1. site içi arama bazı sitelerde bulunsada çoğu sitede^:youreads de bunlardan^ bulunmamakta.

    peki biz site içinde istediğimiz bir aramayı nasıl yaparız? çok basit aslında bu. herhangi bir arama motoruna^:google yandex yahoo vs^ giriyoruz ve aramak istediğimiz kelimeyi yazıyoruz. farklı olarak yapacağımız tek şey sonuna "site:site adı" yazmak.

    örnek 1 örnek 2 örnek 3
  2. uzayda vakit geçiren astronotların bedeninde bir dizi değişiklik olduğu biliniyordu. örneğin kasları küçülüyor ve boyları 5 cm kadar uzuyordu. şimdi ise dünyadan uzaklaşmanın bir etkisi daha olduğu netleşti: görüşü bozuyor.

    astronot seçmelerine katılabilmek için 20/20 kusursuz görüşe sahip olmak gerektiği bir mit olsa da (lazerle göz kusurlarını düzelttirenleri de kabul ediyorlar), gözlerin kesinlikle bozuk olmaması gerekiyor. fakat bu koşullar altında seçilen ve uzun süreli uzay uçuşlarında bulunan astronotların %80’i dünyaya miyop olmuş şekilde dönüyorlar. bu durum, özellikle 2030 gibi yakın bir tarihte yapılması planlanan mars uçuşu açısından nasa’yı endişelendiriyor.
    peki bu görme bozukluklarına neden olan şey ne? durumun farkına ilk varan kişi, 2005 yılında uluslararası uzay istasyonu’nda bulunmuş olan john phillips olmuş. yörüngede geçirdiği süre boyunca görüşü giderek kötüleşmiş; fakat görev kontrol ekibine söylemesini gerektirecek kadar da değil. dünyaya döndüğünde doktorlar kendisini genel bir sağlık kontrolüne aldıklarında ise uzayda geçirdiği 6 aylık süre zarfında görüşünün 20/20’den 20/100’e zayıfladığı ortaya çıkmış.

    phillips’in gözlerini ayrıntılı biçimde inceleyen doktorlar, astronotun gözünün yapısının da değiştiğini anlamış. gözlerinin arka bölümleri düzleşerek, retinaları ileri itmişler. çatlağa benzeyen korodiol katlanmalar oluşmuş ve göz sinirleri şişmiş.

    nasa önce bunun münferit bir olay olduğunu düşünse de, buna benzer görme problemlerinden muzdarip olan astronot sayısı araştırıldığında konunun ciddiyeti ortaya çıkmış. artık bu durumun bir adı bile var: görüş yetersizleştiren kafatası basıncı (ing. visual impairment intercranial pressure – viip) sendromu. bu sendromun başlıca nedeninin ise yerçekimsiz ortamda astronotların başında oluşan basınç olduğu düşünülüyor.

    dünya üzerinde iken, yerçekimi vücut sıvılarımızı ayaklarımıza doğru çeker. uzayda ise böyle olmaz ve örneğin scott kelly’nin uzayda geçirdiği 1 yıl boyunca 2 litreye yakın sıvı beyninde toplanmıştır. kafatasındaki tüm bu fazla sıvı, göz kürelerinin arkasına basınç yaparak onları düzleştirir. retinaları ileri doğru iterek, görüşü çarpıtır. en azından bilimciler durumun böyle geliştiğini düşünüyorlar.

    sorun şu ki, bu senaryonun göz düzleştirme kısmı yapılan taramalarla doğrulanabilse de, kafatası içi basıcın ölçülebilmesi, hele ki uzayda, pek mümkün değil. o nedenle sürecin bu olduğu henüz kesinlikle söylenemiyor.

    iyi haber ise gözdeki basıncı düşürecek çeşitli yöntemlerin şimdiden denenmeye başlaması. artık astronotların düzenli olarak, bacaklardan hava emerek yerçekimi varmış gibi hissettiren rus cüce (ing. russian chibis) kostümünü giymeleri isteniyor.
  3. madeni paraların kenarları neden genellikle tırtıklıdır?

    geçmişte madeni paralar altın ve gümüş gibi değerli madenlerden üretiliyor ve dövülerek şekillendiriliyordu. kalpazanlar madeni paraların kenarlarını yontarak değerli madenlerden küçük miktarlarda çalıyordu.

    bu sorunun üstesinden gelmek için geliştirilen yöntemlerden biri madeni paraların makineler kullanılarak üretilmesiydi. böylece şekli çok düzgün dairesel paralar üretmek mümkün oldu. paraların kenarlarının yontulmasını engellemek için ise madeni paralar kenarları tırtıklı şekilde üretilmeye başlandı.

    1696 yılında ingiltere kraliyet darphanesi’nin başına getirilen fizikçi isaac newton madeni paralar kırpılarak yapılan sahtecilikle başa çıkmak için bu yöntemi kullanmıştı. günümüzde ise madeni paralar değerli madenlerden yapılmamasına rağmen (çoğunlukla bakır, nikel ve çinko alaşımlarından üretiliyorlar) kullandığımız bazı madeni paraların kenarları tırtıklı.

    (bilim ve teknik dergisi, ocak 2017)
  4. ntv yayınlarından hastalık hastası kitabının yazarı dennis diclaudio'nun kitabını yeni bitirdim ve bazı az rastlanan hastalıkları kitaptan paylaşmak istedim.
    akromegali(devlik hastalığı)
    büyüme hormonlarının fazlalığından ötürü sürekli yeni şapka eldiven ve ayakkabı satın almak zorunda kalırsınız.
    vücudumuz hergün fark edilmeyecek kadar küçük değişiklikler getirmektedir. dün ile bugün aynı kişiyiz gibi gelir. vucut tüm bu değişiklikleri çok küçük adımlarla yapmaktadır. zamanla saçımız azalır, boyumuz kısalır çene çıkıklaşır ve yaşlılık ortaya çıkmaya başlar.
    işte bu rahatsızlık da tam da budur. sözcüğün kendisi eski yunan kaynaklı. büyüme hormonlarının fazlalığından kaynaklanır. erişkinlik döneminde ortaya çıkar. büyükçe bir el, ayak, koca bir burun dudak vb ile anlaşılıyor. ve evet, koca bir penis ile de. şimdi koca bir penis diye kötü bir hastalık değilmiş demeyin çünkü bu hastalık iktidarsızlık da yapıyor, koca bir çük ile kalırsınız ortada. bu kadar da değil.
    büyüme hormonu diğer organları da etkiler, bu da hiper tansiyon şeker hastalığı vb sonuçlara yol açabilir.
    hastalık, hipofiz bezi ile alakalıdır, bezde oluşan tümör vasıtası ile ortaya çıkan bir hastalıktır ve bu bez de kafa da olduğu için zamanla tümör beyine ve gözlere baskı yapacaktır. baş ağrısı, görme kaybı iktidarsızlık, penis olmuş 25 cm inikken ,ne sayfa. kalkmıyor ki, işin yoksa şimdi malı kaldır.
    hastalığı, hipofiz bezini aldırarak sorunu çözebilirsiniz. burundan girerler, tümörü alırlar. ilaç tedavisi ise uzun süreli bir işlemdir ve bu sürede hastalık da durmaz. bu da olmadı ışın tedavisi var, ancak hipofiz bezini tamamen kaybedersiniz ve hormon ilaçları ile hayatınızı devam etyirirsiniz.

