1. astroloji, türk dil kurumu tarafından "yıldız falcılığı" olarak tanımlanıyor. günümüzde astroloji, gök cisimlerinin hareketleri, konumları ve birbirlerine olan açıları ile olaylar, insan davranışları ve karakterleri arasında bir bağlantı olduğu varsayımında bulunarak bu bağlantıları araştırarak öngörüde bulunmaya çalışan uğraşlar bütünü olarak tanımlanabilir.

    insan olduğumuzdan beri kafamıza takılan bir gizemin içine doğduk. yıldızlardan oluşan bir battaniye altında uzanan bu minik dünyaya uyandık. nereden geldiğimizi, kim olduğumuzu, veya evrenimizin varoluşunu açıklayan bir not olmadan, kapı önüne bırakılmış bir bebek gibi. kozmik yalnızlığımızı nasıl sona erdireceğimize dair bir fikrimiz yoktu. her şeyi kendi kendimize anlamamız gerekti ve bunun için bizim işimize yarayacak en iyi şey zekâmızdı. özellikle de çağlar süren evrimimiz ile keskinleşmiş şekil tanıma yeteneğimiz. av ve avcıları tespit etmekte iyi olanlar ve zehirli bitkileri besleyici olanlardan ayırt edebilenlerin yaşama ve üreme konusunda daha iyi şansları vardı. hayatta kaldılar ve şekil tanıma genlerini tüm faydalarıyla beraber sonraki nesillere aktardılar. binlerce nesil boyunca hayatlarımız onlara dayanırmışçasına yıldızları izledik. hikayelerin doğduğu tek sahnenin hayal gücümüz olduğu bir zamanda filmler, televizyon ve herhangi bir elektronik cihazdan önce her kültür kendi resimlerini oluşturmak adına noktaları birleştirdi. bu resimler daha derininde bir hayatta kalma kılavuzu olan bir hikaye kitabının betimlemeleri haline geldiler.

    gezegenin dört bir yanındaki kültürler aynı yıldızlara baktılar ve farklı resimler gördüler. tanrıların, kahramanların, çiftlik hayvanlarının ya da tanıdık nesnelerin isimleri kültürden kültüre farklılık gösterdiler. antik yunanların ve batı dünyasının pleiades bizim ise yedi kız kardeş veya ülker olarak bildiğimiz yaklaşık 100 milyon yıl önce oluşmuş çok güzel bir yıldız kümesi vardı. her biri güneşimizden yaklaşık 40 kat daha parlaktır. en parlakları olan alcyone ise, güneşimizden 1.000 kat daha parlaktır. ülker çağlar boyunca dünya’nın dört bir yanında göz testi olarak kullanıldı. eğer en az altı tanesini görebiliyorsanız normal sayılırdınız. eğer yediden fazlasını görebiliyorsanız ideal bir savaşçı ya da izci adayıydınız. bu doğadaki şekilleri tanıyabilme yeteneğini gökteki takvimi okuyabilmek için kullandık. atalarımız küçük gruplar halinde yaşayan gezginlerdi. yıldızların altında uyudular. gökyüzü onların hikâye kitabı, takvimi, yaşam için bir kullanma kılavuzuydu. yıldızlarda yazılı mesajlar atalarımız ve analarımıza keskin soğukların ne zaman geleceğini, yabani tahılların ne zaman olgunlaşacağını, ren geyiği ve bizon sürülerinin ne zaman harekete geçeceğini söylüyordu, ne zaman konaklayıp, ne zaman harekete geçeceklerini söyledi. göçmen sürülerin, yağmurların ve soğukların ne zaman geleceğini ve ne zaman ara vereceğini gösterdi. dünya’nın mevsimsel döngüsü ile yıldızların hareketleri arasındaki doğrudan ilişkiyi gözlemlediklerinde doğal olarak, orada olanların bize yönelik olduğu sonucuna vardılar.

    anlamlı geliyor, değil mi?

    eğer gök bir takvim ise ve biri üzerine bir not yapıştırdıysa bu mesajdan başka ne olabilirdi ki?

    ardından, birden bire bu kutsal düzen bir kuyrukluyıldız tarafından bozulduğunda bunu kişisel algıladılar. onları suçlayabilir miyiz?

    o zamanlarda, neler olduğuna dair hiçbir mantıklı açıklamaları yoktu. bu birinin çıkıp dünya’yı eğik eksenli, kendi etrafında ve güneş etrafında dönen bir gezegen olarak hayal etmesinden çok önceydi. tüm antik kültürler aynı hatayı yaptılar. kuyrukluyıldız bir mesaj olmalıydı tanrılar tarafından, ya da tek bir tanrı tarafından gönderilen. üzerine neredeyse hemen tüm atalarımız bunu kötü habere yordular. antik aztek, anglo-sakson, babilli veya hindu olmanız fark etmiyordu. kuyrukluyıldızlar kıyamet alametiydi. aralarındaki tek fark, gelecek felaketin doğasıydı. ingilizcedeki felaket "dis-aster", yunanca “kötü yıldız” anlamına gelir.

    insanın şekil tanıma yeteneği bir iki tarafı keskin bıçaktır. gerçekte olmayan şekilleri tanımada da oldukça iyiyizdir. buna da “hatalı şekil tanıma” deniyor. anlama açlık duyuyoruz. kişisel varlığımızın evrende bir anlam ifade ettiğine dair işaretler arıyoruz. işte bu yüzden, kendimizi ve diğerlerini kandırmaya, kahve bardaklarında şekiller görmeye ya da bir kuyruklu yıldızda ilahi uyarı aramaya çok hevesliyiz.

    bugün, kuyruklu yıldızların nereden geldiğini ve nelerden oluştuğunu tam olarak biliyoruz. bugün, içinde yaşadıkları ucu bucağı olmayan, onlara göre sonsuz büyüklükteki dünya'da kaybolmuş atalarımız korktuğu, anlamlandıramadığı, ya da aksine "şekilleri hatalı tanımlayarak" yanlış şekilde anlamlandırdıkları şeylerin gerçekte neler olduğunu biliyoruz.

mesaj gönder