1. şuralara geleli çok olmadı.
    ekşinin yöneticilerinin halinden, insanlıktan çıkmış grupların atışmalarından, gerekli gereksiz açılan başlıklarından yorulup, sevdiğim yazarların bir bir gidişine hüzünlenip, çok sevdiğim badimin ardına düşüp geldim buralara.

    "interaktif kültür ağı" deyince şimdi insanın aklında ekşiden bambaşka, daha düzeyli bir yer olacağı geliyor haliyle.
    insanlar müzikten, sanattan, bilimden, farklı farklı kültürlerden, hayatın içindeki güzelliklerden bahsediliyor umutlanıyorsun.

    bu yazıları yazan şahane yüreklerin kimi ile tanışabildim, kimini bir köşeden takip ettim sadece.

    ben evim gibi hissettim burayı, faydalı olmak istedim. dergi çıkartacağız dediler resim gönderdim, şiir gönderdim. kendime çok güvendiğimden mi? hayır.

    yazılar girdim. elbet boş yazılarımız da oldu ama, sözlüğe faydamız olsun, bilgi kirliliği olmasın, kültür ağı fikrine katkımız olsun istedim.
    şurada iki satır faydalı olabilmek istedim. öğrendim. yeni insanlar tanıdım ve de mutlu oldum.

    buraya kadar her şey güzel.

    sonra bir baktım kutuplaşmalar yaşanmaya başladı. artık bilmem sahte hesap mıdır, gerçek midir birleri çıktı ortalığa. tuhaf tuhaf oylamalar, bazı yazarlara alenen saldırılar yaşanmaya başladı.
    @ozee bununla ilgili olarak bir yazı yazmıştı (bkz: #106814)

    tüm bunlara dayanamayan bir kaç güzel kalem yüreğini de alıp gitti buralardan.
    (bkz: @otello) , (bkz: cipres limon) , (bkz: @ozee) , (bkz: @aylakwoman)

    neden bazı abeste iştigal lafları ve de başlıkları olan yazarların kayrıldığını da hala çözemedim açıkçası.

    "kültür ağı diye yola çıkılırken kastedileni ben mi acep yanlış anladım?" diye düşünmüyor değilim.
  2. benden gelen ilk itiraf olacak bu. çünkü çok sıkıldım. insanların sürekli eleştirmesinden, laf anlamamasından, iki dakika önce anlayıp iki dakika sonra "e tamam da niye öyle yaptın" demesinden, bencilliklerinden, başkalarını düşünüyor gibi yapmalarından, hiçbir şey yapmadan dert çekmekten sıkıldıklarını anlatıp durmalarından, bağırmalarından, susmalarından, değer bilmemelerinden, sevgilerinin sevmeleri gerektiği için olmasından ve ilk fırsatta iyilikleri yüze vurmalarından... insana ait olmaması gereken ama genlerine işleyen her türlü şeyden sıkıldım. bir insanın bir kararı verirken nelerden fedakarlıktan yaptığını, istediği sonuca ulaşırsa ne kadar mutlu olacağını bir kere bile düşünmeden sadece arkasından konuşmayı bilen o kadar insan var ki. ağızlarından düşmeyen bir tek söz. sürekli. sürekli. kendileri çok bir şey yapmış gibi yapacak olanı da salaklıkla suçlamalar... insanlara küçüklüğünde emptai hiç mi öğretilmemiş? sadece türkçe derslerinde "kendimizi karşımızdakinin yerine koymaktır örtmenim" diyip geçiştirmişler mi? neden bu kadar duygusuzuz ve asıl biz duygusalmışız gibi davranıyoruz? insanın içini açan muhabbetler etmektense neden herkes sürekli dert anlatıyor birilerine? karşısındakini dinlemeye geldiğinde de dinlemiyor? "halbuki ben sadece o gün başıma gelen komik bir şeyi anlatmak istiyordum dert anlatmayacaktım ki... kendi dertlerimle seni de sıkmak istemem sonuçta niye yapayım bunu. ama beni dinlemeyince eğlenemedin de işte güzel mi oldu? dertli dertli otur sen öyle ne yaparsan yap" demek istediğim kaç tane insan var. ama hepsi için "onun derdinden ne olur ya" denilen, görevi onların anlattıklarını dinlemek ve işlerinde yardım etmek olan, ama yeri gelince de koca adam olan ve salak salak davranmaması gereken biriyim işte. bir insanın özgüvenini kırmak için neler yapılabilirse işte öyle düşünün. şu hayatta sanata biraz yeteneğim olmasa derslerinde de vasat biri olsam ne yapardım bilmiyorum. kendime güvenmemi sağlayan şeyler onlar. birine kızınca gitarımı alır iki şarkı çalarım bir şeyler çizer yazarım, hiçbirini istemezsem takarım kulaklıklarımı müzik dinlerim. başka türlü tutunmak kolay değil. bir de size değer veren, sizi seven birilerinin varlığı. hiçbir şey yapmasalar bile varlıkları mutlu etmeye yetiyor insanı. onlar olsun yeter, bir şey yapmalarına gerek yok.

