1. daha önce yazılarımı hiç bir mecra da paylaşmadığımı ve burada ki anonim şahsiyetime güvenerek yazdığımı belirtmeliyim. beklentiyi yükseltmek istemem ama insanların beni yazılarımdan tanıyabileceği hissine kapıldım hep, o yüzden korktum açıkcası.

    şimdi ise; benim taşıdığım bahane gibi veyahutta içinden geldiği gibi, insanların yazılarını paylaşmasını umut ediyorum.

    saygılarla

    !---- spoiler ----!

    huzur aramaya başladım. nice ruh perişan oldu benim daha yeni girdiğim bu yolda. ne zaman başlamıştı ki? doğru! bir akşamüstü azizliğinde, gökyüzünden miras kalan semt ışıklarına kaldırmıştım kahvemi. biten sigarama, sahip olmadığım hayatlara inat. koyan bir şeyler vardı... sırtımda varoluşun yükü, gözümün önünde ise akıp giden hayatımın kırıkları. diyecek onca şey, alıntı yapacak yüzlerce anı değerini kaybediyor; zamanın yavaş ama kendinden emin tik-tak'ları arasında. ne oldu sahi? bu kadar depresif olabileceğimiz ne mana yükledik ki bu yaşama. herkes bizim gibi mi? gördüğümüz insanlar nasıl mutluluk oyunları oynuyor? bir demli çaya nasıl bu denli gülümseme ve hayatın iyi yönlerini sıkıştırıyor!?

    oysa benim acıdı ya can yerim, işledi bir kere içime. tek dal sigaradan onlarca medet umdum. umdukça acıdı, acıdıkça içtim. benim ne sigaram bitti, ne umudum... bir ömür ilk nefesini, ecel terleri ile verdi bedenimde. tik-tak tik-tak.... makber belki aradığım huzurdur.

    !---- spoiler ----!
  2. tiryakiadam'ın restini görüyorum. makber denen huzura ulaşmadan önce bir yazı yayımlayacak kadar ayaktayız madem, istediğiniz gibi olsun. fakat bu kadar detaylı ve güçlü bir deneme yerine, bir kaç tane günlükvari yazım paylaşacağım. bir de olağan dışı şekilde şarkı hediye edeceğim; saygılarla efendim.
    the rip - portishead http://www.youtube.com/watch?v=kBOaLjtR4mw

    !---- spoiler ----!

    karanlık bir gecede yürümeyi tercih ederdim hep... yalancı kalabalıkların arasında kaybolmaktansa, gerçekçi bir yalnızlığı daha samimi buldum. bilmiyorum neden, ama insanların gözlerime bakmaktan kaçındıklarını hissettim hep. o kaçan gözler, ben giderken arkamdan bakardı… sigara izmariti atar gibi fırlatılan hayatları izlerken acırdım her birine; empati kurmaktan bile kaçınırdım biliyor musun? o kadar çok inanmışım ki güçlü olduğuma; o kadar güvenmişim ki yaşadıklarıma, en önemlisi hayatımda ki insanlara… bu hayat için yine de yeterli değildi. yeri geldiğinde aşka sığındım, yeri geldiğinde aileme, çoğu zaman dostlarımın omzunda ağladım… sığındığım aşkımın, beni kabul edemeyen ailem gibi, beni aldatan dostlarımla hayatımı mahvedişini izledim…

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    her kurduğu hayali elin de patlamış birini tanırdım; onunla yaptığımız uzun sohbetler de bana anlatacağı sürekli yeni hikayeleri olması beni şaşırtırdı... biraz ondan bahsetmem gerekirse, yaşadıkları anlı-şanlı şeyler değildi, ama onu bitirmeye yetmişti. ailesi parçalanmış, çoğu arkadaşı tarafından terk edilmiş, sevgilisi cebinde ki paranın gidişiyle birlikte yavaş yavaş kaybolmuştu... halen daha böyle insanlar malesef var.

    kendi sessizliğime kaybolduğum samsun da ki bir yaz günün de, tekrar karşıma çıktı. garsonun tam o geldiği sırada getirdiği bir bardak çayın güzel bir sohbetin habercisi olduğunu fark ettim... ona yönelir yönelmez, bana kim olduğumu sordu... böyle bir soruda biraz apalladım, ona beni tanıdığını anlatmaya çaba gösterdim ama yetmedi. tekrar sordu " kim olduğunu biliyormusun? "... denilecek bir şey kalmayıncaya dek kendimi ifade ettim. yetmedi... " sen ne kadar sensin ki? ailenin seçtiği, onlarında ailelerinin seçtiği bir dine bağlısın... ahlakın mahalle de öğrendiğin kadar, kültürün televizyonda izlediğinle sınırlı... yasalardan korkmana bile gerek kalmıyor değil mi? ama korkuyorsun... çünkü için de bir de sen varsın... o seni hiç dinleyip kim olduğunu öğrenebildin mi? bu fedakarlığı hiç yapabildin mi? "... bu kadar ağır bir cevabı siktir ettim, bu kadar olağan dışı bir konu beklemiyordum... ona biraz daha dikkatli baktığımda sarsılmış olduğunu görmüştüm, ne olduğunu sormama gerek yoktu, olanları biliyordum zaten. ama bu konu hakkında uzun vakittir düşündüğünü ve ilk üzerine konuştuğu kişinin ben olduğumu hissediyordum...

