1. gıcığım aslında. en iyi, en güzel işlerine. en iyisini, en güzelini arama merakına. bulduğunu zannetmeye. en iyi türkçe dizeler: henüz yazılmadı. diyecem ayıp olacak. daha da memleketten nazım, cemal süreya, attila ilhan, can baba çıkmaz. şiirde karamsarım. demek bile bir tür haddini aşmak oluyor. öte yandan. neyse. belki de budur.

    en güzel deniz: henüz gidilmemiş olanıdır.
    en güzel çocuk: henüz büyümedi.
    en güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız.
    ve sana söylemek istediğim en güzel söz: henüz söylememiş olduğum sözdür...
    mutlu
  2. şimdi
    utançtır tanelenen
    sarışın çocukların başaklarında.

    ovadan
    gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
    çeviriyor o küçücük güneşimizi.

    taşarak evlerden taraçalardan
    gelip sesime yerleşiyor.

    sesimin esnek baldıranı
    sesimin alaca baldıranı.

    ve kuşlara doğru
    fildişi: rüzgarın tavrı.
    dağ: güneş iskeleti.

    tahta heykeller arasında
    denizin yavrusu kocaman.

    kan görüyorum taş görüyorum
    bütün heykeller arasında
    karabasan ılık acemi
    - uykusuzluğun sütlü inciri -
    kovanlara sızmıyor.

    annem çok küçükken öldü
    beni öp, sonra doğur beni.

    cemal süreya
  3. ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım!
    kükremiş sel gibiyim: bendimi çiğner, aşarım;
    yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

    kimin olduğu zaten biliyorsun...
    gfy
  4. resulullah süper bir insandı, ben o kadar değilim.
    resulullah yolda ebu bekir'i görse "es selamu aleyküm ya sıddık"; derdi,
    ben yolda ebu bekir';i görsem tanımam.
    resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.
    ben annem ölürken çok ağladım çünkü annem
    gırtlağından hırıltılar çıkarırken nasıl terliyordu, görmeliydiniz.

    resulullah azrail'i yolda görse tanırdı;
    ben azrail'i annemin yanında görseydim ona bir çift lafım olurdu,
    derdim ki şimdi yani af edersin ama o sıktığın annemin gırtlağı.

    resulullah olsa ona bunları söylesem o bana gülümserdi;
    o bana gülümserdi ben ona derdim ki, anam babam yoluna feda olsun ey allah'ın resulü;
    fakat şu koca melek, annemin gırtlağını sıkıyor, bir şeyler yapamaz mıyız?

    resulullah orada olsaydı annemin elini tutardı derdi ki "kızım ha gayret!";
    ben orada olsaydım annemin elini tutardım ve derdim ki "anneciğim ölmesen..."

    ben oradaydım annemin elini tuttum ve dedim ki "anneciğim seni ben..."
    annem döndü bana bir baktı o bakışı görmeliydiniz.

    resulullah o bakışı görseydi merhametten ağlardı;
    ben o bakışı gördüm haşyetten bayılacaktım ama annem elimden tuttu.

    ne tuhaf, anneler ölürken bile çocuklarının

    anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor ne tuhaf!

    resulullah çok şanslı bir insan
    annesi öldüğünde o küçücüktü;
    benim annem öldüğünde ben küçücük değildim,
    zaten şanslı birisi de değilimdir, filmlerim iş yapmaz.

    annem daha yeni öldü fazla uzaklaşmış olamaz!

    olamaz dedim annem son nefesini alıp da vermeyince
    verse de ben alsam onu, içim ferahlasa, siz de görseniz
    resulullah tutsa annemin elinden birlikte geçseler çölü
    nasıl olsa resulullah da ölü annem de ölü..

    âh muhsin ünlü

    her seferinde "ne tuhaf anneler ölürken bile çocuklarının ellerini bırakmıyor" dizesinden sonra ağlarım, öyle dokunur.
  5. bahtiyarlık

    bahtiyarlık ne zafer kısrağına binmektir; 
    ne yaşarken dünya uçmağına inmektir. 
    şekli olmaz, rengi yok, belirsizdir ve tektir. 
    bahtiyarlık: ömründe bir kere sevinmektir. 

    bir karanlık geceye akıyorken bu varlık 
    bulunur mu dünyada ebedi bahtiyarlık? 
    mükafatın, yapsan da en büyük bir yararlık 
    nihayet zafer adlı bir kısrağa binmektir. 

    dört hecelik söz olan “bahtiyarlık”... o bir sır... 
    bilmeyecek insanlık bunu daha bin asır. 
    bilgi, bolluk, din, para... hepsi boş, hepsi kısır... 
    en fazlası bir dünya uçmağına inmektir. 

    her şeyin bir şekli var, her derdin bir ilacı... 
    türlü türlü yemişler verir dünya ağacı. 
    zafer çetin, ilim güç, bozgun kötü, aşk acı. 
    halbuki bahtiyarlık: belirsizdir ve tektir. 

    bahtiyarlık: boraca yüce dağları aşmak 
    varılmadan ölünen uzak yerlere koşmak, 
    tanrı’nın sofrasında mest olarak konuşmak 
    ve ömründe bir kere, bir kere sevinmektir... 