    marburg kanamalı ateşi
    virüs size bulaşır, bedeniniz çöker, sonra ölürsünüz ve bütün bunlar sadece iki hafta içinde olur.
    bu hastalık, aşırı bulaşıcı, filoviridae virüsüdür. bunun dışındaki filoviridae virüsleri ebola'nın 4 ayrı tipidir. onlarada sakın bulaşmayın. o kadar bulaşıcıdır ki, salgına dönüşüp bütün bir toplumu, felç etmesi işten bile değildir. virüs canlı hücresine bağlandıktan sonra bağlandığı hücreyi öldürür ve onu kullanarak diğer canlı hücrelere bağlanmaları için yine mikroskobik ölüm makineleri oluşturur, siz ölünceye dek.
    büyük olasılık da öleceksiniz. farkı salgınlarda farklı değişik ölüm oranları görülmüştür. angola salgınında ölüm oranı yüzde 90'ın üzerindeydi. kongo demokratik kongo cumhuriyetindeki bir salgında ise yüzde 83'tü oran.
    virüsün bulaşmasından 5-10 gün sonra hastalığın belirtilerini hızlı ve şiddette bir biçimde hissedersiniz, ateş,titreme, başağrısı ve kas ağrısına hazır olun. 5 gün sonra kızarıklar başlayacak ve göğsünüzde benekli, tümsekli rengi bozuk bir yama oluşacak ve ardından bulantı, göğüs ve karın ağrısı, boğaz yangısı ve ishal gelecek. bunları ağız ve burun kanaması, sarılık, pankreas iltihabı, aşırı kilo kaybı, hezeyan, şok, karaciğer ve muhtelif organ yetmezlikleri takip edecek. bir hafta on gün sonra ölüm geldiğinde onu bağrınıza basarsınız. bu hastalığa ilk yakalananlar 1967 yılında almanya ve yugoslavya'da çalışan laboratuar araştırmacıları oldu. hastalık onlara çocuk felç aşısı geliştirme araştırmalarında kullanılmak üzere ithal edilen yeşil maymunlarından bulaştı, maymunlar çok sevimliydiler tabii, ölünceye kadar.

    ölümcül ailesel uykusuzluk
    bir daha asla uyuyamayacaksınız.
    jakob hastalığının akrabası olan ölümcül ailesel uykusuzluk, serseri proteinlerinin beyni süngere çevirdiği bir cezaevi hastalığıdır. ancak hastanın bu versiyonun da beynin etkilenen bölgesi uyku becerisinin denetleyen, talamustur. uyumak kabiliyetinizi yitirirsiniz. ve bedeniniz uykusuz işlev göremediği için dağılmaya başlar ve ölürsünüz.
    hastalık kalıtımsal olduğu için soy incelemeleri yapılarak tespit edilmesi mümkündür, hatta babalarınızdan biri büyük babanız ve teyzelerimizden biri örneğin, ailesel uykusuzluktan ölmüşse sizin de aynı hastalıktan ölme riskiniz yüksektir. ve bu aklınızdan hiç çıkmayacaktır. bu şu demektir yatağınızda her uyanık yattığınızda sıradan bir uykusuzluğun aslında hastalığın ön safhası olup olmadığını düşüneceksiniz. bu düşüncelere kapılmak tabii ki uyanmanıza yardımcı olmayacak. hastalık kaygısıyla uyanık kaldıkça, hastalığa yakalandığınıza daha çok ikna alacaksınız, sahip olmasanız da.
    ilk belirtiler kırklı yaşların sonunda yada 50 yaşları başında farkedilir fakat 30 60 yaşlarını insanlarda görüldüğü olmuştur, hastalık genellikle çocuk sahibi olma yaşları geçtikten sonra ortaya çıktığı için, eğer kalıtımsal olarak bubhastalığa yakalanma ihtimaliniz oldunu düşünüyorsanız, çocuk konusunda bir tercih yapmanız gerekiyor, ya onları bir kabusla lanetleneceksiniz bile bile ya da çocuk yapmayacaksınız.

    kesinlikle öleceksiniz büyük olasılıkla ilk belirtiler ortaya çıktıktan bir yıl sonra. ilk birkaç ay uykusuzluk korkusuyla birlikte panik atak ve tuhaf fobiler yaşayacaksınız. sonra, sanrılar başlayacak. size nispet duvarlardan pijamaları ve gecelikleriyle fırlayan insanlar, insanımsı fareler görebilirsiniz örneğin. ardından mutlaka, uykusuzluk gelir. bir gün uyanırsınız ve son uyanışımız olur bu. bedeniniz yaşlanmaya başlar. beyniniz o denli yorgun düşer ki tam bir tam bir bunama haline geçer. evin içinde elinizde sineklik, alarm çalarak tepenizde dolaşan ama aslında varolmayan uçan saati haklamaya çalışarak dolanırsınız. sonra komaya girersiniz böylece ölürsünüz. neyseki bu noktada ölümü muhtemelen açık kollarla karşılarsınız.
    siz siz olun, hastalığı taşıyan insanların soyundan gelmemeye bakın.
    hastalık, aspirin ve sıcak sütte kolaylıkla tedavi edilebilir? derdim ama ne iyi olurdu böyle değil mi. değil, maalesef tedavisi yok.
    uyku haplarını bile yararı yok, bilimciler, hastalığın gen terapisiyle tedavi edilebileceğini düşünüyor, bu da bozuk olmayan bir genin nakledilmesiyle mümkün oluyor ancak, buda şuanki teknolojide mümkün değil.

    jakob hastalığı
    bazen sünger gibi beynin var ifadesi bilişsel işlevlerimize yönelik bir iltifat olarak kullanılır yani olguları ve becerileri çabuk öğrendiniz manasında. ancak bu hastalığa mensup iseniz gerçekten sünger gibi bir beynimiz olduğu anlamına gelir; delik deşik ve basketbol istatistikleri tutmak için de işlevsiz.

    bu hastalık, perion denilen suda erimeyen proteinlerin beyninize nüfus ettikten sonra hücre fonksiyonlarını bozup hücrelerin ölümüne neden olmasıdır. prionlar katlanarak çoğaldıkça, ölen beyin hücrelerinin sayısı da katlanır ve beyin dokunuz da küçük delikler oluşur, dolayısıyla, beyniniz sünger kıvamına gelir.
    öleceksiniz kurtuluşu yok fakat ne zaman öleceğinizi sizin ve yakınlarınızın çektiği acıları ne kadar süreceğini bilmek isteyebilirsiniz. önce muhtemel zihin karışıklığı ve hafıza kaybı yaşayacaksınız. ardından, bunuma, paranoya ve daha başka zihinsel bozulmalar. bütün bunları fantom kaşıntıları, motor becerilerin kaybı, kasılma ve nöbetlerle izleyecek.
    gözlerinizde etkilenecek, kör noktalar oluşacak ve biçimleri algılamakta zorlanmaya başlayacaksınız, sonunda komaya gireceksiniz sonra da öleceksiniz ölüm genellikle ilk belirtileri gözüktükten iki yıl sonra gerçekleşir.
    bu hastalığın tedavisi yok.

