1. henüz okula bile başlamadığımız, amcamların da memlekette yaşadığı günlerdi. muhtemelen 18-19 yıl öncesi. amcamlara gittiğimde masanın üzerinde pempe renkli ve üzerinde ufacık gri şekilleri olan iki koltuğu, iki kanepesi, ortasında masası ve masasının üzerinde beyaz fincan takımı olan bir barbie seti gördüm. büyülenmiştim. benim de oyuncak bebeklerim vardı ama bu kadar teçhizat gözlerimi kamaştırmıştı. birkaç gün üst üste gidip adeta sergilenen ve sanki picasso eseriymiş gibi katî suretle dokunulmayan bu objeler bütününe bakıp geri döndüm. salyalarımı fark ettiğinden kuşku duymadığım amcamın zalım kızı bi tur bile bindirmedi be. hani gidip babamdan bana da almasını rica edecek bir çocuk da değildim. sonra, sahip olmanın kibriyle atılan bana muhtaçsın bakışları midemi bulandırdı. "senin oyuncağına mı kaldım kızım!" da demeden şu yaşıma kadar koruduğum sessizliğime bürünüp mabedimdeki bu kutsal putu parçaladım. artık gidip onu görmesem de kalbimin bir köşesinde hep yaşatıyordum. kendi oyuncak bebeğime bakıp o seti hiç görmemiş olmasına üzülüyordum, büyük ihtimalle onun da üzüldüğünü sanıyordum. sonra, odanın bir köşesinde çekmecesine yerleştirilmek üzere duran çorapları gördüm. o an kafamda bir ampul ve üst tarafında, güneş ışınlarını belirtmek üzere çizdiğimiz o doğrulardan belirdi. uzun olan çoraplarla kanepe, patik olanlarla koltuk yapıp ortaya da sadece misafir geldiğinde kullanılan kül tabağını yerleştirdim. fincanların eksik olması asla üzmedi, onları varmışlar gibi hayal edebiliyordum. daha sonra ev tekstil ürünlerinden yatak, havuz, mutfak dolabı bile yaptım. her gün çorap çekmecesi düzenlemek zorunda kalan annemin ufacık kızmalarına da aldırmayıp mutlu mesut oyunumu oynadım.

    buruk hissettirse de teşekkür ederim amcamın kızı, o sete dokundurmadığın için. çünkü o gün öğrendim sahip olamadığım bir şey için üzülmemeyi, sahip olduğum her şeyin doğru gözle bakıldığında ne kadar kıymetli olduğunu.

mesaj gönder