    rica ediyorum sizlerden. insanları sevin, değer verin ve onları dinleyin. bir insan size bir şey anlatmak istiyorsa o anda sizi değerli gördüğündendir. sizinle bir şeyler paylaşmak istediğindendir. hele ki eğlenceli bir şeyler anlatıyorsa can kulağıyla dinleyin. çünkü sizi güldürüp mutlu etmek de istiyor olabilir. dinlemediğiniz an ne kadar üzüldüğünü ve değersizleştirdiğinizi tahmin dahi edemezsiniz. biz birbirimiz için varız. bunu unutmayın.
    jimi
  3. hiç dokunmadığımın, hiç koklamadığımın, hiç hissetmediğimin, görmediğimin, ah beni ben anlatınca anlayanımın terkedişiyle kendime geldim.
    sadece bir ses ve kelimelerden ibaret olanla, nasıl olur da telepatik bir ilişki düzeyine gelinebilir mucizesini anlattım. anlanmadım. terkedilişimle kendime geldim.

    aldım elime en ağır demirli kazmayı ve en pis küreği. vakitin ve mekanın zerre önemsiz olduğu, yağmurla terimin birbirine karıştığı, kahrolası gece sildim, kaçtım, gömdüm her şeyi.

    öyle gömdüm ki gömdüğüm yeri hatırlarım korkusuyla gidemiyorum oraya. bilirsiniz, telefonda mesajlara girememek, galeriye girememek gibi. o siteye giremiyorum.

    anladım ki, tüm kusurlarına kurban olmak istemeyeceksin. tüm hataları, olumsuzlukları bile kalkıp sevmeyeceksin. yıllar yılı her şey ile dışlanmışı alıp, ondan daha dışlanmış yaparsanız kendinizi, o da popüler kültür insanları gibi yargılayacaktır sizi aslında olmayan şeylerle.

    her zaman azılı bir hayvan gibi saldırıp, koparıyor işte insanın bir parçasını başka bir insan.
    biz tükendiğimizi anlıyoruz fakat, onlar anlamıyorlar büyümediklerini...
  4. hala aklımdan çıkmıyor.
    aylar sonra , birbirimizi tanımamıza rağmen o kadar konuşmamızdan sonra bir araya gelebildik. bir önceki geceden mideme ağrılar girmeye başlamıştı bile.

    öğlen kalktım , kısa bir ayılma süreci , kahvaltı duş ve hazırlanmaya başladım. genel özensizim sanırım ben. siyah pantolonumu giydim , üstüne bordo bi tişört , satürn kolyesi. saçlarım biraz kendi kararlarını veren cinsten. dalgalıdır normalde ama sanki daha güzel olmam lazım bugün kafasıyla iyice kıvırcığa dönüştü. hafifinden bir makyaj yaptım , 13 yıldır olduğu gibi vanilya kokumu sıktım , çıktım evden.

    muse konseri için gelmiştim sözde istanbul'a. konser iptal oldu , gelmeyebilirdim ama bir şey çağırdı beni dayanamadım ben de iptal etmedim biletleri.