    hiponatremi, su zehirlenmesi
    fazla su içer, komaya girer ve ölürsünüz.

    herkes az su içmenin dehidrasyona neden olacağını, bunun da baş dönmesi bulantı, baş ağrısı ve ağır vakalarda ölüme yol açacağını bilir. evet, belirtiler tıpatıp aynı adı zehirlenmesi ile. yüzden basketbol potasının arkasında mide krampından iki büklüm kusarken ve ne yapmanız gerektiğini düşünmeye çalışırken kafanız karışabilir. fakat başında doğru miktarda su içseydiniz başınıza bunlar gelmezdi.
    su zehirlenmesi çok hızlı gelişir. belirtileri bir saat içinde giderek şiddetlenir. terlerken bedeniniz su ve sodyum atar, bedenin bütün kaslara ve organlara, su dağıtmak için tuza ihtiyacı vardır. ancak, su ve sodyum atmaya devam ederseniz ve onun yerine sadece su alırsanız bedeninizde çok fazla su ve yetersiz miktarda tuz oluşur. suyun dağıtılmasını sağlamaya yetecek kadar sodyum bulunmuş olmadığı için kullanıma girmeyen fazla su şişmenize neden olur. sorun da o noktada başlar kaslarımıza kramp girer mideniz bulanır beyninizde kalan su da zamanla beyninizin kafatasının içinde şişmesine neden olur. buda, baş ağrılarına nöbetleri, koma ya da ölüme yol açar. dehidrasyon ile şaşılacak derecede benzerlik gösterir.
    bundan korunmanın en iyi yolu fiziksel bir aktiviteye başlamadan önce, sodyum açısından zengin bir şeyler yemektir. ozaman doğru miktarda su içtiğinizde kanınızdaki hassas su/sodyum dengesinin kurulmasını sağlamaya yetecek kadar sodyumunuz solacaktır. ancak çok fazla sodyum almayın çünkü bu da yüksek tansiyona dolayısıyla kalp krizine ve muhtemelen ölüme neden olur.
    bu hastalığın belirtilerini fark ettiyseniz o anda ne yapıyorsanız, bırakın ve sodyum açısından zengin bir şeyler yiyin, aksi takdirde komaya girme riskiyle karşı karşıya kalırsınız. tabii dehidrasyon belirtileri iseyse bunlar. çünkü her ikisininde belirtileri tamamen aynı. belirtiler dehidrasyon olsaydı, her ne yapıyorsanız, bırakın bol su içmeniz gerekirdi. o yüzden belirtilerin dehidrasyondan kaynaklanmadığından emin olun çünkü dehidrasyon olduğunu sanıyorsanız ve aslında hiponatremiyse ve su içmeye devam ederseniz, komaya girersiniz.

    amnezik kabuklu zehirlenmesi
    birkaç bozuk deniztarağı yersiniz ve sonra az önce ne yediğinizi tamamen unutursunuz .

    en sevdiğiniz, tenis ürünleri restoranında deniztarağı ızgarası yemektesiniz ya da üzerinden erimiş tereyağı damlayan isteridye buğulama belki. yada soslu midye, koca koca italyan ekmeği parçalarını bandırmadan yiyemeyeceğiniz türden hangisi olduğunun önemi yok. suyu süzerek beslenen, herhangi bir deniz kabuklusu olabilir. neyse yemeğinizin tadını çıkartmaktasınız ve hayatınızın bildiğiniz halinin amnezik kabuklu zehirlenmesi yüzünden son erdiğinin farkında değilsiniz.

    beyaz şarapla birlikte midenize indirdiniz kabukluların hatırı sayılır dozda domaik asit içerdiğini bilmiyorsunuz. domaik asit, belli tür yorsunlar da bulunan doğal bir bir biyotoksindir.kabuklu yosunu emmiş sindirmiş ve zehirini bir kenarda toplamıştır. sonra tutulmuş ve en sevdiğiniz restorana gönderilmiş ve şu anda yemekte olduğunuz leziz yemek olarak önümüze gelmiştir. bu zehirlenme, yemekle birlikte sizde artık başlamıştır ve birazdan bulantıya ve kramplara neden olacaktır. şanslıysanız bu kadarla kalacak değilseniz merkeze sinir sistemine ve beyninize ilerleyerek doğrudan hipokampüse saldırarak yeni anılar edinmenizi engelleyecek ve uzamsal yetilerinizi etkileyecek.
    zehirin etkilerini yemeği takiben 6 saat içinde hissetmeye başlamanız gerekir, sık sık kusacaksınız fakat size sadece bir kez oluyormuş gibi gelecek birkaç saat sonra anahtarlanızı nerede bıraktığınızı yada 5 dk önce ne yaptığınızı hatırlayamadınızı idrak edeceksiniz. sonra şunu tekrar idrak edeceksiniz, yeni bir şey öğrenme yeteneğinizi yitirdiğinizi keşfedeceksiniz aslında keşfedemeyeceksiniz, birdaha hiç bişey keşfedemeyeceksiniz.
    butun bunlardankorunmanın tek yolu, kabuklu deniz ürünleri yememektir ne tarak ne ne midye ne istiridye ne yengeç. zehirin etkisini yok edemezsiniz yersiniz.bir panzehiri yoktur.

    candiru istilası
    ne olduğunu bilmek bile istemezsiniz . halk dilinde kürdan balığı veya vampir balık olarak tatlandırılan candiru, ince bir yayınbalığı türüdür. idrar yolunuza yüzüp oraya yerleşir. kesinlikle can yakar hemde çok. kaygan kuyruğundan yakalamayı başarsanız bile çekip çıkaramazsınız çünkü geriye doğru giden solungaç dikenleri sayesinde yerine iyice tutunur. hastalığın belirtileri kanama, şiddetli acı ve korkunç derecede şiddetli acıdır. besinini oluşturan kanı emmek için dikenlere ve keskin dişlere ihtiyaç duyar. yılanbalığını andıran minik ve parazitik candiru, genellikle başka nehri balıklarına musallat olur. solungaçlarının arasında kıvrılarak kanını emer. balık ölünceye veya kana duyuncaya kadarda orada kalır. ancak bunun, insan idrarından düşkün olduğu ve kaynağını, yüzerek kendine bir insanın kullanabileceği söylenir.

    çok çok çok fazla acıya hazırlıklı olun. içinizdeki hayvan kanınızı ve ettiniz emecek, dişlerini idrar kanalınızın içinde geçirecek ve beslendikçe büyüyecektir. sebep olduğu kanama ölüme sebebiyet verebilir. öldürmese de çektiğiniz eziyet yüzünden ölmeyi isteyebilirsiniz. korunmak için yüzerken suya işemeyi özelikle de balığın yaygın olduğu güney amarika'da.