    (bkz: hüseyin nihal atsız)
    pirus
  6. üç bölümden oluşan pesüs şiirinin özellikle ilk bölümü:
    i

    ben denizin kumları üzerinde durdum
    bir heykel tadında olan ve bunu geçen
    bir şekilde denizin kumları üzerinde durdum
    durdum ki, şehrin son kalıntısı onu unutmak olsa gerek
    diyordum. ve bütün ayrıntılarından sıyrılmış bir düzlüğün
    ayrı bir nesne gibi, daha sonra da
    hiç görmediğim bir yaratık gibi üstüme gelmeye başladığı
    bir şey olsa gerek
    ben bunu duyuyordum.

    yalnız duymak mı? korktum ve her yerlerimle yalnız oldum
    oldum ki, düzlük dediğim o korkunç varlık
    bitmez tükenmez bir kaynaktan çoğalarak
    üstüme aktıkça benim
    ben kendimi koruyordum
    sanki bir çaresizlikten ödünç aldığım kendimi
    mesela ellerimi bir heykeli bozmayacak şekilde boşluğa uzatarak
    bir anlam vermek istiyor gibiydim düzlüğe
    ve birtakım görüntüleri üst üste yığaraktan
    bir anlam
    sonra alanlarda, ana caddelerde unutulmuş
    ırtıcı bir hayvan gibi işte ben
    yapılması akla gelmedik
    daha bir sürü şeyleri de hep yapıyordum ki
    pek denenmemiş bir boğuşma şekli oluyordu bu da
    sonra ben yoruluyordum.
    yalnız yorulmak mı? giderek geri çekiliyordum biraz
    pençesi asfaltlarda gezen, tüyleri camları ikileştiren
    aşılır bir yer sanan o beton duvarları
    mermerleri ve soğuk potrelleri tırmalayan
    ben
    geri çekiliyordum biraz
    güçlenip saldırmak için düzlüğe yeniden
    ama hiç bilmiyordum ki, neresinden vurulurdu bu düzlük
    neresinden bozulur
    bilmiyordum ki
    bildiğim bir şey varsa, bana pek bir zararı dokunuyordu diyemem düzlüğün
    diyemem, çünkü bir yerlerim hiç mi hiç acımıyordu ki
    ne bir baş dönmesi, ne bir göz kararması
    duymuyordum ki
    olsa olsa benim kendime bir şeyler yapmam için zorluyordu beni
    düzlük
    ve gerçekten yaptırıyordu da
    mesela giderek yenilmem gerekiyordu ki kendime, yenildim
    uzanmam gerekiyordu ki yere, uzandım sonunda iyice
    uzandım içimdeki o beyaz düzlüğün taşırdığı
    bembeyaz taneciklerin üstüne
    artık çağanozlar bir su gibi beni yalayarak
    geçiyorlardı tek sesli yaradılışımdan
    ve memeli balıklar ağır ağır doğuruyorlardı içimde
    ben ve kumlar bir pesüs gibi ağırdan yanıyorduk
    biz öyle yanıyorduk ki, dünya ise bu alevden
    bir bağışlanmamış dünyaydı
    artakalan dünyaydı eski bir tevrat plağından
    gittikçe bizim olmayan bir
    dünyaydı
    ve düzlük bir peygamber ölüsü karşısında
    bitmeyen bir düzlüktü ki... işte ben
    gene de tam kendisi oldum diyemem düzlüğün
    diyemem
    çünkü bazı olaylar bunu doğruluyor
    ve bazı düşünceler.

    şöyle ki:
    martılardan bir tanesi yalnız yaşıyormuşçasına boşlukta
    dünyanın en heyecanlı çizgilerini çizdi
    ve bulutlar doldurdu bu kıvrımları yavaştan
    ve benim yarattığım tanrılar ki, geldiler
    bir inip bir çıktılar çocuklar gibi
    çığlık çığlığa
    bu metalsi görünümler arasından
    sonra ben belki de gözlerimi yumdum
    her yerlerimle yalnız oldum ki, düzlük
    etimi ve benim bütün boyutlarımı yemeye başladı
    ve hayallerimi
    yemeye
    demek oluyor ki bir süre kalsam böyle
    - ne kadar mı, bunun pek önemi olduğunu sanmıyorum -
    kimseler tanımayacak beni. deniz hayvanlarının
    kurumuş iskeletlerine döneceğim
    korktum
    yani hiçbir şey değilim de ben, sadece bir konuyum
    öyle mi
    doğruldum işte yeniden
    bir insan tadında olan ve
    bunu geçen ben
    denizin kumları üzerinde durdum.

    ben denizin kumları üzerinde durdum
    ben, diyorum, demek oluyor ki bir anlamım var benim de
    değişen bir şey olarak ve değiştiren
    bir anlamım var
    peki öyleyse neden hep başkaları tanımladı beni şimdiye kadar
    neden
    gerçi sessiz ve ünü olmayan bir yaratıktım, biliyorum
    ve onlar güçlüydüler, biliyorum
    ne zaman biraz öfkelenmeye kalksam, bu bile
    onların istediği bir öfke oluyordu ki
    sonra ben susuyordum
    ama bir suçluluk da duyuyordum ki, bu da bir başkaca düşmanımdı benim
    ben neydim.

    (bkz: edip cansever)
  7. güzel bir ilkokulun penceresinden dünyaya
    hayret, hasret ve biraz da
    bayat bayram şekeri kederiyle bakan,
    aklı canbaz, yanağı al
    sesi çilek aroması bir çocuk
    oturuyor gözlerinde.
    (bkz: yılmaz erdoğan)
  8. yeşil ipek gömleğinin yakası
    büyük zamana düşer.

    her şeyin fazlası zararlıdır ya,
    fazla şiirden öldü edip cansever.

    (bkz: cemal süreya)