    metroya bindim. duraklar geçmek bilmiyor , yer altındayım dayanamıyorum üstüme üstüme geliyor her şey , sıcak ve kalabalık. kadıköy'de inip kendimi nasıl dışarı attım bilmiyorum bile. biraz nefeslenip sigara yaktım , her bir hücrem heyecanlı. yavaştan yürümeye başladım , buluşacağız ve bir yere gideceğiz ama yolda karar veririz diye düşünmüştük. neyse. rexx'e yürümeye başladım , unutmuşum istanbul'u biraz. buldum yolumu , beklerken bi sigara daha yaktım.

    sonra geldi. tanrım.. eğer varsan veya ordaysan sana ben o an inanmış olabilirim. bir insan nasıl o kadar güzel gülebilir? ya da ses? o nasıl bir ton? gözlerine baktım sarıldıktan sonra , beni oraya gömün..

    konuşarak yürümeye başladık ama ben bulutlar üzerinden katılıyorum seyire. karga'ya gittik yavaş yavaş. güneş batmadan içmeye başladık daha.

    uzun zamandır konu tıkanmadan kimseyle konuşmamıştım. her şeyden konuştuk. her şeyden. ve eksik parçalarımdan biri tamamlanmış gibi oldu. hayatımdaki en güzel günler listesi yapsam ilk 3e net girerdi o gün.

    saat ilerledi sonra. saat ilerlerken biz sanki sabit kalmıştık. insanlar değişti , saat geçti , güneş battı , ay bile gidiyordu ama biz zamanın o bize ait olan kısmında kaldık. burun buruna durup da kokusunu içime çekmemek mümkün değildi. başım dönüyordu ama alkolden değildi eminim ki. kafam o'ndan güzel olmuştu. parmaklarını parmaklarımın üstünde gezdirdi ; "gitmek zorunda mısın?" değildim. hiç planlamamıştım ki gitmeyi. bana kalsa işi gücü bırakıp o an istanbul'a taşınırdım. ve bir saniye bile yanından ayrılmazdım. "değilim" dedim ama sesim çıktı mı bilmiyorum. sadece göz göze geldik. o an tüm dünya camdan bir fanustu ve konuşursak kırılıp gidecekti , biz de içinde ayrı düşecektik..

    taksiye nasıl bindik , eve nasıl girdik net hatırlamıyorum. ama dedim ya , alkolle alakası yoktu. kokusundan , gülüşünden , gözlerinden kafam güzel olmuştu. belime dolanan ellerini , dudaklarımdaki nefesini hatırlıyorum. nefesim kesildi resmen.

    sonrası bir rüya. gün doğumunda yavaşlayan ve huzurla son bulan..

    başımı göğsüne koyduğum zaman saçlarımdaki parmaklarıyla uyuyakaldım. gülümsemesi hala dudaklarındaydı ve beni izlediğini biliyordum. sonu ne olur , nasıl olur bilmeden akışına bıraktım her şeyi ve hayatımda ilk defa bir şeyden zerre pişmanlık duymadım.