    şemsiye gibi açılan geriye dönük dikenleri yüzünden çekip çıkaramazsınız. balığı ameliyatla kestirebilirsiniz ancak bu maliyetli ve karmaşık bir işlemdir. bütün bunlara katlanmaktansa penis kestirmeyi tercih eden hastalarda çıkmıştır.

    askariyaz, solucan hastalığı
    habersiz bir sınav sorusu; dişi bir ascaris solucanı bir günde 200000 yumurta bırakabiliyor ve bunun yaklaşık olarak bir yıl süren yetişkinlik yaşamında hergün yapabiliyor. içinizde 3 düzine askari solucanın yaşadığını varsayarsak bu solucanlar yaşam süreleri zarfında, içinizde kaç yumurta üretir. askariyaz hastalarının anüslerinden büyük düğümlenmiş kımıl kımıl parazit kümeleri çıkardıkları biliniyor. ki, aynı anda hem tatmin edecek hemde kafayı yedirtecek denli travmatik olabilir bu durum, uzunluğu 20 santim bulan ascaris, yaşamının büyük kısmını küçük bağırsak da geçirir, ortak ürer, yumurtalarını bırakır ve bağırsanızda yarı sindirilmiş besinlerle beslenir. arada sırada biraz damarını kanla ıslatmak için bağırsak mukozanıza gömülür.

    asgari solucanın yumurtaları vucuttan dışkıyla birlikte dışarıya atılır. ve toprakta pasif olarak birkaç yıl bekler, yeni biri tarafından yutuluncuya dek. midesine indirdikten sonra küçük bağırsağa geçip orada üremeye başlar. bu arada sorunun cevabı, vücudumuzda tam olarak 2 milyar 628 milyon askari solacağını yumurtası bulunur, bu yumurtaların yumurtaların, o yumurtaların yumurtalarını saymıyoruz bile.

    askari yumurtaları, dolaşım sistemine dahil olur ve akciğerlerimize yerleşir. akciğer kanamasına ve solunum güçlüğüne neden olurlar. ölebilirsiniz ama özellikle yumurtaları akciğerlerinize geçerken iltihapa neden olmuşsa. solucanlar, bağırsak safrasınızı ve pankreas kanallarını bloke ederek, karın zarında ölümcül enfeksiyon anlamına gelen peritonite hastalığa neden oldukları görülmüştür. bağırsakları tıkanan insanların zaman zaman dışkı kusmak anlamına gelen kopremezis yaşamaları mümkündür.

    yemek yemeyin, ascaris yumurtaları sinir sistemine böyle girer. mide asitleri, yumurtaların kabuklarını eriterek bu larvaların çıkmasını kolaylaştırır.
    bu hastalığın genel kabul görmüş bir tedavisi yok, bazı ilaçların bağırsaklardaki solucanları kökünü kuruttu biliniyor ancak akciğerdeki larvanın çürümesi bağırsaklardan daha tehlikeli olduğundan, akciğerdeki tedaviler uygulamak çok risklidir.

    döngüsel, kusma sendromu
    sürekli kusarsınız.
    duyguyu iyi bilirsiniz. midenizde bir çalkantı ve baş dönmesi, kemiklerinize kadar üşürken bir yandan da ter içinde kalırsınız. gözlerinizi bir noktaya odaklayamazsınız elinizi dengenizi sağlamak için birşeyler uzatırsınız. sonra dilinizin altındaki o tükürük fazlalığı, yine de yutkuramazsınız. tuvalete koşar ve yarı sindirilmiş yiyecekleri ağzınızdan dışarı fışkırır. mideniz boşanmış gözlerinizde yaş birikmiştir . normal bir insan için en zor kısmı bittiği için kendini rahatlamış hissedersiniz fakat siz öyle olmadığını bilirsiniz, daha başlangıçtır. bu sendromdan muzdarip biri olarak dışarıda geçireceğiniz gece sona ermiştir, eve dönmek zorundadır ve muhtemelen yolda birkaç kez daha kusacaktır . hatta gecenin kalanında gayet istikrarlı bir biçimde, kusma devam eder, hatta tüm bir hafta sonunda ve buna neyin başlattığını bilemeyeceksiniz. zamanınızın yüzde doksannında kendinizi gayet iyi hissederek geçireceksiniz tamamen sağlıklı da ancak ancak bu aşina olduğunuz karın ağrısı ve mide bulantısı başladığını hissettiğiniz anda bilirsiniz, saatler ve günler boyu sürecek olan, kusma başlayacaktır. fakat zamanla geçer, birkaç haftaya kadarda sizin size uğramaz, birkaç hafta daha faal olursunuz bir dahaki sefere dek.

    kusmanın bazı muhtemel yan etkileri daha vardır, yemek borusunun alt kısmının yırtılmasına veya midesinin hırpalanmasına neden olacaktır ve ayrıca çıkan asit yemek borusuna hasar verebileceği gibi dişlerinizide çürütebilir.
    döngüsel kusmaz sendromunun nedenleri bilinmiyor. nerdeyse herşey nöbeti tetikleyebilir. tedavisi yoktur, bir kere olmuşsa bundan sonra hep var demektir, bazı münferit vakalar ise tedavi edilebilir. asit üretimini azaltarak mideyi rahatlatan ilaçlar yarar sağlayabilir.

    kronik idiyopatik ishal
    günde 25 kez patlayıcı bir ishalle tuvalete koşarsınız.
    hayatınızda yaşadığınız en şiddetli en sulu ishali düşünün. şimdi bu ishalin günde 25 kez yaşadığınızı düşünün. ve bu halin tam 4 hafta sürdüğünü ve bu aylik atakların 3 yılda birkaç kez tekrarladığını düşünün.
    bu hastalığa yakalanırsanız işinizi bırakın, evinizden dışarı çıkmayın. planlarınızı iptal edin ve kendinize en yakın tuvalete koşarak geçireceğiniz uzun günlere hazırlayın. birde muazzam bir tuvalet kağıdı tüketimi ve çok sayıda pişik ekleyin. muhtemelen kramp, bulantı, ateş ve kilo kaybı da yaşayacaksınız. neden kaynaklandığını kimse bilmediği için korunmak oldukça güç, ancak bilinmeyen bir enfeksiyonun sebep olduğu tahmin edildiği için yapabileceğiniz birkaç birşeyler pastörize edilmemiş süt içmeyin klorlanmamış sulardan içmeyin.

