1. ben 7-8 yaşlarımdayken aydın'ın bir köyünde yaşıyorduk. babamın işi sebebiyle kooperatifin lojmanında kalıyorduk. geniş bahçesinin bir bölümünde portakal ağaçları vardı. üst katımızda kooperatif müdürüyle ailesi kalıyordu. biz bahçe katındaydık, dolayısıyla bahçeyi en çok da biz kullanırdık. ön bahçedeki ağaçlara bağladığımız hamakta uzanmış kitap okurken çekildiğim bir fotoğrafım vardır hatta. yazları çok sıcak olurdu, kapının önünde kaldırım yoktu ama nereden geldiğini halen bilmediğim suların akabilmesi için açılmış 30 santim genişliğinde, yol boyunca, yolun iki kenarında da uzanan oluklar vardı. yol anayol olduğundan asfalttı, yazın cayır cayır sıcak olurdu. uzun oluğun üzerinde mazgallar olurdu bazı yerlerde. içindeki su gürül gürül akar ve sıcak yaz günlerinde civarı serinletirdi. bazen ayaklarımı serinlemek amacıyla içine sokardım ama bir yandan da su parmak arası terliklerimi alır götürür diye çok korkardım. karşı komşularımız iki erkek kardeş ve onların aileleriydi. bir bahçede iki ev. evlerin aralarında bir ahır yapılacak kadar uzaklık vardı. ailecek iyi geçinirdik, annem sevim teyzeden salça alırdı. eltisi sevgi teyzenin iki çocuğu vardı, şimdi isimlerini yazmayayım ne olur ne olmaz. çocuklarla hep oyun oynardık, sokaktan eve girmezdim ben. sevgi teyzenin büyük erkek çocuğu benden bir yaş küçüktü. iyi anlaşırdık ama hala ne oyunu oynardık çok hatırlayamıyorum. sevim teyzelerin ahırındaki ineklerin zemin pisliğinin geçtiği bir çukur vardı, bahçenin tam ortasından geçiyordu. oğlan terliklerimi çalıp çalıp, "bunun içine atıcam işte terliklerini" diyerek beni kızdırırdı. ben de annesine şikayet ederdim. günün birinde annem, sevim teyzelerin evine salça parasını vereyim diye gönderdi beni. yazın son günleri gelmiş artık ama yine de pembe simli parmak arası terliklerim ayağımda. bahçede yürürken ayağım diğer ayağıma dolaştı ve bir ayağım o inek dışkılarının geçtiği çukura kaçtı. bir anlık şokun ardından moralim aşırı bozuk bir şekilde ayağımı içinden çıkardım ve 20 adım kadar evin iç kapısına doğru yürümek zorunda kaldım. sevim teyze'nin ne ara dışarı çıkıp da ayağımı bahçedeki çeşmede yıkamaya başladığın hatırlamıyorum ama kendime geldiğimde vaziyet oydu. ayağımı önce duruladı sonra da bulaşık deterjanıyla yıkadı. terliğimi de sudan geçirip "tertemiz oldu" diyerek ayağıma giydirdi. ben de elimin tersiyle gözyaşlarımı silip parayı onun eline tutuşturup eve kaçtım.

    evimiz bir dört yol ağzında kalıyordu, diğer sokaktaki komşumuz da necla teyzelerdi. benden yaşça büyük bir kızı ve yine yaşça büyük (ama daha az büyük) bir oğlu vardı. ben ilkokuldayken o ortaokuldaydı. çok da yakışıklıydı, hep beğenirdim onu. ama tabii o zamanlar akranlarım arasında oldukça popüler olduğum için gözüm kesmiyordu onunla öyle şeyler düşünmeyi. hayranlık seviyesine bile gelmeden 'yakışıklı abi' düzeyinde kalmıştı. necla teyze dünyanın en güzel yürekli insanıydı. anne şefkatiyle yaklaşırdı bana hep. hatta annem bir ara beni babama bırakıp gitmek durumunda kaldığında, babam -ben ateşler içinde olmama rağmen- içip içip sızdıktan sonra, necla teyze bizim eve gelip beni kendi evine götürüp bebekler gibi bakmıştı bana. hatta kısa bir süre sonra kardeşim doğduğunda geleneksel bir işlem olan bebek tuzlama işlemini de o yapmıştı. necla teyzenin eşi de dünya tatlısı biriydi, birbirlerini sever sayarlardı. biraz garip bir konuşma stilleri (ağız deniyor galiba) vardı ama öyle samimi, öyle sıcak bir kucaktı ki bize açtıkları... necla teyzelerin yan komşuları da babamın çalıştığı kooperatifle iş yapan bir çiftçiyle ailesinin eviydi. bir ineğin nasıl sağıldığını ilk defa o evin bahçesinde evin hanımını izlerken görmüştüm. evin hanımı diyorum çünkü isimlerini hatırlamıyorum bazı insanların, zaten hatırlasam da yazmamam gerekir belki de. neyse, demiştim ya annem bir ara ayrıldı evden. o sıra babamla ben kaldık yalnızca, bir ara babaannem gelmişti ama hemen gelemedi çünkü izmir'de yaşıyordu, uzaktı bize. ara sıra necla teyzelerde yemeğe giderdim, bir ara da ineğin nasıl