    söylediklerini düşünüp cevap vermem gerektiğinde haklı yada haksız olduğunu düşünmeden birden kendimi savunmaya başladım... fikirlerim benim için özeldi, onlar alıntı değillerdi... ona bunu saatlerce anlatabilirdim ama bir kaç altın cümle ile onun kafasında ki soru işaretlerini kırabileceğimi fark ettim... çünkü diğer anlatacaklarıma vereceği cevaplar muhakkak vardı; " dünya üzerinde bulunan insanların çoğu belirli bir dine mensup insanlar, yasalara göre yaşıyor ve olabildiğince standart ve normalleştirilmiş bir hayat tercih ediyorlar. insanlar neden mutlu olduklarında kendilerini sorgulasınlar ki? "... beklediğim tepkiyi vermemişti, biraz durdu... önce biraz ufuğa doğru göz dikti, sonra " sence bütün bu insanların kandırılmış olma olasılığı hiç mi yok? insanların mutluluğundan söz ettin, üzüntülerinin sebepleri de bunlar değil mi sence? savaşın, karşılıklı anlaşmazlığın başlıca sebepleri de bunlardan çıkmıyor mu!?

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    yarın bunu okuyacak insana duyuru;

    bak canım kardeşim, sevgilim, insanım… sen bunu okuduğuna göre ya yazıma zorla ulaşmış yada arzum ve talebim doğrultusunda okuyorsun. sıkılma, bunalma sana beni yada sana seni anlatma çabası içinde yazmayacağım. ortamın, benim bunu yazarken alkol ve sigaranın diretmesi ile konu: aşk, para veyahutta sekse itiliyor. siktir et

    bugün, şu an bu kalemi elinde tutan ben az önce iş görüşmesine girip kendini pazarlayan benin aksine sana dürüst yaklaşacağım. çok değil yine birkaç dakika öncede hayatımın postasını koymuş biriydim. kulağıma gelen efe türküsü buraya yansımayı hak etti şu anda.

    misal etrafta herkes biri ile muhatap, kimi sevgilisi, kimi dostu, arkadaşı… kıymetini bil! ben sadece sana odaklandım. garsonun getirdiği gaz ile ikinci birayı söylemem cüzlanım için külfete, benim için keyife dönüştü.

    konu çok dağıldı bu yalnızlıkta… haklısın sen de sıkıldın, bir de beni anla ama… benim için belki de ilk defa fedakarlık yaparak bu saçmalığı okuyorsun. ikinci birayı söylemem gerektiğini ancak fark edebiliyorum. bu garson ama işinin ehli, iki hoş muhabbet, boş bardağı masadan kaldırıp ikinciyi getiriyorum diye bir diretme; çerez de getir! sanırım kalkmam gerekiyor, biram bitmek üzere ve garson gözünü masama dikti, üçüncüyü söylersem eve kadar yürümem gerekebilir. konu mu? konu buydu sayın okur. şu an! hayatımızda var olan bütün ayrıntılara, düne, bugüne, yarına inat! şu an… bir daha yaşayamayacak olduğumuz o tatlı, acı yada herhangi bir an!

    yavaştan toparlanırken kalemi çantama, yazımı ise size ulaştırma adına çantama koymak zorundayım. ikinci birayı söylemem hataydı, kabul ediyorum. laf aramızda, aramız da yaşanan bu iletişim için değerdi…

    !---- spoiler ----!
  3. " gecenin sabaha, benim ise yorgunluğuma yenik düştüğüm " bu anı bekledim bütün gece. sanırım restler daha uzun bir süre daha devam edecek.

    !---- spoiler ----!

    sıradan semt pazarı günlerinde; kapalı renkte bir pardesü üzerinde gök kuşağını andıran eşarp ile ruhsuz şekilde ucuza meyve-sebze almaya çalışan kadınları siz de görmüşsünüzdür... onlar ki bizim analarımız, onlar ki hayatlarında bütün hayallerden feragat etmiş yegane kişiler. ama asıl değinmek istediğim konu biraz farklı, onların bizim yaşlarımızda yok muydu hayalleri? yok muydu kafalarında canlandırdıkları bir hayat şekli? hepsi bu monotonluğu isteyecek kadar kör olmuş olamazdı…

    biz de aslında o günlere sürüklendiğimizin farkında değiliz, yanımız da olan eşimizin açtığı televizyon programını izlerken elimizde ki kabağın içini soyarak hayat geçirmekten farkımız nerede?! biri bize nasıl yaşayacağımızı, diğeri neler yapıp yapamayacağımızı söylüyor... ancak hiç biri bizim ne şartlarda yaşadığımızı ve neler ile imtihan edildiğimizi merak etmiyor... sadece insanlar bize koydukları sınırları söylemek ile yetiniyor. bunun neresinde özgürlük, bunun neresinde hayalperestlik...

    kaybedilen bir nesil daha, nice milyon nesil gibi...