    yanan ağız sendromu
    ağzınızda sürekli bir yanma duygusu vardır ve bu yıllar boyu devam eder. bugüne dek tıp dünyasının yanan ağız sendromuyla ilgili olarak vardığı tek ortak görüş, çok acı verdiğidir. ağzınızda,dilinizde, damağınızda, dudaklarınızda tat kaybı yada acı metalik bir tat ile birlikte sürekli bir yanma duygusunu tahayyül edin. ağzınızı, çamaşır suyu ile çalkaladığınızı düşünün. işte sürekli böyle hissedeceksiniz. genellikle diyelim, sabahları uyandığınızda kısa bir süre için kendinizi gayet iyi hissedebilirsiniz. ancak geçmiş deneyimlerinizden bildiğiniz üzere, yanma duygusu öyleye kadar geri gelecek akşam arasında yavaş yavaş sürünerek artacak, gün boyunca giderek şiddetlenecek, gitmesini en çok istediğiniz zamanda gece uykudan önce yani doruk noktasına ulaşacaktır. bu döngüyü yıllar boyunca her gün yaşayacaksınız.
    şu önlemler yanan ağız sendromunu hafifletmekte eşit ölçüde yararlıdır; yonca, at nalı, tahtaya vurmak ve çok isteyerek dilek tutmak. sorun şudur ki, hastalığın neden kaynaklandığı bilinmediği için korunmanın bir yolunu bulmak neredeyse imkansızdır. bazı hekimler bu sendromu, c vitamini, çinko ya da diş eti ameliyatlarında ortaya çıkan problemlerden kaynaklandığını düşünmektedir. fakat hekimlerin büyük çoğunluğu hastalık, kendilerinde olmadığı için mutlu olmakla yetinmektedir. bilinen bir tedavisi olmadığı için hastalığın tedavisinden çok verdiği rahatsızlığı en aza indirmekle yetinilmektedir. ağır ağrı kesicilerin faydası olduğu görülmüştür. yanan ağız sendromu, vakaların yarısında ağrı birkaç yıl sonra kendiliğinden geçer fakat diğer yarısında...
    mantığa aykırı görünse de yemek yemek, yanan ağız sendrom belirtilerinde bir süre rahatlama sağlıyor, bu da hastalığın ağız sa sinir hasarıyla ilgili olduğu görüşüne, geçerlilik kazandırıyor. teoriye göre, tat almaz sinirlerinden biri hasar görmüştü, beyne tat duygusu gönderemediği için onun yerine acı duygusu gönderiyor.

    romatizmal kore

    romatizmal kore, a grubu streptokok bakterisinin oluşturduğu bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır aynı zamanda. bakteri enfekte etmeye, genellikle boğaz ve bademcik iltihabıyla başlar fakat zamanla onları omiriliğe sıçrayarak beynin beden hareketlerinin denetlenmesine engel olur. kahveyi içmek, gömleğimizi düğümlemek yada atm makinesini şifresini girmek imkansızlaşır. yapabileceğiniz hiçbirşey yoktur, elleriniz ayaklarınız kafalarınız kafasına göre, sağa sola sallanır. hastalık giderek ilerler ve sonunda yürüyemeyecek çalışamayacak sulu boya yapamayacak duruma gelirsiniz. parmaklarınız tuhaf açılarla çarpılır ve elleriniz, rastgele salınır ve siz her şeyin farkında olmanıza rağmen hiçbirşey yapamazsınız. insanların çoğu bu bakteriyi taşır ve taşıyanların çoğu bundan habersiz olduğu için bu bakteriden korunmak zordur. penisilin ile tedavi edildikten sonra bu hastalık kendiliğinden geçer. not: kore, sözcüğü eski yunanca'da dans demektir.

    erken yaşlanma, werner sendromu
    bu rahatsızlık, genelde 20 yaşlarda veya otuzlu yaşlarda ortaya çıkar ozaman kadar normal bir hayat sürebilirsiniz. derken inanılmaz bir hızla yaşlanmaya başladığınızı fark edersiniz. cildiniz kırışır, gözünüz bozulur, saçını kırlaşır ve kas kitleniz azalır ve kamburlaşmaya başlarsınız. otunuza geldiğinizde 60 yaşındaki gösterirsiniz kırkınıza geldiğinizde seksen. ellinize geldiğinizdeyse şey, ellinize diye gelemezsiniz çünkü bu hastalar genelde kırklı yaşların sonunda ölür. bu hastalıktan korunmanın bir yolu yok, genetik bir bozukluktur. tedavisi yoktur, normal yaşlılık belirtilerini nasıl tedavi edilirse öyle tedavi edilebilir şikayet ederek, daha çok.

    yabancı el sendromu
    yabancı el sendromuna yakalanacak olursanız, şeytani bir güç kollarınızı hakimiyetini ele geçirmiş gibi hissebilirsiniz fakat tasalanmayın .beyniniz muhtemelen felç, ya da başka bir sebeple tramvaya uğradığı için ağır hasar görmüştür. bu sebeple iki yarı küre gerektiği gibi çalışmamaktadır. bu yüzden pasif bir kişilik yabancı elin hareketlerini kontrol ederek, sizin öz kişiliğinizi öldürme çabalamaktadır. bu nörolojik hastalığa muzdarip olanların çoğu kontrolden çıkan elin kendine özgü bir aklı olduğunu ve kendilerine zarar vermek istediğini düşünmektedir. fakat bu herzaman doğru değildir. bazen bu bluzunuzu yada pantolonunuzun düğmesini çözer ya da ağzınızdaki yemeğe dışarı çıkarır veya başkalarının önünde mastürbasyon yapar.

    ölmeyeceksiniz. yeterki yabanca sendromu bir beyin tümöründen kaynaklanmasın. ozaman muhtemelen öleceksiniz.
    yabanca sendromunun tedavisi yok, bazen birkaç hafta sonra kendinden geçer bazen yıllarca sürer, siz onu meşgul etmeye devam edin.

    akinetik dilsizlik
    ömrümüzün kalan günlerini normal uyku düzeninde fakat hiç konuşmadan ve hareketsiz geçirirsiniz. bu hastalık hastanın konuşmadığı ve hareket edemediği fakat normal uyku düzenini sürdürdüğü nörolojik bir hastalıktır. hasta gerçekten uyanıktır fakat konuşamaz ve hareket edemez, gözleriyle odada olup bitenleri izler. felçte olduğu gibi fiziksel bir yetersizlik sözkonusu değildir, hastanın ayağa kalkıp herkese bütün tıbbi analizlerini falan kesmelerini söyleyecek gücü vardır. ama bunu yapmaz çünkü beyin izin vermez. hastanın etrafında olup bitenlerin ne ölçüde algılıyor, tam olarak bilinmiyor çünkü hasta, sorular yanıt vermeme konusunda çıldırtıcı bir inada sahiptir.
    bu hastalığa yakalanmışsanız durumunuz hiçte içiçe değildir, bütün bir sağlıklı hayat'ı yatağa mahkum, hareketsiz ve konuşmadan geçireceksiniz. beynimizin frontal lobu hasar gördüğünde ortaya çıkar ve kimse böyle birşey istemez.

