanın yolları..

    ve ne küstahtır insanın var oluşu.. milyonlarca galakasinin trilyonlarca yıldızından birinde yaşar bu insan dedikleri.. düşüne biliyor musun sayın okur.. insan denilen bu yenik, bir gezegeni parsellemiş.. fazlasıyla hemde.. ne kaba, ne küstah bir eylemdir bu.. hak etmişcesine yaşamış üzerinde yüzyıllarca.. bir tanrı değil de şükür etmesi gereken.. bir şükürdür etmesi gereken.. bugününe.. parsellediği gibi ölümsüzleştirmeye çalışmış, kendisini, hikayesini.. varlığını. bunun için kardeşini bile öldürmekten hiç gocunmamış bu insan..

    sorarım sana ey okur.. insana insan olarak.. insanca.. fazlasıyla insanca.. akıtılmış kan nehirleri bir avuç toprak içinse eğer, bu insan dedikleri.. gerçekten nasıl bir ahmaktır? hiçbir zaman bizim olmayan ve olmayacak olan o toprak.. ne de değerlidir..

    ne kadar da insancadır bu kibir.. ne kadar da insanca..
  10. -aklımın odaları-

    aklımın odalarında tuhaf şeylerle karşılaşıyorum. gırla cinayet, fazlasıyla intihar.. öylesine büyük bir çukurun içindeymişim gibi hissediyorum ki her kapıyı açtığımda, sonsuzluğa uzanıyor sanki o çukurlar.. korkutucu bir biçimde uzun, onulmaz biçimde dipsiz.. her odanın kendine has fikri, her odanın kendi karakteri var.. o odalar beni yok edebilecek, sizi de içine alabilecek güçte kudretli.. bu şaşaalı büyüklük, gözümü fazlasıyla korkutuyor.. kendimden korkuyorum bir an.. ne yapıyorum diye? oysa yaptığım tek şey aklımın dibinde kalanları kurcalamak biraz.. bu bile çok, bu bile korkutucu..

    ‘’aklımın dibinde ne çok pislik varmış be.’’ buz dağının görünen kısmının görebildiğim kadarı böyle iken, soğuk ve acımasız suyun altında neler var kim bilir.. merak etmekle beraber kuşkulanıyorum bir an. bazı şeyler bilinmemeli. acaba bilmemem gereken şeyleri mi öğrenmeye çalışıyorum? korkuyorum.

    insan korkar mı kendisinden? kendi varlığından? yokluğundan? bunun muhakemesini yaparken bile ürküyor iken, o odaların sonunda ne olduğunu görebilecek cesaretim var mıdır? zaten 3. bir ihtimal de yok.. koca hayatlarımız da bir 3. ihtimal, nelere kadir olurdu kim bilir.. seçimler ve sonuçlarıdır tüm hayat.. sonuçlar, seçimlerin çocuğu.. üçüncü tercih ise, kim bilir belki sonuçların düşmanı.. kötü sonuçlar.. mide bulandıran, istenmeyen sonuçlar.. sonuçların ürünüyüz. sonuçların kendisiyiz.. faslısıyla sonuçlar ve fazlasıyla seçenekleriz..

    bu durum bizi biz yaptı.. gelecek kuşakları da kendileri yapacak.. aklın odalarına yapılan ufak bir seyahatten etkilenen, korkan insan.. fazlasıyla insan. bu yolculuğa çıkacak yetkinlikte mi? kendisini keşfedecek kudrete sahip mi? bu cesaret onda var mı?

    fazlasıyla yok.. belki nietzsche haklıdır. insan kendini aşmalı, üst-insan ile oynadığı bu saklambaç oyununu bitirmeli, bu yolda ciddi ve gerçekçi adımlar atmalıdır.. bu yolda yapılacaklar insan için en iyi şeydir.insan kendini aşmalıdır, kendinden öteye dokunmalıdır. ‘iyi de nasıldır?

    “yer yüzünün anlamı olacak üstinsan! yalvarırım size, kardeşlerim, yeryüzüne bağlı kalın, inanmayın size dünya ötesi umutlardan söz edenlere!” der nietzsche.

    anlaşıldığı üzere yapılacak ilk iş çeşitli teolojik unsurları silmemiz gerektiği. dini kaygılardan soyutlamamız gerekir kendimizi. nietzsche dayı öyle der.. böyle buyurur..

    nietzsche kendisini, üstüninsanın habercisi olarak tanıtır. bu konuda eserinde şöyle yazmıştır:

    “insan bir iptir ki hayvanla üstinsan arasına gerilmiştir. uçurumun üstünde bir ip. tehlikeli bir geçiş, tehlikeli bir yolculuk, tehlikeli bir geriye bakış, tehlikeli bir ürperiş ve duraksayış.”

    ve ekler: “iddia ederim ki benim üstinsan dediğime, siz şeytan diyeceksiniz.”

    ‘’üstinsan sert olmalıdır..’’

    insanın kendisini aşması, bilişsel olarak enginliğe kavuşması için önce dibe vurmak gerekir.. 0’ lamalıdır kendini insan. kendinden öteye ulaşması için öncelikle bildiklerini unutmalıdır.. doğru yanlış kavramını unutmalıdır önce.. her şeyin doğru veya yanlış gibi sadece iki kavrama sıkıştırılabilecek bir şey olmadığını idrak etmelidir.. bunun için de diplerin dibine vurmalıdır.. her dipten sonra yeni dipler keşfetmelidir.. kendi dünyasının büyüklüğü o zaman işte, gerçek dünyanın büyüklüğünden daha da büyük gelecektir gözüne.. fakat bir farkla: korkmayacaktır.. aşmış olacaktır yargılarını kafasında.. budur üst insana giden yolun güzelliği.. karmaşası.. baştan sona.. fazlasıyla budur..