1. "zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır. klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu öğretir." der patrick rothfuss. bunlardan dördüncüsünü şöyle açıklar:

    "dördüncü kapı ölümdür. son sığınak. öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. ya da en azından bize öyle söylenir."

    intihar her ne kadar kötü bir şey olarak algılansa da, doğru bir kafa için ölümünü kendin belirlemekten başka bir şey değildir ve bu, o kadar da aşırı bir düşünce değildir. ben her zaman, artık bu hayatta kendi adıma yapabileceğim başka bir şey kalmadı dediğim anda bu eylemi gerçekleştireceğimi düşünmüşümdür. ama doğru bir kafada mıyım, bilemiyorum.

    tanım: felsefenin temel sorunudur. (bkz: albert camus)
  2. çaresizlik hissinden doğabilen eylem. temel niteliği kaçmaktır, bunu reddetmeye gerek yok. kaçmak cesaret midir, korkaklık mıdır bu noktada tartışılabilir, fakat cesaret ve korkaklığın ne değeri olduğunu sorarım. gereksiz yere neden cesaret etsin insan? yani intiharı ya da hayatta kalmayı cesurca bulan birinin onları övmek için ne sebebi olabilir ki?

    yaşamaya programlıyız, ki bahseden olmuş. burası muhakkak. diyelim ki bu noktada intihar cesurca olsun. fakat doğal seçilim diye bir şey var, belki de insanın evrimi sonucunda artık "sonraki nesillere gen aktarmaması daha uygun bulunan güçsüz bireylerin" intihar mekanizması şekilleniyordur? anne kedilerin hasta yavrularını kendilerinden uzak tuttuğu bir yaşam düzeninde çok şaşırtır mıydı? öyle bir durumda genlerini taşımak için hayatta kalmak daha cesurca değil midir? fakat yine de bu cesaret veya korkaklığı, iyi ya da kötü olarak adlandırmak saçmalıktır.

    bir insan, intiharın öznesinin kararını veya vazgeçişini coşkun duygularla yargılıyorsa iki şekilde yapıyordur bunu: ilki, geride kalanın gidenden güçlü olduğunu ilan ettiği ilkel bir dürtü; ikincisiyse kişinin yapamadığını başkasının yapması ve bu yüzden geride kalanın gideni övmesi. evet, bu kadar bencilce değerlendirir çoğunluk, intihar eylemini.

    özünde intihar, başta da belirttiğim gibi, çaresizlikten kaçma isteğinden başka bir şey değildir. ister kişinin dışarıdan kaynaklanan çaresizlikleri olsun, isterse de kendi kafasındakilerin gerçek dünyayla uyuşmaması veya yaşama isteğinin kontrol dışı düşüşü olsun.

    bu noktada önümüze çıkan en önemli kavram, "yaşanmamış gelecek" oluyor. intihar, kişinin henüz yaşamamış olduğu geleceğini yok etmesidir. çaresizlik içindeki birey, geleceğinin değeri kalmadığına ve çaresizliğinin onu yalnız bırakmayacağına inanarak bu inancını eyleme döker. bu yüzden intihar isteğinin kesinlik arayışıyla da ilintili olduğunu iddia etmek, yanlış olmasa gerek. çünkü "güzel bir gelecek" ile "çok sürünmeli bir gelecek ihtimali" arasındaki denge, bu hayatta kesinlikle adil kurulmamıştır. sonuçta atalarımız "bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur" demiş, güzel gelecek hayali kesinlikle yoğun çaba istiyor. herkes bunu karşılayabilecek motivasyonu taşımıyor, herkes o ilkel yaşama isteğiyle dolup taşmayabiliyor. aynı zamanda, bizim bakıp bağ yaptığımızı, biri gelip ateşe verdikten sonra kahkahalar atarak seyredebiliyor. insan, bu şekilde bakıldığı takdirde, "çevrede ne olursa olsun elindekileri bağa çevirmeye çalışan bir bahçıvan" konumuna düşüyor. bunun zorluğu, yaklaşık 8 milyar insanın "birbirinin bağını ateşe verirken kendi bağını kurmak" şeklinde bir ilişki içinde olduğunu düşünürsek ortaya çıkar. şu bir gerçek ki yaptığımız şey birbirimizin işini zorlaştırmaktan ibaret çoğu zaman. yardım eden güzel insanlar var, fakat onlarınki de ister istemez "umut en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır"^:nietzsche^ sözünü getirir akıllara.

    fakat yaşamak, doğası gereği güzeldir. yaşayan canlı ondan gayrısını bilmez, bir bakteri de olsanız insan da olsanız nerede refah var oraya göç eder ve nerede bela var ondan uzaklaşırsınız. bu yüzden hayatı takip etmeye veya onu takip etmeyeceksek elenmeye mahkumuz. o yaşamın içinde tuhaf şeylerden keyif alıyor, kendimize sanat denen bir hayata katlanma yöntemi yaratıyor, aşık oluyor, oyunlar oynuyoruz, ona uyumlu değilsek veya tüm güzel genlerimize rağmen büyük bir talihsizlik eseri namlunun ucuna düştüysek de, çaresizlik altında eziliyoruz.

    bundandır ki, intihar kişinin o anlık hissettiklerinden fazlasına bağlı değildir. şunu da asla unutmayalım, 200 kg kaldıran da var, 20 kg kaldırırken belini sakatlayan da. hayata tüm bakış açımız kendi zihnimizin penceresinden temel aldığı için, o pencereyi genişletmeye çalışmayıp, "neden 20 kiloyla sakatlandı ki, 200 kilo altında kalanlar ne yapsın" diyenler her zaman olacak. bir de, biraz hımbıllık etmeyi kesse 100 kiloyla uğraşabileceği halde 50'de tıkananlar olacak tabii. çünkü insanlık, tembelliğe de meyillidir.