    et yiyen hastalık.
    evet çürüme, bedenimizin ayrıştırma sürecinin ve yaşam döngüsünün önemli bir parçasıdır. fakat bakteriden en azından etinizi yemeğe başlamadan önce ölmenizi beklemesini düşünecek kadar görgülü olması beklenir. fakat bu bakteri, ölümün canı cehenneme, ben şimdiden işe koyuluyorum der. kısa süre sonra teninin derinizin altında çürüme sürecini başlatan zehir ve enzimleri salgılamaya başlar. sonra siyah irin dolu kabarcıklar ve sıcak bir rengi bozuk kangrenli yaralar halinde yüzeye yayılır. ölebilirsiniz, bakterinin salgıladığı seyler organlarınızı bir krize sokar, bunun sonucunda akciğerleriniz böbrekleriniz kalbiniz gerektiği gibi çalışamaz. iltihaplı kısımlarının kesilip atılması gerekir bu hastalığın başka bölgelere sıçramasını engeller.

    jinekomasti
    ortalama bir erkek, biçimli ve sıkı bir çift meme için çıldırır . ne var ki, memeler o memeler bir erkeğe aitse işin rengi değişir, hatta ters etki yapar, hem önemli olan memelerin kadınlar da daha güzel olmasıdır.
    bu rahatsızlığın sebebi, vücuttaki testesteron ve östrojen düzeylerindeki dengesizliğin bir sonucudur. östrojen fazlası vücudunuzun dişileşmesine neden olur ve yavaş yavaş, meme gömleğin düğmesini zorlamaya başlayınca herkes bunu fark etmeye başlar. hastalığın sebepleri en önemlisi, bilinen marihuana kullanımı. ot kullanımı ve uyuşturucu kullanımı meme büyümesi sorununa yol açar, erkeklerde uyuşturucu kullanmayı bıraktığınızda bu sorun kendiliğinden geçecektir ancak bırakmazsınız ömrümüzün sonuna kadar tedavi içinde kalırsınız.
    ama aslında ergenlikte ki, çocukların çoğu hastalığa uğramıştır.
  5. aşk, sevgi ve bağlılık hormonu olarak da bilinen oksitosin hormonunun yaşlı kas hücrelerinde rejenerasyon yaptığı gözlenmiştir.

    yazar notu: büyüklerinize sarılmak için bayramları beklemeyin. bazen sıcak bir sarılma kas dokusunu bile iyileştirebilir.
  6. hamile olan karacalar, şayet havanın kötüye gittiğini hissederlerse bir bitki tüketiyorlar, yeşil yapraklı. bu doğum anı yaklaşan karacanın, doğuma hazırlanmasını geciktiriyor. kendini daha emniyette hissettiği an doğumunu yapıyor.

    bu nasıl güzel bir annelik içgüdüsüdür dedim öğrendiğim an.
  7. “Yıldızların yüzlerce, binlerce yıl önceki halini görüyoruz. Kimbilir, belki o yıldız çoktan yok oldu ama biz henüz bilmiyoruz…” sözünün "çok büyük oranda hatalı" olması.

    !---- spoiler ----!

    “Yıldızların yüzlerce, binlerce yıl önceki halini görüyoruz. Kimbilir, belki o yıldız çoktan yok oldu ama biz henüz bilmiyoruz…” Evet, bu sözü çok duymuşsunuzdur. Başta çok doğru gibi görünüyor ama değil. Daha doğrusu, “çok büyük oranda hatalı”. Bizler çıplak gözle, dürbünle veya amatör teleskoplarla (istisnalar hariç) sadece galaksimiz Samanyolu içerisindeki yıldızları görebiliriz. Galaksimizin çapının yaklaşık 100 bin ışık yılı olduğu ve bizim de tam galaksi kenarında bulunmadığımız düşünülürse, görebileceğimiz en uzak yıldız yaklaşık 75 bin ışık yılı uzakta yer alır. Hadi biz küresel kümeleri ve en yakın cüce galaksi komşularımızı da işin içine katarak 150-200 bin ışık yılı uzaktaki yıldızı gördüğümüzü varsayalım. Bildiğiniz gibi bir yıldızın ışık yılı olarak uzaklığı neyse, onun o kadar yıl önceki halini görüyoruz. Çünkü ışığın hızı sınırlıdır ve bize ulaşması için belli bir zaman geçmesi gerekir. Örneğin ışık 9.5 trilyon kilometrelik bir mesafeyi, tam 1 yılda kateder. Buna basitçe “ışık yılı” diyoruz. Yani aslında ışık yılı terimi zaman değil, bir uzaklık birimidir. Bize en yakın yıldız olan Proxima Centauri yaklaşık 40 trilyon kilometre uzakta olduğuna göre, onun 4.2 yıl önceki halini görüyoruz demektir. Yıldızın uzaklığı arttıkça, daha da eski zamanlara ait görüntüsünü görürüz.

    Bir yıldız için 50, 100 veya 200 bin yıl sadece bir göz kırpma süresidir ve bu geçen sürenin ortalama ömrünün yanında esamesi okunmaz bile. En kısa ömürlü yıldız bile yaklaşık 2 milyon yıl kadar yaşar. Eğer böyle kısa ömürlü bir yıldızı gözlemliyorsanız, o anki halini inceleyerek ne kadar ömrü kaldığını hesaplayabilirsiniz. Yıldızın ölümünün yaklaştığını tespit ettiğinizde ise diyebileceğiniz tek şey; “bu yıldız önümüzdeki birkaç yüzbin yıl içinde sönebilir” olur. Ama unutmayın, bu yargıya sadece belirttiğimiz çok kısa ömürlü dev yıldızlar için varabilirsiniz.

    Evrende var olan yıldızların %50’sinin ömrü, 100 milyar yıldan, %30’unun ömrü 40 milyar yıldan, %8’inin ömrü 20 milyar yıldan, %5’sinin ömrü 5 milyar yıldan, %3’ünün ömrü 1 milyar yıldan, %3’ünün ömrü 100 milyon yıldan uzundur.

    Bizim çıplak gözle gördüğümüz yıldızların %99’u son %3’lük dilime giren 1 milyar ila 100 milyon yıl arasında yaşayan yıldızlardan oluşur. Dolayısıyla gördüğünüz yıldızların %99’u için 100 bin yıl hiçbir değişiklik gözlemleyemeyeceğiniz kadar kısa bir süredir. Bu süre içinde görebildiğiniz yıldızların ancak %0.0001’i yok olacaktır.

    Dolayısıyla bir yıldıza bakıp “belki artık orada değil” demek, sevgilinizi kültürünüzle etkilemeniz dışında pek bir anlam ifade etmez. Büyük ihtimalle o yıldız, siz ölüp petrole dönüştükten, hatta belki de bütün insanlık yok olduktan sonra bile orada parlamaya devam edecek.

    Zafer Emecan
    !---- spoiler ----!

    kaynak
  8. dünyada geçmişten bugüne, insan aklının çözemediği, bilimin açıklayamadığı ve insanları dehşete düşüren, yaşanmış birçok olay var. her nedense, bu tarz paranormal olaylar, herkesin bir hayli ilgisini çekiyor. biz de buradan yola çıkarak, ilginizi çekebileceğini düşündüğümüz çok acayip bir olaydan bahsedeceğiz sizlere.

    işte “silent twins (sessiz ikizler)” olarak tüm dünyaya ün salmış, hayatınızda görüp görebileceğiniz en tuhaf ikizlerin, sizi hayrete düşürecek ve bugün bile gizemi çözülemeyen hikayesi.