    çok büyük ihtimalle aşık oldum ve itiraf edemeyecek kadar korkuyorum. ama eğer itiraf edebilirsem bunu kendime biliyorum ki dünya benim için çok daha güzel bir yer olacak..
  5. üç bölüm cosmos izledim, etrafıma "napıyo lan bu evrendeki toz zerrecikleri, işler güçler ne kadar da anlamsız nallahımmm" diye gözlerimi devirerek bakıyorum...fazla bilim beni nihilist yapıyor azizim
  6. hıncahınç dolu halk otobüsü belli bi hızla keskin virajı dönerken hafif yatıyor, sanki böyle aynı yönde ittirsem devrilecek gibi geliyor. ittiriyorum bütün gücümle devrilmiyor, bu sefer de 20 kişi aynı anda ittirsek devrilir gibi geliyor. etrafa bakıyorum kimsede o itikat yok.
    abi
  7. dün hastaneden dönerken eczaneye uğrayacaktım ilaçlarımı almaya. elektrik direğinin yanında minik bişey farkettim böyle renkli renkli. çıkınca bakarım dedim. yanına bir gittim ki minicik bir kedi... gözleri iltihaplanmış , minicik kalmış zayıflamış , zangır zangır titriyor... içim gitti dayanamadım. ceketimin içine aldığım gibi eve götürdüm. daha ellerimde kendini bıraktı küçücük bedeni ama vazgeçmedi mırıldamaktan... annem kıyameti koparacak biliyorum , saklarım dedim bir süre iyileşir sonra bir çaresine bakarım.
    kardeşimi uyandırdım. kardeşi olanlar bilir , suç ortağı lazım olur böyle durumlarda. odayı hamam kıvamında ısıttık , eldivenleri giydik , pamukları , sıcak suyu , havluları hazırladık işe koyulduk. sıcak suda bebek şampuanıyla yıkadık miniği pirelerinden kurtardık. sonra kuruttuk havluyla sardık kaloriferin yanına yaptığımız minik yatağına koyduk birazcık uyku çeksin diye.
    kedi sahibi olarak minik kedi için gereken her şey vardı evde. parazit ilacından biberona , mamadan göz damlasına kadar. biraz kendine geldi biz hazırlık yaparken. sesinin yettiği kadar miyavlayınca da isim verelim dedik : frida. sağ arka pembiş patisindeki minik beni kadar sevimli bişey çıktı o ufaklığın içinden dinlenince sıcakta. sarı-kahve-beyaz tüylerin arasından yemyeşil baktı bize minnetle ama sonra farkettik ki minik gerçekten çok hasta... ishal olmuş... kediler için hele ki yavruysa o kadar tehlikeli ki... veteriner arkadaşımı aradım , geldi serum taktı evde kalsın sen iyi bakarsın bilirim dedi gece vakti.

    sabaha kadar başında bekledim ama kurtaramadım o miniği... son nefesini verirken gözlerinde minneti gördüm ama kurtaramadım... o saatten beri ağlıyorum sözlük , son gününü güzel geçirdi belki ama yaşayamadı... burnunu öptüm , ellerimle minik bir yere gömdüm. kelebek oldu frida , huzur içinde uyusun...
  8. uzun zamandır geceleri uyuyamıyorum. düşünmekten, tasarlamaktan, tartıp biçmekten o kadar karıştım ki. zihnimde kurduğum her cümle devrik. her fikir sonuçsuz ya da niteliksiz. eksik olanı bulmaktan fazla olanı atmaya çalışmaktan boğulmaya başladım. nefret ediyorum çok düşünmekten. oturup neden böyle bir ülkede dünyaya geldiğimi ya da neden bu zamanda var olduğumu, insanların neden bu kadar sorgulamaz ve asalak olduklarını düşünüyorum. çok üzerime vazifeymiş gibi ya da değiştirebilecekmiş gibi salt kendi başıma.

    morfin alıp hepsinden kurtulma düşüncesi cezbedici geliyor bazen. saat altı ve gözümde zerre uyku yok.
    dünya çok hızlı dönüyor ve yetişemiyorum.
    yoksa bir ağaçtım ve tabuta mı dönüşüyorum?
  9. gözlerim en az benim kadar yalnız ve mutsuz insanlar arıyor hep. sindiğim köşeden öyle izliyorum insanları, avının korkusunun tadını alan vahşi hayvanlar gibi insanların mutsuzluklarının tadını almaya çalışıyorum.
    o kimseyle konuşmayan, tıpkı benim gibi, ve ara sıra gördüğüm kızın yanına gidip kara deliğime çekmek istiyorum onu.
    beraber mutsuz ve karamsar olabileceğim birileri olsun istiyorum, yüzü gülen, herkesle konuşan ve çok arkadaşı olan insanlardan koşarak uzaklaşıyorum.
    kimsenin mutluluğunu kaldıramazmışım gibi.
    ben kimseye gidemiyorum ya, keşke biri bana gelse diyorum. gelmeyeceğinden artık emin olduğum birini yine de bekliyorum. yarı karanlık sokaklarda olmayan birinin hayaliyle sevdiğimiz şarkıları mırıldanarak yürüyorum.