sağıldığını bana gösteren komşumuz yemek getirirdi. gel zaman git zaman, babam uyanamadığı ve beni de uyandıramadığı için okula ancak öğleden sonra gittiğim, mavi önlük yerine mini etekler giyerek gittiğim, 7 yaşında küçük bir anarşiste dönüştüğüm, okulda ilgi çekmek için yalanlar uydurmaya başladığım, kısacası davranış problemleri göstermeye başladığım bu dönemde babamın iş yaptığı ve aynı zamanda komşumuz olan adamın karısı babamın telefon numarasını kocasının rehberinden alıp babama kendisiyle birlikte olmak istediğine dair ifadeler içeren mesajlar yazdığı ortaya çıktı. annem döndüğünde babamın telefonunda görüyor, mesajlara cevap yok ancak silinmemiş de. babam açıklamasını yapıyor, annem deliriyor. kadının bir oğlu var benimle yaşıt. ben köpek bir kız çocuğu olduğumdan o oğlanla da hiç geçinemiyor sürekli tersliyorum ama geriye dönüp bakınca öyle neşeli, öyle arkadaş canlısı ve iyi niyetli biriydi ki diye düşünüyorum. sonrasında annem de pişmanlığını dile getiriyor "annesine kızdığımdan oğlanı hor görür terslerdim, beni gördüğünde yanıma gelir selam verirdi ama ben hiç oralı olmazdım, çok üzülüyorum düşündükçe. keşke daha farklı davransaydım" der. çok geçmeden biz taşınıyoruz o ilden. memleketimize dönüyoruz. ben öğretim hayatım boyunca olacağı gibi okul değiştiriyorum yine. bu defa çok farklı bir ortam, herkes çok çalışkan, herkes iyi giyimli, herkesin güzel sırt çantaları var. köydeki okulda benim tekerlekli çantam var diye çok popüler olmuştum, derslerim iyiydi, kafa kafaya olduğum bir kişi vardı sadece ama birden bu şehir, ev, okul değişimiyle birlikte gözdeliğim kaybolmuş, üstelik konularda geri kaldığım için başarısız bir öğrenci olmuştum. kitap özeti istiyor öğretmen, hayatımda duymamışım kitap özeti nasıl çıkarılır bilmiyorum. annem sağ olsun yardım etti de toparladım ve kısa sürede adapte olabildim.
    nihayetinde, babama mesaj atan o kadın, çocuğunu ve kocasını yani her şeyini bırakıp kaçıyor. terk ediyor o güzel yürekli oğlanı, annesiz bırakıyor. seks işçiliği yapmayı seçiyor. seçiyor diyorum çünkü öyle. niye'sini ben biliyorum siz bilmeseniz de olur. zaten buraya kadar kimse okumaz da neyse. oğlanın yüreği parçalanıyor, kadının kocasının yüzü kızarıyor, kalbine ağrılar giriyor. ya da neler olup bitiyorsa işte bilmiyorum. o trajediye şahit olmak da istemezdim, olmadığım için de anlatamam şu anda.
    biz necla teyzelerle bağımızı hiç koparmadık. arada ziyaretlerine gittik fırsat buldukça. bizi ağırladılar. her zamanki gibi samimiyetle kucakladılar. bir ziyaretimiz sırasında süt dişimi çıkarmıştık hatta:) az önce de kırk yılda bir girerim facebook'a. girip bakınayım dedim. necla teyze bana arkadaşlık isteği göndermiş. gülümseyip onayladım hemen. istemsizce profilinde gezinmeye başladım, tanıdık yerler, portakal bahçeleri, salça yapılan, domates kurutulan yerler, evin avluları, tanıdık ama biraz kırışıklığı artmış yüzler, aynı sıcaklıkla gülümseyen gözler... sonra necla teyzelerin yan komşusunun oğlunun ismini gördüm, necla teyzenin doğum gününü kutladığı için profilinde çıkmış. kalbim çok hızlı atmaya başladı ve girdim profiline. babasının kendisinin ve nişanlısının olduğu bir fotoğraf profil fotoğrafı. oğlanın suratına baktığımda gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı bile. bir kelimeyle tam ifade, masum. çok çocuksu, çok incinmiş, çok hırpalanmış. o çocuğun küçücük yaştayken köy yerinde maruz kaldığı muameleleri hayal bile edemiyorum. bir fotoğraf vardı gerilere gittiğimde, babaannesi, kendisinin bebekliği, babası ve annesi. doğum günü pastasını üflüyor küçük bebek. bir yanında annesi bir yanında babası var. annesinin kafası fotoğraftan kesilerek çıkarılmış.
    bu yazdıklarım neyi anlatıyor, ana düşüncesi nedir ya da teması nedir, bilmediğimden güzel bir kapanış cümlesi kuramayacağım. sadece o fotoğrafı gördükten sonra üzerime bir ağırlık çöktü ve bundan kurtulmak istedim.
    bize kendimizi kötü hissettiren şeylerden kurtulmamızın hakikatli ve vicdani bir yolunu bulabilmemiz dileğiyle..

mesaj gönder