    1963 yılında barbados’da dünyaya gelen june ve jennifer kardeşler, tek yumurta ikizleri.
    june ve jennifer kardeşlerin anneleri ev hanımı, babaları ise kraliyet hava kuvvetleri için çalışan bir teknisyen. ve ikizler dünyaya geldikten sonra gibbons ailesi, galler’a taşınıyor.

    bu ikizler doğdukları andan itibaren etle tırnak gibi birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar; o kadar ki, kendi aralarında kimsenin anlayamadığı özel bir dil geliştiriyorlar ve bu dile de “cryptophasia” ismini veriyorlar.
    ikizlerin arasında konuştuğu bu dili, çevrelerindeki kimse anlamıyor. taşındıktan sonra gittikleri okulda, sadece kendilerinin siyahi olması, dışlanmalarına sebep olunca da, bu dil iyice kuvvetleniyor; giderek daha anlaşılmaz bir hal alıyor.

    bu da yetmezmiş gibi, zamanla birbirlerinin verdiği anlık tepkileri bile taklit eder hale geliyor ve adeta birbirlerinin aynası oluyorlar…

    giderek birbirlerine daha fazla bağlanan ikizler, en sonunda küçük kardeşleri rose dışında hiç kimseyle konuşmamaya başlıyorlar.
    bu tehlikeli gidişat yüzünden, ikizler 14 yaşlarına geldiğinde, terapistleri onları ayırma kararı alıyor ve ikisi de farklı yatılı okullara gönderiliyorlar.
    ama nafile. bu ayrılık bile onları başkalarıyla iletişim kurmaya itmiyor. tekrar bir araya geldiklerinde, birkaç yıl boyunca kendilerini odaya kapatıp orada herkesten ve her şeyden izole bir yaşam sürüyorlar.
    hiçbir koşulda başkalarıyla iletişim kurmayan ikizler, en sonunda bir karar alıyorlar: “eğer bir gün, birimiz ölürse, diğerimiz normal bir hayat yaşayacak ve diğerleriyle konuşacak.'
    gibbons ikizleri, kendilerini odaya kapattıkları dönemde, pembe dizi tadında birçok öykü yazıyorlar. bu öyküleri bazen kardeşlerine sesli bir şekilde okudukları da oluyor… zamanla bu işi ciddiye alan ikizler, posta ile çalışan bir yaratıcı yazarlık kursuna da katılıyorlar ve çeşitli romanlar yazıyorlar.
    yazdıkları roman ve öykülerdeki korkutucu detaysa, karakterlerin oldukça tuhaf olan davranışları ve suça yatkınlıkları. sonrasında bu romanları dergilerde bastırmak istiyorlar ama bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlanıyor.
    bu garip ikizlerin, ilerleyen yıllarda birbirlerini öldürme girişimleri de oluyor… biri diğerini radyo kablosuyla boğmaya; diğeri ise ikizini köprüden atmaya çalışıyor…
    jennifer ve june, daha sonra çeşitli suçlar işliyorlar ve 14 yıl boyunca kalacakları akıl hastanesine gönderiliyorlar. hastanede, yüksek dozda ilaç tedavisine maruz kaldıkları için jennifer’da zamanla bizim “tik” dediğimiz kendini tekrarlayan istemsiz hareketler oluşuyor.
    sonra kardeşlere verilen ilaçların dozu azaltılıyor; ki eskisi gibi öykü, roman yazabilsinler. ancak ikizler yazma yeteneklerini çoktan kaybettikleri için, bir daha herhangi bir şey yazamıyorlar.
    akıl hastanesine kapatılan ikizler için çeşitli basın organlarında “dahi ikizler konuşmuyorlar” şeklinde haberler yapılıyor…
    elbette, boş bir haber değil bu. hastanede yapılan zeka testlerinin referansıyla. yani ikizler gerçekten de, çok zekiler. bu haber sayesinde, haberi yapan marjorie wallece, ikizlerin tek arkadaşı oluyor.
    hatırlarsanız; ikizler yıllar önce bir anlaşma yapmışlardı… işte sonunda o anlaşmanın günü geliyor ve ikizler, aralarından birinin ölmesi gerektiğine karar veriyorlar…
    uzun tartışmaların ardından da jennifer, kendini öldürmeyi kabul ediyor. hatta bu kararlarını, tek arkadaşları olan wallace’ın kulağına şöyle fısıldıyor: “marjorie, ben öleceğim. karara vardık.”
    1993 yılı mart ayı… ikizler başka bir hastaneye transfer edilirken, yolculuk boyunca jennifer, june’un omzunda uyuyor. ve bir daha uyanmıyor.
    jennifer’i hemen hastaneye götürüyorlar. vücudunda hiçbir ilaç veya zehire rastlanmıyor.
    jennifer’ın ölüm sebebi, kalbinde oluşan ani bir patlama olarak tespit ediliyor ancak bunun nedeni hala gizemini koruyor…
    ikizlerin tek arkadaşı wallece, jennifer’ın ölümünden sonra june ile konşuşuyor. june’ın söyledikleri ise gerçekten tüyler ürpertici: bizler savaş yorgunlarıyız. uzun bir savaştı ve sonunda birimiz bu kısır döngüyü sona erdirdi. sonunda özgürüm. onun karanlık gölgesinden kurtuldum. nihayet jennifer benim için hayatından vazgeçti.”
  9. edit, yazar bu bir kurgudur diyor ancak ankara patlamasında şehit kağıt toplayıcısı çocuğun- ki pek kimse ve basın o çacuğu görmezden geldi lanet olsunlar- anısına yazılmış bir hikaye, aslı kadar gerçekliği var bu hayatın, bir yaşanmışlığı.
    bunu okuduğunuz da ufkunuz değil ama insanlığınız iki katına çıkacak.

    onun hikayesi bir yandan yaşadığı zorlukları iliklerimize kadar hissettirirken; bir yandan da onun bu zorlukları yaşamasına; kalbinin böyle kırılmasına sebep olanlardan birinin ben; ya da bu yazıyı okuyan sen olduğunu düşündürüyor.

    muhammet’in hikayesi, sizi üzmesin. çünkü buna hiç gerek yok. sadece ders olsun. herkese, hepimize; sana, bana. kimseye etiket yapıştırmamayı, görüntüye aldanmamayı, sokakta yürürken bir sadece bir kediye, bir ağaca değil; bir insana bakarken de “sevgiyle” bakabilmeyi öğretsin.

    adım muhammet. on dokuz yaşındayım. atık kağıtlar topluyorum ve kızılay`dan ulus`a kadar üç kez yürüyerek gidip geliyorum her gün.

    beş arkadaşımla kalıyorum iki göz odalı bir evde. onlar atık kağıt toplamıyor; mevlüt inşaatta çalışıyor mesela, hüseyin halde hamallık yaparken, sidar ve yunus ayakkabı boyacısı. aramıza bir arkadaş daha katıldı. adı abbas. çalışmıyor o, diyaliz hastası. abbas`a biz bakacağız.

    on üç yaşından beri kağıt topluyorum ankara`da. niğdeliyim. ilkokula başladığım yıl geldik ankara`ya. ortaokulu bitirebildim yalnızca; hep takdir alarak geçtim sınıfları.

    liseye yazdırmadı babam; sokağa saldı beni çalışıp da işe yaramam için. o gün bugündür sokaklardayım; çizgili, çizgisiz, kareli, beyaz ve rengarenk kağıtlar, kartonlar topluyorum.