    zehirlenme olaylarında iki şey önemlidir; biri zehirlenen canlının özellikleri, diğeri de zehrin özellikleri. savaşta da aynı şekilde iki tarafın kabiliyetleri önemlidir. bu hep böyledir, etken ve maruz kalan arasındaki denge böyle kurulur. bu yüzden intihar, ne şartlardan ibarettir ne de yenik düşenden. överken de, yererken de kişi sadece kendi bildikleriyle sınırlı kaldığını unutmamalıdır.

    hepsi bu.

    ne kutsanası, ne lanetlenesi bir eylem. güzel giden hiçbir şeyin bitmesini istemeyiz, şayet "daha güzeli" için alabileceğimiz bir risk yoksa, ki o sırada da bu bitmesini istemek değil feda etmektir. güzel gitmeyenin bitmesini de herkes ister, farklılaşan tek şey mücadele biçimidir.

    d1: ufak bir ek
  3. intihar tanrıya yönelik ağır bir suçlamadır. bırakacağım mektup ona sorduğum "neden böylesin" sorusu olurdu. "eskiden sadece sana inanmayanlar intihar eder sanıyordum şimdi senin iman edene -bu dünyada- vaad ettiğin o dinginliği elde edemeyen isyan ile itaat arasında gidip gelen bir hâl görüyorum. inkar değil isyan, sana sen neden böylesin demek. (halbuki seni bu hale getiren benim) günlük hayatın yetmemesi/ağır gelmesi ama günlük hayata bir alternatif bulamamak. her şeyin kendini tekrar etmesi (tekrarın da tekrarı, çıldırtıcı) ve bu tekrara "neden" sorusunun da dahil olması. sormakta diretince çatışmak, bu çatışmaların hiçbir şey düzeltmemesi, merakla karışık bir bıkkınlık. öldüğüm gün başımı okşayıp her şey geçti diyecekmişsin gibi. tüm belirsizlikler silinecek, endişeler boşa çıkacak." diye de eklemek isterdim -ama eklemezdim. ona şöyle yazmıştım: yazdıklarımı da okuyorsun yazmadıklarımı da-
    tanrıyı affetmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. ama yaşam için bu sızlanma müstehak diyorum. onu, beni yarattığına pişman etmek istiyorum sanki. yaşamın öcünü almak istiyorum. var olan olmuş olacak her şeye acıyorum. bu anlık "şeytani" isteklere bakınca köşemde oturup çürümeyi bekliyorum gibi görünüyor. aslında öyle değil, bu ağacın allayıp pullayıp sarıldığım dalı çok.
    ilk hevesle duyduğum şeksiz şüphesiz imanın bana kazandırdığı disiplin ve duruş ne guzeldi. ne oldu ne değişti, her şey eskir de yahu bilinmeze dair olan eskir mi, insan bilinmezi tekrar tekrar yaratan değil mi? bilmiyorum. tanrıyla birbirimizi hoş görüyoruz. boynuma yadigar bir kolye gibi hep asılı inancım, aynadaki az yontulmuş yüz, yıpranacağını bilmezden gelen ruhum. yine de olan bitene sakince gülümsüyoruz.
  4. hayata karşı bi tavırdır intihar. boyun eğmemek gibi.
  5. şu an gerçekleştirmek istediğim şey. hala diyorum aslında o'na saygısızlık olmasın diye, halen diyorum o'na kalu bela'da verdiğimiz bir söz var diye: "ölmek istiyorum" diyorum. öyle yumuşatıyorum kelimeyi. intihar etmek istiyorum, diyemiyorum. cesaretim bile yok ölmeye diye geçiyor içimden. asıl cesaretsizlik canına kıymak olur biliyorum. bazen bilmek yetmiyor ama. bazen dilin söylediğini kalp inkar ediyor. keşke her şey daha güzel olabilseydi benim için. en çok da o güzel geçmişe nazire, böyle şeyler geçmeseydi aklımdan. ağlayıp durmasaydım, şimdi olduğu gibi. çaresiz olmasaydım. her kapı yüzüme kapanmasaydı.
    incinme, beni yanlış anlama üzgünlüğümden,
    ben senden yine de razıyım demek isterdim o'na karşı.
    ki senin bizden razı olman, her şeyden önce gelir.
    ama çok yorgunum. çok berbat her şey. cılız bir ışık bile süzülmüyor şu pencereden...
  6. halihazırda absürt olan hayata verilecek olan daha absürt tepkidir.
  7. özkıyım, suisid. depresyon ve madde bağımlılığı, intihar oranının en yüksek olduğu durumlardır.
  8. ölmek istemiyorum ama yaşamak da artık.bunca acı, imkansızlık, zorluk içersinde bir şeyleri yeşertemiyorum.gücüm artık hiç bir şeye yetmiyor.öbür taraf var mı bilmiyorum ama bunca yalnızlık ve acı bu dünyada maruz kalırken ve daha bir çok olumsuz şeyleri olumluya çevirmeye çalışırken kendimi duvarı çiviyle ortadan kaldırmaya çalışan mahkum gibi hissediyorum.nefes almak bile külfet haline geldi.
  9. bir aile dostumuzun 17 yaşındaki oğlunun hepimizi şaşkınlığa uğratttığı kara olay. neden mi şaşırdık? notları yüksek, arkadaşları ve ailesiyle arası iyi, sürekli gülümseyen bir insandı. vefat etmeden birkaç gün önce görmüştüm. 18 olmama az kaldı ehliyet alacağım demişti. sonra maalesef öldü. ailesini inanılmaz bir acıyla bıraktı. nedenini kimse bilmiyor sanırım, ya da ben o zamanlar küçük olduğumdan haberim yok.