    !---- spoiler ----!
    !---- spoiler ----!

    çocukluğum superman gibi doğa üstü güçleri olan bir kişilik olmanın hayalleri ile geçti. bir gün hepimizin paylaştığı bu ortak hayalin benim için olan paydasında, ailem ve sevdiğim insanlara yardım etmek ön plandaydı. ancak bırakın superman olmayı, klark kent gibi bir gazeteci bile olamadım… ilk kez hayal kurup, tattığım hayal kırıklığı bu olmuştu.

    babam aile çevrelerinde pek sevilen bir kişi değildi, benim de benzeri olmamdan çekindiklerinden olsa gerek, kıyasladıkları kişi o yüzden hep babam olmuştu. ne babamı, ne kendimi sevebildim bu yüzden. 11 yaşımdan beri çalışmaya diretilen ve bir yandan da mucizeyi başarmamı bekleyip okumamı istenen bana; hiçbir zaman sorulmadı “ sen ne istiyorsun “ sorusu… her bir hayalimi tek, tek ve özenle söndürmelerini izledim, buna üzülmedim. bunu yapan kişilerin benim ile aynı kanı taşımasını kabul edemedim. düşünsene özen ile kurduğun her bir hayalinin olmayacağı gerçeği ile yüzleşmeyi… empati kurmayı denesene, hiçbir hayali gerçek olmayacak kadar güçsüz birini...

    !---- spoiler ----!
  4. hastalandığım için yokluğum fırsat bilinmiş. ama ne de iyi bilinmiş, bu bahane ile abi de aramızda yazmaya başlamış. bu girişimde diğer girişlerimin aksine daha yalın ve kısa olan denemeleri tercih ettim. saygılarla efendim

    !---- spoiler ----!

    zamansızdır insanın hayalleri. kimsenin seçemeyeceği kadar hür, her insanın acısına tahammül edemeyeceği kadar kırıklarla doludur. insan kurduğu hayalden sevdiklerine bahsederken, kırılacak eşya kolisine yapıştırdığımız ifadeyi takınmak istiyor, " dikkat edin kırılacak olan hayallerim kadar, benim! "...

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    günümüz toplumunda; yaşadıklarından kazandığı (acı veya tatlı) tecrübeye rağmen, yaşama şeklini ve hayata olan duruşunu kaybetmeyecek kadar dik durmayı başaran insanlar görülmeye başlandı. zaman içerisinde toplum bu insanların yakınlarına baskı( veyahutta norm) kurarak o kişilerin bundan etkilenerek değişebileceğini varsaydı. bu insanlar ahlaklarından başlayarak kültür, din, zevkler ve kişiliklerinden vazgeçen zorlu bir yolculuğa çıktı. her gün aynada farklı bir kişi ile ısmarlaşıp diğer insanların arasına karışmak onları bekleyen sürecin sonu oldu.

    !---- spoiler ----!

    !---- spoiler ----!

    çok azımız iyi bir toplumsal statüde dünyaya gelmeyi başaracak kadar şanslı bireyler olabiliyoruz. geriye kalanlar ise her gün statüsünü yükseltmek veya daha iyi hayat şartlarında yaşamak için ter döküyor. bu ne kadar işe yarayacağı tartışılır. çünkü karl marx’ın da belirttiği gibi “ kişinin kimliği toplumu oluşturmaz, toplum kişinin kimliğini oluşturur “.

    yine de bazı insanlar doğuştan el gibidir. onlarda ki direnç ve sabır demir de bile yoktur. o insanların duruşunu zaman veya tecrübe etkileyemez. ancak bir elin taşıyacak fikri olmadan işlevi olmadığı için bağlı oldukları statüden bir adım ötesine yada gerisine ilerleyemezler. kimileri ise doğuştan güçlü fikirler inşa edecek alt yapıya sahip dünyaya gelmişlerdir. onlar hayal dünyalarında yarattıkları paralel gerçeklik ile yatıp kalkarlar. fakat maalesef onların da fikirleri inşa edecek el olmadan bir hiçtir.

    her yaşanana, her gelişmeye rağmen hayata karşı bakış açısını olumlu tutmaya çalışan kesim ise oldukça sınırlıdır. bu insanlar kalp gibidir, her topluma, her canlıya gereklidir. bu yüzden eller ve zihnin arabulucusu rolünü kalp üstlenir.