    çalışmaya başladığım yıl babam terk etti bizi. kumar borcu vardı; çekti gitti bir sabah erkenden. ben geçindirdim evi. annem severdi beni, “aslan oğlum” derdi.

    yanaklarımı okşardı bazen. babam gideli dört ay olmuştu; komşular bir adam bulmuşlar anneme. kumar oynamazmış, namazında niyazında bir adammış. eşi vefat etmiş. iki kızı varmış adamın. anneme demiş, “sen kabulümsün, çocukların da kabulüm ama muhammet olmaz!” şaşırmış annem, “niye olmazmış muhammet, o da benim çocuğum” demiş. “iki kızım var; biri on iki yaşında, biri on dört yaşında. caiz değildir muhammet`le kızlarımın aynı hane içinde olması” demiş adam. üç kız kardeşim vardı ve çok düşkündük birbirimize. annem için kolay olmadı karar vermek. oturttu beni karşısına bir gece. “bak muhammet” dedi, “seni asla bırakmayacağım, ama bir süre dayınlarda kal oğlum.” sarıldı bana; o ağladı, ben ağladım…

    imam nikahı kıyıldı, dayımlara geçtiğimin ertesi günü. haftasına kalmadan annemi, kızlarını ve kardeşlerimi alarak memleketine götürmüş adam, kastamonu`ya. dayım dedi, “annenin emanetisin bana, burası senin de evin. arada bir gelip kalabilirsin muhammet!”

    on üç yaşındaydım, bana kalacak bir yer de ayarlamamıştı dayım. komşulardan, akrabalardan kimse demedi bana, “sana yardım edelim” diye.

    on üç yaşındaydım, ankara`daydım, bir başınaydım…

    altı yıldır görmedim annemi ve kardeşlerimi. bir çok kez niyetlendim kastamonu`ya gitmeye. dedim, “kovar beni o adam; göstermez bana ailemi.” anneme küsüm; istese bana ulaşabilirdi diye düşünüyorum. çok özlüyorum kardeşlerimi; hülya`yı, havva`yı ve hanife`yi… domino oynardık dördümüz. ben bir kere bile kazanmadım; “çocuk onlar, sevinsinler” derdim. ben de çocuktum oysa…

    yürürken, kağıt toplarken, sabahtan akşama bitap düşene kadar çalışırken hep yüzlerini seyrediyorum insanların.

    mesela, sevgililer geçiyor yanımdan ve erkekler beni görünce daha bir ötemden geçirtiyorlar kadınları. erkekler, kadınlar, muhafazakarlar, devrimciler, hippiler, ibo dinleyenler, metallica dinleyenler, kafka okuyanlar, dua kitapları okuyanlar, türbanlılar, mini etekliler, herkes öyle sevgisiz bakıyor ki bana; öyle incitici, öyle hoyrat olabiliyor ki herkes…

    ibo`yu bilmeme şaşırmadınız, ama metallica`yı ve kafka`yı biliyor olmam ilginç gelmiştir size belki.

    olgunlar sokak`taki seyyar kitapçılardan kitaplar alıyorum. milena`ya mektuplar`ı okudum kafka`dan, diğerlerini de okuyacağım. birçok kitap okuyacağım ben; nietzsche`nin “böyle buyurdu zerdüşt” kitabını çok merak ediyorum mesela, bir de oruç aruoba`nın şiirlerini. keşfetmem, okumam, sorgulamam gereken öyle çok yazar, hikaye, roman ve şiir var ki…

    kitapçılar bile önyargılı bana; emeği, vicdanı, barışı savunanlar bile beni gördüklerinde kıyıcı sözler söyleyebiliyorlar ve eminim onlara ürkütücü geldiğimden.

    ikinci el kasetlerim var; metallica kasetim de var, fikret kızılok kasetim de. annem, beni dayımlara yollarken teybi bana verdi, ”sıkıldıkça müzik dinle, ama sesini kıs ha” dedi. şimdilerde teybi son ses açıyorum metallica`yı dinlerken!

    adım muhammet. on dokuz yaşındayım. beni nefretle bakarken göremezsiniz; kabalaştığıma, etiketler koyduğuma, yaftaladığıma şahit olamazsınız. bir anlama çabam var; kendimi, annemi ve sizi.

    bir öğrenme çabam var; yeryüzünü, doğayı ve evreni. yazmaya da başlayacağım; sevgisizliği yazacağım önce çöp kutularından topladığım kağıtlara ve sevgisizliği yazdığım kağıtlar geri dönüşüme gidip sevgi olarak dönecek aramıza. sevgi`li insan dostlarım olacak kağıtlarda diriliveren; sevgiyle var olan canlar, kardeşler, halklar…

    kendimle ilgili bir çok projem var. mahkemeye başvurup adımı değiştireceğim. ali haydar mı olsa adım diye düşünüyordum, vazgeçtim; adım özgür olacak benim.

    kendime ait bir kütüphanem olacak sonra. atık kağıtlar topluyor olabilirim; işim gereği tenimden yayılan koku pis gelebilir size ama en sevdiğim koku kitap kokusudur.

    doğada bir başıma yaşama projem de var. yoruldum incitilmekten, ötekileştirilmekten, lanetlenmekten. tabiat ana`ya sığınmak istiyorum ve bunun için otlarla ilgili kitaplar alıyorum. otlarla beslenmek, otlarla iyileşmek, otlarla huzur bulmak istiyorum. doğada bir başıma yaşayacaksam otların bütün kerametlerini bilmem gerekiyor.

    böbrek yetmezliği var abbas`ın; benim kardeşim oldu abbas, kız kardeşlerimin yokluğunda. ona biz bakıyoruz ve abbas iyileşmeden tabiat ana`nın yanına gitmeyeceğim.

    kafka kırk bir yaşında ölmüş; onun kadar yaşasam yeter. kitaplar gibi kokmaktır özgürlük; otlardan sevgi büyüleri yapmak ve toprağa karıştığımda bir gün, tabiat ana`nın beni şefkatle anmasıdır…

    böyle buyurdu muhammet!.
    [listelist.com/kagit-toplayicisi-muhammet/?utm_campaign=bundlehaber&utm_medium=referral&utm_source=bundlehaber link]
  10. -1935 yılında mussolini, 1939 yılında hitler, 1945 ve 1948 yıllarında ise stalin; nobel barış ödülü'ne aday gösterilmişlerdir.